Bir gün bir telefon gelir ve telefonun diğer ucunda on beş yıl önce çalıştığınız yabancı bir ülkeye sizi ve işinizi ziyarete gelen sevdiğiniz gazeteci bir ağabeyiniz vardır. Evet ara sıra mesajlaşma ve konuşmalar yaşanmıştır ama işinden ayrılıp yeni bir aşamaya geçmek için uğraşan siz “neden aradı acaba” diye düşünürsünüz.
10 Haber adında bir gazete çıkardık, yazar mısın, diye sorar. “Benden ne olmaz” listesi yap deseler listemde olacak köşe yazarlığı mı? Haftada iki mi?
“Birkaç deneme yazıp yollayayım, siz karar verin” diyerek kırmadan ve umut vermemeye gayret edilen kısa bir telefon görüşmesi. İşte o günden bugüne kadar tam 100 yazı oldu. Haftada iki defa, hiç ara vermeden.
Mesela bu yazıyı Rusya Sibirya’da, Ulan Ude adlı şehirden yazıyorum. Sabah sabahın 04.33’ü. Önce Moskova, oradan İstanbul uçağına binip gece yarısına doğru eve gireceğim.
Çocukken okuduğum Cumhuriyet’ten bilirim. Sevdiğimiz yazarlar hasta ya da izinli olduklarında ‘Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullanmaktadır, yazılarına bir süre ara vermiştir’ yazardı sütunlarında. Biz de üzülürdük, acaba kaç gün okuyamayacağız diye; genelde okumaya sevdiğim köşe yazarlarından başlardım.
Burada öyle değil. izin, hastalık, ara, tatil yok. Her çarşamba ve pazar nerede olursan ol, yazı yazılır ve gönderilir.
‘Deneyimlerimin gençlere ve genç yöneticilere ilham verdiğine ikna oldum’
Açıkçası başlarken biraz zorlanacağımı düşünsem de yazdıkça ve aldığım mesajlarla uzun yıllar farklı ülkelerde yaşadığım deneyimlerin özellikle gençlere ve genç yöneticilere ilham verdiğine ve onların işine yaradığına ikna oldum.
Hayattaki amacım bu yaşıma kadar aldıklarımı ve öğrendiklerimi geri vermek ve işe yaradığını görmekse yazma işi amacıma oldukça hizmet eden bir işe dönüştü diyebilirim.
Konu bulmakta zorlandığım günler de oluyor. Ne olursa olsun her çarşamba ve pazar sabahı yazmak için bilgisayara oturuyorum. Seyahate denk gelirse çok nadir de olsa cep telefonu kurtarıyor beni.
Ara sıra kendi iç sesim “Haftada iki değil bir defa yazmak istiyorum, bu beni zorluyor de” diyor. Ama sonra “devam” diyorum.
Yazacağım konuları genelde önceden belirleyip cep telefonuma küçük küçük notlar ya da ses kayıtları alıyorum. Genelde yürürken ya da araba kullanırken aklıma iyi fikirler geliyor.
Aslında hiçbir yazıyı tek başıma yazmıyorum. Fikirler ve düşünceler o haftaki buluşmalarımda kişi ya da kişilerle yaptığım konuşmalardan aklıma girenler ya da onların çağrıştırdıkları. İçinde bol miktarda araklama ve esinlenme var. Olmazsa olmazdı.
Benim için yansıtma yazısı zamanı, ikinci defa bu hakkımı kullanıyorum. Konusuz ve gündemsiz, kendime odaklanıp kendimi ve süreci anlattığım.
Not aldığım fikirleri önüme koyup düşüncelerimi akıtmaya başlıyorum, genelde kesmeden ve biriktirmeden. Başlayıp bitirene kadar yazıyorum, seçtiğim fontta dört çoğu zaman beş sayfaya kadar yazıyorum. Bazen çok hızlı akıp altıncı sayfada kendimi zor dizginlerken bazen üç veya dörtte takılıyorum, akıtmakta zorlanıyorum, hatta tekrarlıyorum.
Deneyim ve hikayelerimin geçtiği yazıları daha çok seviyorum, daha kolay yazıyorum. Zaten o yazılar daha çok okunuyor ve beğeniliyor. Açıklıkla yazılan ve aslında merak edilen deneyimlerin okunması daha çok oluyor.
Bol seyahatli dönemlerde bilgisayar hep yanımda oluyor.
‘Rutini bozmamaya çalışıyorum, yazı biriktirip sonra onları yollamıyorum’
Mesela son dört haftanın yazısını üç farklı ülkede dört farklı şehirde yazdım. Sadece biri kendi masamdaydı, diğerleri farklı otel odalarında. Bu yazı ise fotoğrafta göreceğiniz havaalanı kafesinden.
