Özgür Gökmen Çelenk sitemizde ‘Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarda patlama var, mikroplar antibiyotiğe direniyor, frengi hortladı’ başlıklı harika yazısında konuyu tüm özetini vermeyi başarmış olduğu bir başlıkla inceledi.

onun benim gibi değil normal bir insan olduğunu varsaydığımdan frengideki artışın ona kötü gelmesini de normal karşılıyorum.

Bugün biraz dolaylı yoldan da olsa frengideki bu patlamanın Türkiye’nin avantajına olabileceğini göstermeye çalışacağım.

***

Dolaylı bir anlatım tekniği deneyeceğim dedim ya, bu yüzden işe 20’inci yüzyıl başlarında Los Angeles’te bir süpermarkette yaşanan şu olayla başlayalım:

O gün Los Angeles’te göçmen olan romancı Lion Feuchtwanger’in eşi Martha marketin meyve bölümünde alışveriş yaparken yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmiş Arnold Schoenberg’in ‘yalan frau Martha, sen de biliyorsun ben hayatımda hiç frengi olmadım’ diye bağırarak kendisine doğru geldiğini gördü.

O an markette bulunan ve hayattaki amaçlarını dişlerini beyazlatmak ve sörf yapmaktan ibaret gören yerel halk anlamadı ne olduğunu tabii ki.

Kaliforniyalıların dişlerinin düzgünlüğü ve beyazlığını gören Theodor Adorno bunu daha sonra ‘hayatımda gördüğüm en Hegelci dişler’ diyerek tanımladı. ne demek istediğini hayatının sonuna kadar da maalesef açıklamadı.

****

ünlü besteci Arnold Schoenberg’in o günkü hezeyanını kendisi gibi o dönem Los Angeles’te göçmen durumunda olan ve hatta yakınında oturan Thomas Mann’ın  ‘Doctor Faustus; The Life of the German Composer Adrian Leverkühn as Told by an Old Friend’ kitabının içeriğinden haberdar olmadan anlatabilmek mümkün değildi. Thomas Mann’ın kitabında yarattığı besteci tipinin aslında Arnold Schoenberg olduğu düşünülüyordu. kitapta besteci Leverkühn beynin yaratıcı potansiyelini arttırdığını düşündüğünden frengili olduğunu bildiği bir kadınla yatarak frengi olmuştu.

***

Schoenberg kendisinin de frengili olduğunun ima edildiğini düşündüğünden öfkelenmişti. 

O dönemde Thomas Mann’ın Schoenberg’den fazla hoşlanmadığı konuşuluyordu.

Müzikte Alman romantik geleneğinin terk edilmesinin kendisini hayli üzdüğü ve daha önce Mahler ile tanıştığında ona duyduğu  hayranlık yüzünden önünde titremeye başladığı da bilinen Thomas Mann’ın bütün bu geleneği yıkan atonal ekolün yaratıcısı Schoenberg’den fazla hoşlanmaması tabii ki sürpriz değildi. 

Mann’ın kitabında bu yüzden onu frengili olmakla ima eden bir kurgu yapmış olması düşüncesi de  Schoenberg’i çıldırtıyordu.

***

Bu yüzden Theodor Adorno’nun bu döneminin ürünü olan Minimia Moralia çalışmasının alt başlığı olan ‘Reflections from a Damaged Life’ (Hasarlı Hayattan Yansımalar) tespitinin kendisiyle ilgili olduğunu söyleyenler olduğu kadar onun hasarlı diye Mann ve Schoenberg gibilerini kast ettiğini düşünenler de var.

***

Başta dolaylı anlatacağım demiştim ama şimdi gaza da geldim kendimi tutamıyorum, biraz daha sıkılmayı sürdürün, bu süreçten zararla çıkmanız bence entelektüel düşünce açısından mümkün değil. bu yazıyı entelektüel bir macera olarak görün.

***

Schoenberg Kaliforniya’dayken müzik anlayışı açısından düşmanı Stravinsky de oradaydı hatta ikisi komşuydu. Buna rağmen yıllarca karşılaşmadan yaşamayı başarmışlardı. Thomas Mann’ın evi ikisinin evine de çok yakındı. 

