1970’li yılların ortalarında benim Amerikan toplumuna bakışımı kalıcı ve yıpratıcı biçimde değiştiren bir olay New York’ta yaşandı.

Times Square’deki porno dükkanından aldığım birkaç dergiyi bulunduran sarı zarf koltuğumun altında merdivenden aşağıya inerken 42’inci caddeden hareket etmiş, Flıushing Queens’e doğru gitmekte olan 7 nolu metronun aydınlık içini  gördüm.

***

bu metro hattı Manhattan’da oturan elit insanlar tarafından ‘üçüncü dünya ekspresi’ olarak adlandırılmıştı.

yüzlerce defa binip evime gitttiğimden iyi bilirim, bu trenin içi dünyanın son derece tuhaf yerlerinden çıkıp gelmiş ve varlıklarını oluşturan çeşitli ırkların en kötü yanlarını kendi benliklerinde adeta seçip almış insan karakterleriyle doluydu.

yerli kavimler ise yine Darvinist hayata kalma prensiplerine göre kendi yerel sentezlerinin en kötü yönlerini sergileyen zenci ve hispanikle.

o gece metroda aşağı inerken loş ortamda trenin daha parlak içi korkunç görünümünü ortaya koyuyordu. genç olduğumdan o gece bir sonraki trene binebildim ama şimdi olsa katiyen binmeye cesaret edemez ve sokakta uyumayı tercih ederdim.  

açıkça söylüyorum bugün hiç durmadan ‘yaşayan ölüler’ dizileri, filmleri çeken yönetmenler o metro treninin herhangi bir vagonunu boşaltıp içerdekileri hiçbir ilave makyaja gerek duymadan direkt dizide ya da filmde yaşayan ölü ekstraları olarak çalıştırabilirdi.

***

bunu neden anlattığımı  ve Atlanta ile ne bağlantısı olduğunu merak ediyorsanız  merak etmeyin ona da geleceğim, ama bazı gerçekleri anlamanız için bu giriş kaçınılmazdı.

şimdi tabii ki o 7 numaralı üçüncü dünya ekspresindeki korkunç tipler sabahtan akşama Amerikan gündelik yaşamının hayli düşük düzeylerinde yerli kavimlerin kendileri kadar düşük temsilcileriyle sürekli iletişim, diyalog içinde oluyor.

ve sonunda bu düşük düzeyli iletişim sürdükçe kendine özgü grameri ve lehçesi bulunan bir dil, vücut dili ve davranış bozuklukları ortaya çıktı ve bunlar sıradan insanları tamamen teslim aldı.

böylece turist olarak ABD’ye kısa vadeli giden insanların görmediği ve Amerika’nın hali vakti iyi insanlarının var olduğunu pek bilmediği yeni bir insan türü sınıfı oluştu Amerika’da.

Eğer benim gibi çok paranız yoksa Amerika’da yaşamaya çalışırken bu sınıfın en kötü örnekleri ile devamlı muhatap olmak zorunda kalırsınız.

***

hiç ummadığınız yerlerde ortaya çıkabilirler. Örneğin:

1- elektronik eşya satan dükkandaki  zenci satış görevlisi kadın makinelerin bozulduğunu  söyleyerek satışları kapayacakken ben makinenin fişini takarsa sorunu ortadan kalkacağını söylediğimde dükkanın içinde bana dahi bir alman makine mühendisi kadar saygı duyulduydu. dükkanın içindeki düzeye bakın siz.

2- Empire State binasının üst katına çıkmak için asansöre bindiğimde içerde sessizce beklemekte olan kalabalık vardı. bu kalabalık asansörün hareket etmesi için düğmeye basılmasını düşünemeyecek düzeyde olmalıydı, çünkü ben çıkış düğmesine bastığımda bana ‘Sen new yorklu olmalısın’ demişlerdi.

