Belki izlemişsinizdir, İsmet Berkan ile aramızda bir süredir sürmekte olan bir modern/post modern tartışması var.

özetle onun modern duyarlılığın tarafında olduğunu benim ise post modern durumda olduğumu söyleyebilirim.

umarım İsmet de benim kadar zevk almıştır bu düzeyli tartışmamızdan. Hatta seviyenin oldukça yüksek olmasından dolayı ben bir yazıda bizlerin medyanın aristokratları olduğumuzu bile yazmıştım.

ama ne kadar zevk alsam da artık tartışmayı sürdürmemizin bizleri geliştirmeye yarayacak yönü olamayacağını gördüğüm için yeni yıl başlamadan önce buna bir son versek diye düşündüm.

***

bitirelim derken bunun bir havlu atmak olarak görülmesini hiç istemem. Aksine İsmet’in konu hakkında yazdıklarını okudukça kendi post modern durumumun aslında doğru duruş olduğuna daha da ikna olmuştum. 

Doğrusu benim açımdan öğrendiğim bir tartışma süreciydi bu.

hatta bir gerçeği görmem keşke daha gecikseydi de tartışmamız daha da uzun sürebilseydi diye de düşünüyorum. 

ama maalesef o gerçeği biraz erken gördüm ve gördüğüm halde tartışmayı sürdürmek bana manasız olacak gibi görünmeye başladı.

***

şimdi görmüş olduğum o gerçeği anlattığımda umarım sizler de  polemiğimizi bu aşamada sonlandırma arzumu anlayışla karşılayacaksınız.

***

bu aşamada anlamış olduğum gerçek şu:

ismet de, ben de almış olduğumuz pozisyonlardan eminiz ve ikimiz de fikir netliğine de, düşüncemizi yazıya dökmekte yılların tecrübesinin getirdiği ifade netliğine de sahibiz. 

bu yüzden İsmet’in son yazısından sonra net biçimde gördüm ki bundan sonra yazılarımızda ne söylersek söyleyelim birbirimizi ikna etmemiz pek mümkün değil.

bir polemiğin okuyan üçüncü kişilere de yararı olabilmesi için anlaşmazlıklar dışında arada bir bazı konularda anlaşma da olması  gerekir. ama gördüğüm kadarıyla tartıştığımız konuda İsmet ile aramda bunu sağlamamız imkansız gibi.

***

Post modernistleri, yani bence beni tanımlayan en net gösterge post modernin hayatın hemen her alanını açıklayıcı olduğu iddiasıyla ortaya atılan, kapsayıcı büyük anlatılara inanmamamız ve hatta bunlara aktif  biçimde karşı olmamızdır.

Hatta post modern durumu ilk tanımlamış olan Lyotard’a göre bir post moderni post modern yapan en önemli yönü  büyük anlatılara karşı olmasıdır.

***

benim büyük anlatılara tepkim modern dönemim olarak söyleyebileceğim tarihte Marksizmin büyük anlatısında yaşadığım hayal kırıklığı ile başladı diyebilirim.

bu büyük anlatının gerçek  yaşamda kısa sürede Stalinizm’e dönüşmesi ve Stalinizmin sanat ve sanatçıya karşı vahşetinin bir diğer büyük anlatı olan faşizmden hiç farkı olmaması benim büyük anlatılara duyduğum tepkinin başlangıcıydı diyebilirim.

***

kendi entelektüel geçmişinden radikal bir kopuş olan modernizmin bütün anlatıları içerecek bir üst anlatı oluşturma iddiası vardı.

bu anlatı hem kendinden önce var olanları, hem de kendinden sonra gelebilecekleri dışlama ve yanlışlama iddiasına sahipti.

anlayacağınız bütüncül, kapsayıcı bir büyük ideolojiydi aslında modernizm.

Bilim alanında yapabilseydim bunun ismet için çok daha rahat karşılanıyor olacağını bilsem de maalesef bilim alanında örnek getirecek kapasitede değilim.

Bu yüzden konuyu sanat ile sınırlı tutarak şunu söylemeliyim ki sanatta modern anlatı kendinden önceki görme biçimlerini reddederek başladı. gerçekliğin temsiline dayalı sanatı (mimesis) reddeden bunun yerine yeni bir görme biçiminin ya da göremediklerimizin sanatını yapmayı koyan  modernizm zaman içindeki evrimiyle kendi sınırına, soyut ifadeciliğe kadar geldi. Her büyük anlatıda olduğu gibi soyut ifadeciler kendi dışlarındaki yaklaşımların hiçbirini sanat olarak kabul etmiyordu.

kendi anlatılarına, stillerine uymayan, uymak istemeyenler onlar için sanatçı değildi.

