Çağdaş olanı anlamaya çalışmadan önce modern sanat tanımının ne olduğuna ve tanımın ilk kez nerede ve nasıl yapılmış olduğuna bakmamız gerekiyor.
Gerçi sanatta akımların nerede ne zaman başlayıp bittiği, yani zaman akışı düzenlemeleri hep sorunludur çünkü yaratıcılık burada şu bitti burada da bu başladı şeklinde gelişmez, düşünceler, teknikler hep birbirine geçmiştir, burada şu bitti bu başladı kesin denemez, sınırlar hep belirsizdir.
Bu konularda yoğun tartışmalar da hep vardır.
Örneğin Mehmet Yılmaz hoca ‘Modernden Postmoderne Sanat’ adlı eserinin giriş bölümünde ‘modern sanatın tarihsel sınırları’ başlığı altında ortada bir kafa karışıklığı olabileceğini şöyle ifade etmiş:
‘Modern sanatın neyin nesi olduğunu merak eden bir insan eline aldığı kitaplarda üç aşağı beş yukarı onun 19. yüzyılın son çeyreğinde başlatıldığını ve birbirini izleyen akımlar şeklinde, birtakım resimler eşliğinde anlatıldığını görecektir. Örneğin Norbert Lynton’ın ilk kez 1980’lerde yayınlanan ve önemli kaynaklardan biri haline gelen Modern Sanatın Öyküsü böyle bir kitaptır. Lynton 20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ve artık netleşen bazı değişimlerden ötürü sonraki baskılarına ‘Post-izmler, Neo-izmler, ve sanat’ diye yeni bir bölüm ekledi. Demek ki ona göre bu ek bölümdeki akım ve eğilimleri modern sanatın kapsamında ele almanın bir sakıncası yok. Zaten kitabın sonlarında modernizm bugün de yaşamaktadır diyor Lynton.’
Hocamla bu zaman akışı ve modern kavramına yaklaşımda maalesef aynı fikirde olamadım, ama yine de Mehmet Yılmaz hocanın önemli kitabından alıntıya bir süre daha devam etmek istiyorum.
Kitabın 13. sSayfasından bir süre daha devam ediyoruz öyleyse:
‘İsmail Tunalı ise ‘Felsefenin Işığında modern Resim’ adlı kitabında adı üstünde modern sanatı bir felsefeci gözüyle inceliyor. Bakış açısı bir yana tarihsel olarak o da modern sanatın izlenimcilikle başladığını düşünüyor. Ne var ki Tunalı’nın kitabında modern sanatın kübizm ve ondan türeyen süprematizm ve neo-plastisizm gibi akımlarla son bulduğu ya da en saf haline ulaştığı gibi bir düşünceyle baş başa kalıyoruz. Tunalı’nın kitabı daha sonra birkaç kez basıldı. Ancak bu baskılardan hiçbirinde yazarın görüşlerinde kökten bir değişikliğe gitmediğini görüyoruz. Asında buna şaşırmamalıyız, zira Tunalı o kitabı yayınladığında yıl 1981’di. Daha açık bir ifadeyle gelecekçilik, inşacılık, gerçeküstücülük ve daha sonraki akımlara tanık olduğu halde yazarın bunları modern sanatın kapsamı dışında bırakmaya daha en başından karar verdiği anlaşılıyor. Bu akımların hiçbiri Tunalı’nın belirlediği kavramsal çerçeveye gerçekten de sığmaz.’
Yazar bundan sonra başka yazarların görüşlerini eleştirel aktarmayı sürdürüyor. Mehmet Yılmaz hocanın büyük ihtimalle çok ve geniş okumaktan ve ders verme alışkanlığından gelen ana konuya bağlantılı bütün konuları hak ettiği gibi ele alıp detaylı anlatma akademik yönteminin modern ve çağdaş sanata yeni giriş yapıyor olabilecek okuyucu açısından oldukça yorucu ve kafa karıştırıcı olabileceğini düşünerek hocanın çalışmasından şu önemli tespiti alarak alıntıyı burada kesmek istiyorum.
