Kendi benliğine sahip çıkma ve içindekileri yazabilme mücadelesi açısından Virginia Woolf’un 1911 yılında Konstantiniye’ye (İstanbul) yaptığı gezide neler hissettiği önemlidir. Çünkü onun romancı duyarlılığıyla şehrimizde hissettiklerini iyi anlamamız kadın bilincini anlamamız açısından da öğreticidir.
Virginia Woolf (1882-1914) aklınıza gelebilecek her konuda kendine özgü fikirleri olan ve onlardan zor taviz veren bir kadındı. Çok birikimli ve kültürlüydü. Birlikte olacağı kadınları da erkekleri de çok zor beğenirdi. Buna rağmen, nasıl olduysa “beş parasız bir Yahudi” diye tanımladığı Leonard Woolf ile evlenmişti.
Kendisi de bir yazar olan Leonard ile Virginia resim ve sanat eleştirmeni Roger Fry ile arkadaştılar. Roger Fry, Bizans sanat eserlerini tanıtmak ve değerlendirmek için Konstantiniye’ye 1911 yılında bir gezi düzenleyince Virginia ve kocası da bu geziye katıldılar.
Ben bu konuya giren fazla kaynak bulacağımı sanmazken Nagihan Haliloğlu’nun İngiltere’de yazmış olduğu değerli çalışmaya rastladım. Onun çalışmasının başlığı, ilk yayınlandığı tarihi şöyle: “Constantinopolitan Modernities: Leonard Woolf, Virginia Woolf and Halide Edib” Canterbury, 2018.
Sayın Haliloğlu, Virginia Woolf’un şehrimizdeki günlerini ve daha sonra anılarında yazdıklarını incelemiş ve güzel analizini de yapmış. Tavsiyem, eğer yapabilirseniz mutlaka bu çalışmanın orijinalini internette bulup okuyun. Çalışma çok derin ve değerli gözlemler içeriyor.
Virginia’nın kocası Leonard da İstanbul hakkındaki düşüncelerini yazdı ama benim açımdan onun düşüncelerinin fazla önemi yok. Leonard şehirde gördüğü gündelik yaşam dinamizmi ve karmaşası karşısında biraz da ürkerek şehrin uluslararası bir kontrol mekanizmasına devredilmesini istemiş. Şehrin aynı gündelik yaşam dinamizmini ve karmaşasını gören Virginia ise bir romancı gözlem gücüyle, duyarlılığıyla çok daha başka sonuçlara varmış.
***
Virginia’nın şehirdeki ilk gününde yoğun bir sis varmış. Bu sis nedeniyle, cami minareleriyle ve eski binalarıyla şehir sanki yüzüyormuş gibi mistik bir şekilde görünmüş Virginia’ya.
“Sonra sis çekilmeye başladığında, son derece dinamik olan ve kendi içinde geleceğin modern şehrinin potansiyeli taşıyan şehir ilk bakışta anarşik gibi gelebilen dinamik gündelik yaşamıyla ortaya çıkmaya başladı,” diyor usta yazar.
Ayasofya’dan da çok etkilendiği belli olan Virginia Woolf, Ayasofya’nın seküler modernizmin izlerini taşıdığını söylüyor. Kiliseden kalan sembollerin örtülmesiyle ve ibadet eden Müslümanların açıkta bırakılan sembolleri görmezden gelmesiyle Ayasofya’nın geleceğin seküler modernizmin sembolik habercisi olduğunu düşünmüş Virginia.
Virginia Woolf ilk gün şehre çıkmadan önce, “Mrs. Dalloway” romanında anlatılan Bayan Dalloway’in çiçek almak için tek başına Londra sokaklarına çıktığı gün hissettiği türde bir heyecan duyduğunu anlatıyor.
***
Virginia Woolf, Orlando adlı bir karakterin 300 yıllık hayat macerasını anlattığı ve alt başlığını da “Bir biyografi” koyduğu Orlando romanının üçüncü bölümünde Orlando’nun Konstantiniye’ye büyükelçi olarak atandığını anlatır. “Bir biyografi” alt başlığından da anlaşılacağı üzere, bu romanında Virginia Woolf aslında erkek egemen bir dünyada kadının gerçek kimliğini bulabileceği bir topluma geçişin koşullarını yazmaya çalışmaktadır. Orlando karakteri bir erkek olarak geldiği şehirde birkaç gün süren uyku döneminden sonra Kafka’nın dönüşüm romanında olduğu gibi bir böceğe değil bir kadına dönüşmüş olarak uyanır. Burada ilginç olan, Virginia Woolf’un bir erkeğin kadın olması gibi radikal ve ancak 21. yüzyılın dünyasında olabilecek bir sürecin, modern ve seküler büyük şehrin potansiyelini gördüğü İstanbul’da olmasını uygun görmüş olmasıdır. Orlando da Virginia gibi, bir kadın olarak şehirdeki ilk gününde, sis altındaki minareleri bulut içinde yüzer gibi göründüğünden mistik anlam kazanmış şehre bakmaktadır. Sis çekilip şehrin gündelik yaşamı ortaya çıkınca, dönüşüme uğramış Orlando kadın olarak ilk kez günlük hayatın içine girer ve gerçeküstü denilebilecek deneyimlerini yaşar. Romanda daha sonra, Orlando bir çingene ailesiyle İstanbul’u terk eder ve Londra’ya döner. Dönüş yolunda ise “İyi ki kadınım!” diye bağırır.