***

hayatın çeşitli alanlarından, süpermarketlerden, çamaşırhanelerden, metro gişelerinden örnekleri çoğaltabilirim ama burada vaktiniz almayayım ve özeti söyleyeyim: göç etmiş ve göç ettiği ve onun çevresindeki yerlerin her türlü belasını deformasyonunu kendi kimliğinde senteze uğratmış tiplerle yerli kavimlerin düşük düzeyli yaşam tarzının her türlü berbatlığını kendi benliğinde iftiharla yaşatan tiplerin karışımı  sonucunda Amerika’da her an göz önünde olmayan yeni bir insan türü oluştu ve bunlar hayatın çeşitli noktalarında özellikle servis sektöründe karşınıza çıkabiliyor. 

Anadilleri olmasına rağmen katiyen Ingilizceye benzer bir şey konuşmuyor bunlar. düz mantıkları tamamen iflas etmiş durumda.

ama nedense o an saat kaç olursa olsun hep neşeliler ve hep size komik bir şey söyler gibi davranıyorlar.

***

ve konumuz açısından daha da can alıcı nokta bu yeni insan sınıfından tiplerin Atlanta havalimanındaki tüm servislerde çalışıyor olmasıydı.

özellikle araba kiralama şirketleri personel olarak bunları tercih etmiş olmalıydı.

***

dün anlattım, bu servis personeliyle karşılaşmamız için yarım sat süren otobüs yolculuğundan sonra bir de tren yolculuğu yapmış ve sonunda benim uçaktan indiğimiz yere uzaklığı yüzünden Amerika dışında bir yerde olması gerektiğine karar vermiş olduğum meşhur ‘araba kiralama merkezi’ne vardık.

tren düzeyinden kiralama merkezi katına indiğimde gördüğüm uçsuz bucaksız koridor gecenin o saatinde insanı ilk uçakla Türkiye’ye döndürmeye ikna edecek kadar korkunçtu.

sol tarafta çeşitli araba kiralama şirketlerinin gişeleri vardı. o gişelerde sabit biçimde ufka doğru bakan ve tamamen hareketsiz bazı vücutlar bulunuyordu. anladığım bu personel içnde normal beyaz insanların yer alması yasak olmalıydı. çünkü var olan beyaz personelin görümümü de sanki çoktan çıldırmışlar gibiydi.

koridorun sağ tarafında ise hayatın çeşitli darbelerini yemiş oldukları belli olan ve araba şirketlerinden o gece yedikleri son darbeden sonra tükenmiş bazı vücutlar serili yatıyordu. çoğu onları canlandıracak kokainin gelmesini  bekler gibiydi.

***

o an hiçbir şirkette müşteri yoktu, bir tek bizim araba kiralayacağımız  şirketin gişesinde muazzam kalabalık vardı. bunun anlamı yaklaşık iki gün kadar sıramızın gelmesini bekleyeceğimizdi, ama yapacak bir şey de yoktu o an.

sıramıza yaklaşırken gişedeki bence uyumakta olan bir tuhaf insan aniden uyanıp ayağa kalkıp bize bakarak uzun bir söylev verdi. isterseniz bana kızın, ama adam uzaktan bakılınca konuşan bir maymuna benziyordu. İngilizce konuşmadığından ne dediğini  bence kimse anlamadı. çünkü herkes önceden ne yapıyorsa aynen onu yapmaya devam etti ve o da tekrar uyumaya başladı.

***

ben bu cehennemden mantıki makul bir araba kiralayıp çıkabilmemizin mümkün olmadığına  ve  oracıkta ölüp direkt Atlanta’nın kimsesizler mezarlığına gömüleceğime çoktan karar vermiş olduğumdan içimi garip bir rahatlık kaplamıştı.

ama Rana ısrarlıydı. arabayı alıp Alabama’ya mutlaka gidecekti o. 

ve aldı da, ama kiralayan ile aramızda ortak anlaşma dili filan bulunmadığından biz alıştığımız benzinli bir araba istediğimiz halde bize ilk defa bineceğimiz bir elektrikli araba vermişlerdi.

bunun vahim sonuçlarını ise yarın anlatacağım.