Sayfa 4’den bu cümle: ‘Özetle modern sanatın başlangıcı ve bitişi konusunda herkesin üzerinde rahatça anlaşacağı tarihler saptamak olanaksızdır.’
Ve bence daha da önemlisi Mehmet Yılmaz şunu da söylüyor: ’Araştırmacıların önerdiği tarihsel sınırların farklılığı önemsedikleri ölçütlerden, değer yargılarından ileri gelmektedir. işin aslı şu ki sanat, felsefe ve sanat tarihi gibi disiplinler inançlarla, değer yargılarıyla doğrudan ilişkilidir.’
Son aldığım cümlesine katılıyorum ama Hocama yine bir itirazım olacak, aslında galiba modernin başlangıç tarihinde anlaşacağız da bitiş tarihi üzerinde anlaşmamız biraz zor olacak gibi.
Sanat tarihçisi Alp Doğu Eser, ki onun Mehmet Yılmaz hocanın öğrencisi olduğunu da sanıyorum, ‘Modern Sıkışıklıklar (Bir sanat tarihçisi Güncesi’)’ adlı çalışmasında modernin başlangıç tarihi üzerine farklı görüşleri şöyle çok güzel özetliyor:
‘Modern Sanat kimine göre romantizm akımı ile kimine göreyse İzlenimcilik akımı ile başlıyor’ dedikten sonra buna verdiği dipnotta konuya şöyle devam etmiş: ‘modern sanatın izlenimcilik ile başlatılması bir gelenektir. Fakat sanatta içsellik, coşku, özgürlük ve bireysellik romantizm ile başlıyor. Bu nedenle çoğu araştırmacı Charles Baudelaire’in düşüncesine katılarak modern sanatı romantizmden başlatmaktadır. Güncel yaşamın temalarını şiir ve resmin ideal konuları arasına yerleştiren Baudelaire modernist düşüncenin babası olarak kabul edilmektedir.’(s.21)
Evet doğrudur modernist düşüncenin babası Baudelaire’dir, ama ben sanatta etkisini teknikte, kültürde bugüne kadar devam ettiren modernist düşüncenin temellerinin asıl romantizm döneminde değil Baudelaire’nin de aktif olduğu Paris’te izlenimcilik döneminde (1860 ve sonrası) atıldığını düşünüyorum. yani bu defa hakim yorumla uyumluyum.
İzlenimciliğin ortaya çıkmaya çalıştığı 1860’ların Paris’inde olduğu gibi çalkantılı dönemlerden geçilirken ‘her zaman biri ortaya çıkar, entelektüel tılsım da diyebilirsiniz buna, olayların gelişimini izler ve neler olup bittiğinin özünü bir metne yedirir. O dönemde bu kişi Baudelaire’di ve kitabının adı da Modern Yaşamın Ressamı’ydı’ (Will Gompertz, ‘Pardon Neye Bakmıştınız. Modern sanatın 150 yıllık şaşırtıcı, sarsıcı, kimi zamanda tuhaf hikayesi’ s.40).
Romantizmde sanatın tanımlayıcı özellikleri arasında olması gerekir diye tanımlanan içsellik, coşku, özgürlük ve bireysellik özelliklerinin tüm sanatta zaten olması gereken, olmazsa olmaz özellikler olduğunu düşünüyorum. yani romantizmin ve modern sanatın tanımlayıcı özelliği sadece bunlar olmamalı. Evet özellikle 20’nci yüzyıl ortası modern sanatçıları bu özellikleryle de tanımlanıyorlardı ama onları asıl modern diye tanımlayan yönleri resme yaklaşımları ve kullandıkları teknikleriydi.
Üstelik bu teknikler ve yaklaşımlar uzun yıllar sonraki çağdaş sanatı da etkiledi. Yani etkisi bugüne kadar gelmiş olan sanatın temeli izlenimciler tarafından atılmıştı.
Bu yaklaşım kabul edildiği takdirde modern sanatın dönemi de takriben 1860 ile 1960 ortaları arası olarak ortaya çıkıyor.