Zaten benim modernizm dahil bütün büyük anlatılara karşı olmamın asıl nedeni de bu. Onlar daima kendilerine uyan kavramlarla her düzeyde yarattıkları karşıtlıklarla, örneğin işçi sınıfı-burjuvazi, kadın-erkek, dindar-seküler, beyaz-siyah veya soyut-temsili resim gibi karşıtlıklarla hayatın bütününü anlama iddiasında olan yaklaşımlar geliştirip olabilecek alternatifleri a priori reddederler.

nasıl ki özgürlüklerin 10 yılı olan 1960’larda farklı olanı farklı yöntemlerle denemek isteyen sanatçılar çıkmışsa ve bunların ressam olanları tuvale bile klasik yaklaşımı bırakarak ve heykelcileri de eserin konacağı kaideyi bile dışlayarak yeni formatlar geliştirmişse kültürel ve siyasi alanda da hayata büyük düşünmeden, lokal ittifaklara dayalı ve o düzeyde kurulan çıkar ortaklıkları temelinde yaklaşıp (1968) yeni çözüm önerileri getirmeye başlamışlardır.

post modern modernin karşıtı olarak ortaya çıksa bile modern  dahil kendisinden önce gelen hiçbir fikri reddetmez, onlardan faydalı olabilecek fikirleri alır ve tavrını onların da içinde yer aldığı bir düşünce olarak formüle eder. Sanat jargonu ile konuşursak post modern düşünceyi bir kolaj olarak düşünün.

kendinden önce olan ve sonradan gelebilecek bütün fikirlerden önyargısız yararlanma kapasitesi olduğundan post modern büyük sorunları çözme iddiasında olan değil, daha lokal kalan daha kısıtlı hedefler için olabilecek işbirliklerine dair sorunları düşünür. Sanatı da siyaseti de bunlara dairdir.

***

yani ben geldiğim noktada hayatın zengin çeşitliliğine kolay uyabilecek, yeni ortaya çıkan sorunlar yelpazesine çözüm getirmek için uğraşacak, yeni ortaya çıkabilecek lokal sorunların çözümü için gerekebilecek her türlü lokal orijinal işbirliklerinin gerektirdiği önyargısızlığa sahip olan ve üstünde hiçbir büyük anlatının yükü olmayan, manevra sınırları geniş post modern tavır dışında hiçbir büyük anlatı ve felsefe ihtiyacı hissetmiyorum artık.

***

ismet ile tartışmamızda kopuş noktası  tam burada. 

Son yazısında İsmet ‘Baktığınızda insanlık oldukça uzun bir zamandan beri bir ‘kurucu felsefe’ arıyor. Düşünme biçimimizde bize bir sıçrama yaratacak, insanlığı bambaşka bir seviyeye taşıyacak bir büyük felsefenin peşindeyiz.

Son büyük kurucu felsefemiz Aydınlanma Felsefesi ve onun beraberinde getirdiği ‘Modernizm’di.

Modernizm insanı feodal düzenden aldı kapitalizme soktu. Sanayi Devrimi ve bugün sahip olduğumuz modern hayat bu felsefenin ve o felsefeye dayalı bilimin bir ürünü.

Ve hepimiz dönmüş, filozoflara bakıyoruz aslında. Çünkü farkında olalım olmayalım günümüz dünyasında en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, aslında bir yeni kurucu felsefe.

Ama ne yapayım ki, bana göre gerçek de bu: İnsanın bugünkü en büyük ihtiyacı sahiden de kurucu bir felsefe.

O kurucu felsefenin Serdar Turgut’un bu aralar fazla haşır neşir olduğu için ister istemez beğenip benimsemeye de başladığı post-modernizm olmadığını söylememe bile gerek yok herhalde’ diyor.

Aramızdaki farkın bir ideolojik yaklaşım farkı olduğu görülüyor.

o insanlığın yeni bir kurucu felsefeye ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Ben ise yeni bir büyük anlatıdan mümkün olduğunca kaçarak her türlü fikirden parçalar alıp durumun o an gerektirdiğine uygun tavırları almama elverişli yaklaşımların doğru olduğu düşüncesindeyim.

Anlayacağınız aslında bizim aramızda ideolojik yaklaşım farkı var ve bu tür  ideolojik farklılıkları polemiklerle çözmek neredeyse imkansız olduğundan tartışmamıza son versek diyorum.

ismet ‘O kurucu felsefenin Serdar Turgut’un  bu aralar fazla haşır neşir olduğu için ister istemez beğenip benimsemeye de başladığı post-modernizm olmadığını söylememe bile gerek yok herhalde’ diyor yazısında. Aslında söylenmesi gerekiyordu, çünkü onu tahmin etmeyeceği kadar fazla insan çözümün post modernde olduğu fikrinde. 

Habermas post modernin biraz erken oraya çıktığını, çünkü modernin daha çözmesi gereken ve çözebileceği bazı sorunların var olduğunu söylüyor. İsmet gibi Habermas da modernden ümit kesmiş değildi.

bir kurucu felsefe olmak iddiasında hiç olmayan ve kendini reddetmeden olamayacak da olan post modern İsmet’i de arayışından kurtaracak bir sistem olabilir. Açık söyleyeyim, bu polemiği sürdürmesek de ben onu kurtaracak düşünceye sonunda gelirse burada bekliyor olacağım. 

Aradığı kurucu felsefeyi bulsa da bulmasa da onu bekleriz çünkü yeni felsefe bulunduğunda ondan unsurları da kendi yeni dünyamızda kullanacağımızdan emin olabilirsiniz.

Hatta İsmet isterse ilerde onun çok önem verdiği aydınlanma felsefesini de tartışırız. tartışmanın içinde Heideggerci ya da derridacı ‘Batı metafiziğinin sonu’ tartışmasını da yapmak şatıyla.