Müziğin bu iki devine bu kadar yakın oturmak Mann’ı müziğin romanını yazmaya teşvik etmişti. 

Mann müziğin romanı için yine komşusu olan Adorno’dan yardım istedi (Vallahi sizi bilmem ama geçmişe yolculuk mümkün olsaydı ben oturdukları o mahallede bunların komşusu olmak isterdim. Hem Susan Sontag da mülakat için arada bir Thomas Mann’a geliyordu, onunla da tanışırdım mahallede).

Mann için Adorno doğru bilgi kaynağıydı, çünkü klasik müzik bilgisi müthişti ve hem de o dönemde Horkheimer’ın yönettiği enstitüye üye olmasa da onun çatısı altında ‘The Social Situation of Music’ (1932), ’On jazz’(1936), ‘On the Fetish Character in Music and the Regression of Listening’ (1938) ve ‘Fragments on Wagner’ (1938) gibi çalışmalarını yayınlıyordu.

***

Adorno kendisini Schoenberg’in ve onun öğrencisi Anton Berg’in öğrencisi olarak görüyordu… Anlayacağınız Thomas Mann kitabı için aslında Schoenberg’e sempatiyle bakan bir kişiden yardım istemişti ama bu bile Schoenberg’in öfkesini azaltmaya yetmedi.

***

Thomas Mann’ın ‘Doktor Faustus’ kitabında frengiyle yaratıcılık arasında bağ kurması şaşırtıcı değildi. Büyük yazar yaratıcı insanların hastalıklarıyla yaratıcılıkları arasında bağ olduğunu düşünüyordu. Dostoyevski üstüne yaptığı çalışmada hastalıklarıyla onun yaratıcı gücü arasındaki bağlantıları vurgulamıştı. Schopenhauer, Nietzsche ve Goethe’den çok etkilenen Mann hastalık ile yaratıcılık bağlantısına Nietzsche’de de işaret eder.

***

Gerçi Thomas Mann bir süre sonra kendi yaratıcılığını frengiden daha çok eşcinselliğine dayandırmaya başlamıştı, özellikle ‘Venedik’te Ölüm’ü yazarken.

Venedik’te Ölüm’de Mann aslında hayatın zorluklarıyla mücadele eden bir insanın zor tercihleri ve  kendisiyle ilgili yeni keşifleri üstüne yazıyordu.

Yaratıcı insanların kendi cinselliklerini anlama ve kabul etme mücadelesi frengi durumunda da da, eşcinsellik söz konusu olduğunda da yaratma süreçlerinin çok önemli bir belirleyenidir.

Bu yüzden kendi benliğinden bir sanat yaratmış olan Thomas Mann’ın bu mücadeleyi nasıl yaptığını ve bunu eserlerine nasıl yansıttığını anlamak için onun kitaplarını okumayı sürdürmeliyiz. 

Ama bunun yerine Visconti’nin mükemmel filmini seyredenlere de bunu neden yaptın diyecek halimiz yok herhalde.

***

Frengi kapmış olduğu bilinen insanların adına baktığımızda bile bu yazının ana tezinin yaratıcılık ve frengi bağlantısı olabileceği düşüncesine varabiliriz. 

Listeye bir göz atalım: Heine, Schubert, Schumann, Lenin, Delius, Karen Blixen, Guy de Maupassant, Cesare Borgia, Henri de Toulouse Lautrec.

***

Eğer frengi ile yaratıcılık  arasında bu öne sürülen bağlantı varsa, Özgür hanımın yazısında işaret ettiği frengi patlaması olayının olumlu yanı yakında Türkiye’de de bir yaratıcılık patlaması yaşanma ihtimali olabilir.

Eğer bu olursa önerim kolay frengi kapmaları için millete uygun ortamları yaygınlaştırmaktır.

Buna ‘Viyana modeli’ diyebiliriz. Yaratıcı düşüncenin patlama yaşadığı 1820’lerde Viyana’da sağlık kontrolünden geçirilmemiş on bin hayat kadını vardı.