Monocle dergisinin yaşam kalitesi konferansının bu defa 10-12 Ekimde İstanbul’da düzenleneceğini öğrendiğimden bu yana ciddi bir entelektüel panik yaşadığım söylenebilir.

çünkü o konferansı bilgili, birikimli izleyebilmek için önceden okunup öğrenilmesi gereken birçok konu var.

önümüzdeki aylardaki günlerimi bu konunun belirleyeceği artık belli.

***

Monocle dergisi şehirlerdeki ve özel yaşamımızdaki yaşam kalitesini yükselten faktörleri sayarken hep o şehirde ciddi bir kafe kültürü olması gerekliliğinden bahseder.

Yaratıcılığın hikayesini incelediğim çalışmam olan ‘Kütüphanemdeki Sesler’ kitabımda sanatların, kültürün ve yaratıcılığın gelişmesi için kafe kültürünün varlığına özel vurgu yapmış olduğumdan bu konu hakkında da birkaç laf etmeden geçemedim doğrusu.

***

bir şehirde sanatın, kültürün ve yaratıcılığın gelişmesi için buna elverişli ortamın bulunması gerekiyor. Bu ortamı sağlayan en önemli faktörlerden biri de kafe kültürünün varlığı.

kafe kültürünün önemini kavramak için teorik düşünmeye bile gerek yok. Bir zamanlar dünyada sanatın, kültürün ve yaratıcı fikrin başkentleri olan iki şehri düşünmeniz yeter kafelerin önemini anlamak için.

***

bir dönemde sanatın başkenti olan Paris ve klasik müziğin ve yaratıcı fikirlerin başkenti olan Viyana kafelerin yarattığı ortamlar olmasaydı başkent olma fonksiyonlarını üstlenemezlerdi.

***

Peki kafeler yaratıcı düşüncenin gelişmesine nasıl katkı sağlıyordu? kafe kültürü bu mekanlarda insanların bir araya gelip ateşli tartışmalar yapmasına, fikirlerin gelişmesine karşılıklı katkı yapmalarının tanımı.

Paris’te bir zamanlar farklı ekollerdeki ressamların ayrı kafelerde toplanma alışkanlığı bile vardı. bu ortamlarda ressamlar kendi ekollerinin daha nasıl geliştirilebileceği üzerine tartışır, birbirlerinden öğrenirlerdi. Modern resim devriminin Paris’te oluşmasını bu kafe kültürünün yarattığı tartışma ve fikirlerin ilerlemesi ortamını düşünmeden anlamak  imkansızdır.

Hatta Paris’te kübizmi ve Picasso’nun birdenbire devrim yapmasını fikirlerinin bu kafe ortamlarında daha önce yoğun tartışılmış olmasına bağlamak da mümkün. Picasso dedikoduları dönemin favori dedikodu konusuydu.

***

Yüzyılın dönüm noktasına yaklaşan ve 20.yüzyıla hazırlanan Fin de Siecle Viyana’sının koşullarındaki yaratıcı insanlarda zaten yaygın bir huzursuzluk vardı. klasik müzikte olsun, psikiyatri gibi yeni bir alanın gelişmesinde olsun bu yaygın entelektüel huzursuzluğun ve kafelerin yarattığı tartışma ve konuşma ortamının varlığının önemi büyüktür.

Bence kafe ortamlarında yapılmış olan tartışmalar  ve ortaya konan yeni arayışlar olmasaydı Schoenberg ve öğrencileri Webern ve Berg’in klasik müzikte ikinci Viyana okulunu yaratması mümkün olamayacaktı. Bunun önemini anlatmak için Birinci Viyana okulunda yer alan isimleri saymak bence yeterli olacaktır: Haydn, Mozart ve Beethoven…

***

Keza o günlerde Freud’un üzerinde çalıştığı tezler de şehirde kafe ortamlarında tartışıldı ve eleştirildi, bu da psikiyatrinin doğmasına katkıda bulundu.

***

Şehirdeki kafe kültürü ortamını bu ortamda yetişmiş mizahçı/yazar Karl Kraus’un yazılarından okuyup öğrenmek mümkün. Onun sevgilisi Sidone’ye yazdığı mektuplardan oluşan iki ciltlik kitabı okuma projem de var.

***

Dolayısıyla bir şehirde yaşam kültürünün ve kalitesinin gelişmesinde kafe kültürünün varlığına Monocle’ın özel önem vermesi gayet tabii ki doğru.

ve bizler şehrimizde yaşam kalitesinin gelişmesine önem veriyorsak bu kafe kültürü nasıl geliştirilir onu da düşünmemiz gerekiyor.

***

tabii bu konuda bizlerin karşı karşıya olduğu bir teorik zorluk da var. dünyada kahve içme adetinin gelişmesine hayli katkı yapmış bir tarihimiz olmasına rağmen İstanbul’daki kahvehaneler Paris ve Viyana’da olduğu gibi yaratıcı ve yeni fikirlerin gelişmesine fazla katkıda bulunamadı. Bunun nedenini açıklayan bir çalışmayı ben bilmiyorum ama bunun da yapılması gerekiyor.

bu konuda teorik bir başlangıç varsayımım var. bence İstanbul’da kahvehanelerde insanlar karşılıklı içerik tartışmak, yeni fikirleri birbirlerinde test etmek yerine oyun kültürüne yenik düştü. bizim kafe ortamlarında oyun kültürü ön plana çıkınca Viyana ve Paris’te olduğu gibi yaratıcı gelişmeler İstanbul’da olamadı.

Ben bunun oluşmasında Çin’deki Mahjong oyunu kültürünün ne kadar etkisi olduğunun da araştırılması gerektiğini düşünüyorum.