Özellikle New york okulunun modern yorumunda biçime vurgu ne kadar önemli olsa da, biçime verilen bu özel önem sanatta soyutlamayı da güçlendirdiğinden bakılan resmin bize verdiği ilk duyguların derindeki anlamlarının ne olduğunu sorgulamamız için Hegel’in çok önceden tahmin ettiği gibi dönemde sanat eserine bakarken biçimin önemi vurgulanmasına rağmen felsefi düşünmenin önemi de çok arttı.
***
Bu sanatçıların ağır felsefi metinleri de çalıştıkları anlamına gelmiyordu tabii. Gayet tabii bunu yapan bazıları vardı ama çoğu sanatçı ortamlarında konuşulan felsefe ekollerinden ister istemez etkileniyordu.
Bu nedenle sanatı anlamaya çalışan herkes, derinliğine incelemese de dönemdeki sanatı belirleyen ortamlarda konuşulan, galerilerde partilerde üzerine sohbet edilen felsefi ekollere bir göz atıp geçecek kadar da olsa haberdar olmak zorunda. O nedenle şimdi değinmek zorunda olduğum konuyu belki başta tepkiyle karşılayacaksınız ama inanın ki bu yazım felsefe konusuna girerek bir entelektüel tatmin oluşturma çabası değil, hayır, sadece dönemin sanatçılarının nasıl düşündüğünü anlama çabasının zorunlu bir sonucu.
***
Modernizmde ve daha genelde soyut çalışmalarda amaç da nesneleri her türlü keyfilikten kurtararak onların özünü kavrama, ortaya çıkarma çabasıdır.
Bu tabii ki sadece bu basit anlatımıyla bile Husserl’in fenomenolojisini çağrıştırmaktadır.
Fenomenoloji özetle yaşanmış deneyimi araştıran felsefedir. Husserl direkt insan deneyiminin derinlemesine felsefesini yapmıştır. Bireyin her gün karşı karşıya olduğu fenomenler dünyasında ‘Fenomenolojik yöntem’ öncelikle bir öz araştırmasıdır; fenomenleri, yani görünenleri araştırır ve bu fenomenleri her türlü bireysellik, keyfilikten yalıtmak suretiyle onların özünü ortaya çıkarmaya çalışır (‘soyut Sanat Felsefesi’ Şule Gece s.599).
Fenomenolojik yöntem ele alınan fenomenin görüntüde olan duyusal olan özelliklerini parantez içine alıp parantez içine alınamayan, duygusal olmayan, her türlü tesadüflükten arınan bir iç gerçekliği bulma yöntemidir.
Fenomenolojideki ‘paranteze alma’ şeklinde ifade edilen şey modern sanattaki temsilin, mimesis’in reddidir aslında.
***
Modern sanat temsili reddettikten sonra soyutlamasıyla objeyi kendi formundan sıyırır ve onu gerçek özü içinde kavramaya çalışır. bu özü kavramak da diğer görüntüde olanların paranteze alınmasıyla gerçekleşir.
Gerçek yaşamdaki fenomenlerin çoğunluğu rastlantısaldır. Ancak buna rağmen bir özün var olduğu sezgisel bir ipucu olarak vardır. Fenomenolojik yöntem de bu sezgisel olarak var olduğu düşünülen özü diğer her şeyi paranteze alarak ortaya çıkarmaktır.
***
Mesela Mondrian 1908’den itibaren bir dizi ağaç düzenlemeleri resim serisi yapmaya başladı. Sanatçının amacı fenomonolojik yöntemde olduğu gibi ağaç deneyiminden hareketle bu yaşamın akışında değişmeden kalan ağacın özünü ortaya çıkarmaktı. Serinin ilk resmindeki ağaç hepimizin hemen tanıyacağı formdaydı. Ancak dizi 1913’e gelindiğinde resimdeki ağaç neredeyse tanınmaz haldeydi. Aynı şekilde De Stilj dergisinin kurucusu ressam Theo van Doesburg soyutlama sürecini kullanarak Mondrian gibi resmi tanınabilir özelliklerinden soymayı denemiştir Cows tablosunda. ineğin özüne ulaşmayı amaçlayan resim sonunda ineğin her türlü tanınabilir özelliklerinden yoksundur, aynı Mondrian’ın ağacında olduğu gibi.
Mondrian resminde öze ait olmayan bütün nesneleri atarak (yani onları paranteze alarak) sadece üç ana rengi kullanarak soyut resimler de yaptı. bu da bir anlamda fenomenolojik indirgemecilikti.