Modernin dönemi olan 1860-1960 ortası-arası ‘manifestolar çağı’ olarak da bilinir. Sanat kendisinin konusu olunca her sanatçı kendi sanatının özünü sorgulamaya başladı ve her sanat akımı bu dönemde gerçek sanat budur diyen manifestolar yayınlamaya başladı (Modern ve çağdaş sanatın Türkiye’de anlaşılmasında büyük emeği bulunan Ali Artun’un derleyip sunduğu ‘Sanat Manifestoları-Avangard Sanat ve Direniş’ çalışması çok yararlı bir kaynak).

Greenberg herkesin kendi sanatının tek gerçek olduğunu düşünebildiği hoşgörüsüz ve dogmatist bir manifesto çağına uygun bir eleştirmen olduğundan modernizmin tarihi arındırmanın yani soyun temizlenmesinin, sanatın özünde bulunmayan her şeyden ayrılmasının tarihidir diye yazabilmiştir. ‘Manifestolar çağına ilişkin esas nokta bir şeyin felsefe sayılabilmesi için gerekli çabaları sanatsal üretimin merkezine yerleştirmiş olmasıdır’ (‘sanatın sonundan sonra’ s.54, Arthur Danto). 

Dönemde yayınlanan manifesto sayısının 500 civarında olduğu da hesaplanmıştır.

manifestolar çağının eleştirmeni Greenberg’in ne kadar önemli olduğunu  göstermek için de daha sonra çağdaş sanata felsefi çerçeve getiren Arthur Danto’nun sanat tarihinde iki önemli dönem olduğunu, birinin Vasari dönemi (yani mimesis dönemi), diğerinin de Greenberg dönemi olduğunu yazmış olduğunu hatırlatayım. Yani bir anlamda manifestolar çağı Greenberg çağıydı da.

manifestolar çağında gerçeği tasvirden nasıl uzaklaşıldığının en güçlü göstergelerinden biri bir zamanlar çok önemli olan portrelerin modern  dönemde neredeyse artık hiç görünmez olmasıdır. ‘Çizimsel sanatta insan figürü gittikçe kaybolmuştu ve daha sonra parçalı biçimler haricinde hiçbir resmin nesnesi değildi (Şule Gece ‘modern ve Post modern dönemlerde soyut sanat felsefesi’, s.132). 

Manifestolar Çağında (Modern dönemde) özellikle soyuta bu kadar vurgu yapılmasına rağmen New York soyut dışavurumculuğunun hakimiyeti döneminde teorisyenler tarafından gerçeküstücülüğe bu kadar az vurgu yapılması şaşırtıcıdır. Üstelik New York’a kaçan Avrupalı ressamlar arasında Salvador Dali gibi bir isim bulunmasına rağmen gerçeküstü resmin önemli olduğu vurgusu New york’ta uzun süre yapılmamıştı. Clement Greenberg de gerçeküstü resme önem vermez gibi davranıyordu.

Bunun nedeninin ipucunu daha sonra Hal Foster’in yaptığı saptamada bulabiliriz.

Rüyalarla, bilinçaltıyla, erotizmle yani Foster’in imgeleminde ‘tekinsiz’ olanla ilgilendiği için gerçeküstücülük saf olmama durumunun somutlanmış haliydi. Clement Greenberg sanatta saflığın peşinde olduğundan o da bu kriterle gerçeküstünden uzak durmuştu.

Hal Foster daha sonra yazdığı ‘Zoraki Güzellik’ çalışmasında gerçeküstücülüğe hak ettiği değeri vermiş ve onu kapsamlı  bir araştırmanın konusu yapmıştır. Foster 20’inci yüzyıl başı yıkıcı Dada akımının  hemen arkasından ortaya çıkan ve bir kısmı marksist harekete de destek vermiş olan Andre Breton, Max Ernst, Man Ray, Salvador Dali, Giorgio de Chiro, Alberto Giacometti, Antonin Artaud gibi farklı alanlarda ve çok farklı temalarda ürün vermiş sanatçıları psikanalizden  devralıp şiddetli tartışmalara konu ettikleri ortak kavramlar aracılığıyla değerlendiriyor.

Eğer manifestolar çağındaki Dada’yı ve gerçeküstücülüğü gerçekten temelden anlamak istiyorsanız Hal Foster’In kitabı mutlaka okunmalı.