Bir aydan biraz fazla oldu, Ramazan’ın hemen öncesinde Michelin yıldızlı ‘Araka’ restoranında geleneksel yemek buluşmalarımızın yeni  bir perdesini daha açmak için buluştuk.

***

Türk şarapçılığının önemi ismi Selda Tokat’ın organize ettiği gecede Araka’nın sahibi ve şefi Zeynep Pınar Taşdemir’in olağanüstü maharetli ellerinden çıkan yemekleri Selda hanımın bence yurtdışında göğsümüzü gere gere tüm dünyaya sunabileceğimiz kalitedeki şarapları eşliğinde yerken bir önceki yemek buluşmamızın üstünden uzunca bir süre geçmiş olduğu için birbirimizi çok özlemiş olduğumuzdan olsa gerek son derece keyifli bir gece geçirdik.

***

Gecenin asıl starları Zeynep ve Selda hanım bizim yılların tanışıklığından gelen kodlu sohbetimizden umarım sıkılmamışlardır, ama dört gazeteci bir araya geldiğinde ne katiyen konuşulmazsa biz onu konuşmakta ısrarlı olduğumuzdan umarım o kadar da sıkıcı olmamışızdır.

***

Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Oray Eğin ve benim olduğum geceye Sedat Ergin tabii ki geç geldi.

Cumhuriyet gazetesinde çalışırken titizliğinden hiçbir yazısını zamanında bitiremediği için gazetenin erken baskısının yollandığı taşrada oturan okuyucusunun varlığından bile haberinin olmadığı Sedat buluşmamıza Birleşmiş Milletlerin son Suriye raporlarını da okumadan yazısını bitirmek istemediğinden yine geç gelmişti.

Hatta kafası resmi belgelerde yazılanlar, onların dipnotlarıyla filan meşgul olduğundan dalgınlığından  Yeniköy’deki Araka restoranını Bebek’te aramış ve sonunda nedense bize kızmış gibi gelen bir surat ifadesiyle yemeğe geç katılmıştı.

***

Olağanüstü tatların ve bir o kadar da olağanüstü olan şarabın verdiği hazzın zirvesindeyken Ertuğrul Özkök bir ara ‘Ben yıllar önce Serdar’ın yazar olarak önünü açtım, sonra o da Oray’ın önünü açtı’ deyince masada ilk önce gizemli bir sessizlik oldu.

Hepimiz bir anda Sedat’a bakmaya başladık. Ve hepimiz o anda yine fark ettik ki, ‘Önce Sedat vardı’. Onu kimse keşfetmeye cesaret edememişti. O hepimizden önce hep vardı ve şimdi de olduğu gibi ciddiyetinden hiçbir taviz vermeden yazıyordu.

***

Bilmeyenler bilsin diye yazıyorum, Sedat 30 yıl önceki gündelik çalışma programı neyse bugün de aynen tavizsiz onu uyguluyor. O gün yazısı olmasa da çalışma odasına yine erken saatte büyükelçiye uygun kıyafetiyle geliyor ve hep aynı saatlerde hiç sektirmeden ‘okumalarını’ yapıyor ve ortalama yüz diplomatla filan konuşup o gün yazılması katiyen gerekmeyen bir yazı daha yazıyor. Ve mesaisi bittiğinde artık yatma saati gelmiş olsa bile eşi Canan’a merhaba demek için odasından çıkıyor. Sedat’ın bu tuhaf yaşam biçimi eşi Canan’ı bildiğim kadarıyla hiç ilgilendirmiyor, çünkü o da Sedat’ın uzun yıllar önce tamamen çıldırmış olduğunu aslında tabii ki net biliyor.  

***

Ben tam o geceden itibaren ‘Sedat önce gerçekten vardı ve hep de olacak’ diye düşünmeye başlamışken ondan kötü haber Ertuğrul Özkök’ten geldi.

bunu duyunca önce hep vardı da acaba bundan sonra Sedat bildiğimiz haliyle olmayacak mı diye korkmaya başladım.

***

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan görevinden ayrıldığı için bir almanak hazırlanmış. Sedat Ergin ciddi yazma takıntısını bu almanakta tatmin etmek için olsa gerek buna da yazı yazmış.

Yazısının başlığı Ertuğrul Özkök’ün aktardığına göre ‘Prof. Dr. Zühtü Arslan’ın düşünce dünyasının izlerini gördüğümüzde’ymiş.

Sedat bu yazısında anladığım kadarıyla sıkıcı olmakta kendisini bile aşacak bir işe girişmiş. Zühtü beyin bugüne kadar yaptığı her konuşmada, her yazısında atıfta bulunduğu kaynakların tek tek izini sürmüş ve onları analiz etmiş.

Böyle bir yazıyı yazma teklifi Ertuğrul’a, Oray’a veya bana gelseydi buna girişeceğimize, yazıyı yazarken sıkıntıdan öleceğimize bari direkt intihar edelim diyerek biz işi anında bitirirdik ama Sedat tabi ki büyük keyif alarak işe girişmiş.

***

Ve sonunda Ertuğrul Özkök’ün yazdığı gibi ‘Ergin bu almanak için biraz daha geniş olsa rahatlıkla master tezi olabilecek bir yazı yazmış.’

bunu okuyunca beynimden vurulmuş gibi oldum. Dağ gibi adamdı Sedat daha bir ay önce, şimdi acaba bizden sakladığı bir illet filan mı var, dedim ve çok üzüldüm.

Çünkü Sedat’ın rutin bir yazısı için bile master tezi olabilir diye düşünmek bence ona bir hakaretti eskiden. çünkü o yazılarına eğer doktora tezi düzeyinde değilse yazı bile demeyen adamdı. şimdi nedense master tezi düzeyine düşmüş bile.

umarım bu geçici bir durumdur ve Sedat Türkiye’de ve belki de dünyada kimseyi ilgilendirmeyen doktora tezi düzeyindeki yazılarını okumaya bizi mecbur etmeye bir an önce tekrar başlar.