Rutini bozmamaya çalışıyorum, yazı biriktirip sonra onları yollamıyorum. Çoğunu aynı gün yazıyorum, eğer uçak ya da araba yolculuğu varsa bir gece önceden yazıp yolluyorum.
Üzerine odaklandığım ya da düşündüğüm konuları daha çok öne çıkartıyorum. Daha sıcak ve taze konular yazmak daha çok heyecanlandırıyor.
Her yazıyı en az bir buçuk, en fazla iki saatte bitiriyorum. Yazı bitip yollamadan önce en az üç kez daha okuyorum, hataları ve anlam bozukluklarını düzeltiyorum.
İlk dönemlerde düzeltme işi için Moskova`da gazeteci arkadaşımdan destek alıyordum. Onun işleri yoğunlaştıktan sonra bana öğrettiği metotlarla kontroller de bana kaldı.
Arada bir yazı gittikten sonra “Şu cümlede tam ne demek istedin, bir daha bakar mısın” telefonları da alıyorum. Hemen düzeltmemi yapıp geri yolluyorum.
Başlangıçtan beri her yazı yayınlanınca Linkedin ve İnstagram’a yeni yazıdan bir bölüm koyuyorum. Yazıların altına gelen yorumları okumak için sabırsızlanıyorum. İyi ya da kötü yapılan tüm yorumları değerlemeye alıyorum.
Yazıların içinde geçen tüm olaylar ve kişiler gerçek. Kurmaca hiç bir yazı yazmamaya gayret ediyorum. Yaşanmış ve dersler alınmış ve paylaşmanın etik ve uygun olduğu örnekleri paylaşıyorum.
Hatta bazen yazının altına o anları ve anıları birlikte yaşadığımız arkadaşların yazması beni ayrıca mutlu ediyor.
Değişik yerlerde tanıştığım eski veya tanıştığım yeni dostların o gün yayınlanan yazıya ilişkin yorumlar yapması o gün bana çok iyi hissettiriyor.
Bu konuda bir puanlama sistemi var mı bilmiyorum, ama benim kendi puanlama sistemim özellikle LinkedIn’deki beğeni ve okunma sayısı. İnsan çok takmıyorum dese de rakamlara gözü takılıyor. Bazı yazılar yirmi binlere kadar okunurken bazı yazılarını iki bin okumada kalıyor. Bu sadece Linkedln için geçerli, gazete bu konuda bir sayı vermiyor. Ama LinkedIn sürekli kaç kişi okudu, diye gönderi yollayıp seni kışkırtıyor.
Gazeteyi az sayıdaki ziyaretlerimde bu konu ile ilgili çok ketum olduklarını artık öğrenmiş durumdayım. Yine de arada “Yazılarım okunuyor mu, nasıl gidiyor” diye sormaktan geri durmuyorum.
Bazen bildiğim konular yerine daha çok konuşulan ve benim de az bildiğim konuları yazma gereği duyuyorum. İşte o zaman konuya hakim arkadaşlardan bilgi istediğim ya da derin araştırmalara girdiğim oluyor.
Sonuçta gazeteci değilim, benden ilk istenen de oydu, “Hızlı değişen iş dünyasında gördüklerini deneyimlerini birleştirerek” yazar mısın?
Benim de iş hayatım ve tüm deneyimlerim bana özel.
Kurumsaldan çıktıktan sonra işimi kurup danışmanlık ve diğer yaptığım işbirlikleri sayesinde çok sayıda yeni şirket ve insanla tanışıyorum.
Bu benim iş dünyası ile bağlarımı daha da güçlendiriyor. Tek bir şirket ile ilgili değil, farklı sektörler, ülkeler ile de değişimi yakından takip etme şansı veriyor. Bu da bana yazarken oldukça fazla konu yaratıyor, malzeme veriyor.
Girişimlerden, kurumlardan, derneklerden farklı iş yapan farklı kişilerle tanışmak beni çok besliyor.
Ben de hem geçmişte biriktirdiklerimi hem de yeni öğrendiklerimi harmanlamaya ve yazarak işe yaramasını hayal ettiğini umduğum insanlara ulaştırmaya çalışıyorum.
Geçen yıl yazmaya başlayana kadar kendime aldığım notlar dışında yazı yazma alışkanlığım hiç yoktu. Kısa notlar ve hızlı mesajlarla işimi ve konularımı çözdüm yıllarca.
Hiç oturup yazacağımı düşünmemiştim. Ama şimdi, ‘evet’ dediğim ve kendimi zorladığım için mutluyum.
Benim de kendimi keşfetme, öğrenme yolculuğuma ve araştırma kaslarımın gelişmesine yardımcı oldu ve olmaya devam ediyor.
Bakarsınız bu yazdıklarımı bir gün bir kitaba bile çeviririm.
Neden olmasın?