Yeni yerler görmek ve  yeni bilgiler öğrenmek için zaman bulmak önemli. İlham ve örnek alacağımız insanları bulmak için, özgür olmak gerekiyor. Bunları yaşamak için de yavaşlamak, durmak lazım.

Kendimize rol model alacağımız insanları seçerken benzer alanlar veya işler yapması gerekmiyor. Hatta mümkünse yepyeni alanlarda yapılmamışı yapanları ve iz bırakanları seçmek bana daha ilham verici geliyor.

Rowena Cade 1930’ların başında annesiyle yerleştiği köyde tiyatro olmadığı için evinin okyanusa bakan bahçesine basit bir sahne kurarak tiyatro oynamaya davet etmiş. Sonra da inanılmaz bir vizyonla ve bahçıvanı ile birlikte Atlantik Okyanusu kıyısındaki dev kayalıkların üstüne bir tiyatro sahnesi ve oturma yerleriyle birlikte bir açık hava tiyatrosu inşa etmiş.

Bir ay duracağımı ve yürüyüşe çıkacağımı yazdığım için gazeteden kimse aramaz ve sormaz diye düşünmüştüm ama yanılmışım. İlk yazmam gereken gün beklenen telefon geldi ve ‘yazını bekliyoruz’ dedi tanıdığım ses.

İşte bu nedenle yürüyüş süresince ilham aldığım ve size de ilham olabileceğini düşündüğüm konuları yazmaya karar verdim.

Bayram tatili molaları  son yıllarda bizim için yürüyüş tatillerine dönüştü. Dört kişilik ekibimizle son 10 yıldır 10 günlük yürüyüşler yapmaya başladık. Önce trenle Konya, arkasından Erzurum ve Bayburt, Tunceli ve çevresi, Van ve çevresi, sonra bir adım dışarı Tiflis ve çevresi, yine hızımızı alamayıp Prag ve çevre kasabaları, Hırvatistan’ın yürüyüş rutları derken bu sene İngiltere’nin en batısında hiç bilmediğim ve görmediğim Cornwall’da bulduk kendimizi.

Bizim yürüyüş turları biraz da yeni keşifler demek

Tüm rezervasyonları bir sene önceden yaptık, aylar öncesinde nerede kalacağımızı, nerede yiyeceğimizi kararlaştırıp rezerve ettik. Kalacağımız yerler genelde o kadar küçük köy ve kasabalar ki kalacak ve yemek yenecek ‘tek’ yeri var.

Bizim yürüyüş turları biraz da yeni keşifler demek. Elimizde rut planı ve harita ve nerede neyi göreceğimizi anlatan kitapçıklar ve yol uyarıları. Köy kasaba yürüyüp on gün boyunca hiç araca binmeden önceden belirlenmiş rutları takip ederek yürüyüşü tamamlıyoruz. Her sene yeni bir yer, yeni bir heyecan demek.

İngiltere’nin en batısında en son kara parçası Cornwall’da, St. Ives bölgesinden sahil yürüyüşüne başladık. St. Ives’a Londra’dan trenle yaklaşık beş saatte ulaştık.

St. Ives’ın ünü deniz kıyısı olması yanında yıllar önce çok sayıda sanatçının yaşamak ve üretmek için burayı seçmesinden geliyor. Harika bir sahil kasabası, mutlu sakin ve köpek seven sakinleri var.

St. Ives’ta ilk dikkatimizi çeken restaurant ve bar sayısından çok sanat galerisi ve artist atölyesi olması. St Ives ve müzelerini yürüyüşü bitirip gezdikten sonra anlatmak için sonraya bırakıyorum.

Daha önce de okyanus kıyısında suyun gel git olayını gözlemiştim ama sabah, öğle ve akşam bu kadar büyük farkla olduğunu ilk defa burada yaşadım. Gece ve gündüz arasında su dört metreye kadar önce alçaldı ve sonra tekrar yükseldi. Her sahilde yazılı tabelalarda en yüksek ve en düşük su saatlerini gösteren tabelalar var, ayın durumuna göre yükseklik her gün değişiyor.

Akşam yatarken limandaki tüm tekneler kumun üstünde kalarak ilginç bir görüntü oluşturdu. Ertesi gün aynı bölgede insanlar denize giriyordu.

İlk yürüyüş günü St Ives’dan Mousehole’a dağ bayır geçerek yürüdük. Zorluk derecesi başlangıç için iyiydi. Zorluk derken iki şey önemli; biri yolun uzunluğu, ikincisi yoldaki yükselti. Ne kadar yükselirse o kadar tepelere inip çıkıyoruz demek.

Özellikle ikinci durağımız olan ‘sıçan deliği’ köyünde (Mousehole) pub’ın üstündeki beş odalı küçük otelimizdeki odadan suyun çekilmesini ve geri gelmesini çok yakından izledik.

İkinci günü denizin üstünde bulunan St. Michael’s Mount’ın kalesini ve bahçesini görmeye ayırdık. Öğleden sonra da yine yürüyüş yaparak sahil kasabalarını gezdik.

St. Michael’s Mount sahile yakın küçük bir ada ve üstünde dev bir şatosu var. Adaya geçerken gündüz 11’de denizin alçak olduğu bir zamanda yaklaşık bir kilometrelik taş bir yoldan kaleye yürüdük ama üç saat kale ve çevresini gezdikten sonra geriye yükselen su nedeniyle teknelerle dönebildik.

Sıçan deliği (Mousehole) köyünden erkenden çıkıp en zorlu sahil yürüyüşümüze başladık. Öğleden sonra şiddetli yağmur yağacağını bildiğimiz için biraz hızlı olmaya çalıştık. Neredeyse sekiz saat boyunca 4-5 ev bulunan mini yerleşimler dışında hiçbir yerleşim yeri yoktu.

Portcurno’da 1870’e kadar insan yaşamıyormuş

Küçük pansiyonumuzun ve Minack Tiyatro’nun olduğu Portcurno’ya akşam üstü vardık. 1870’e kadar insanın yaşamadığı bu köye deniz altından kablolar döşenerek Hindistan Mumbai şehri ve Birleşik Krallık arasında deniz altından telgraf bağlantısı kurulmuş. Denizaltıların haberleşmesi buradan bağlanan kablolarla sağlanmış. Kasabada kurulan ilk bina telgraf binası olmuş, bugün ise müze olarak geziliyor.

Bizim yürüyüş turunda burayı konaklamak için seçmemizin özel nedeni ise Rowena Cade adlı kadının evinin bahçesindeki kayalığın üstüne bir açık hava tiyatrosu inşa etmiş olması.

Bugün dünyanın en eşsiz tiyatro sahnesi Rowena’nın bahçıvanıyla birlikte yıllarını vererek her kış elleriyle taşları kırıp yerleştirdiği Minack Tiyatrosu olabilir.

İşte biz de bir akşam bu unutulmaz manzara eşliğinde bir müzikal izledik. Yılda 230 bin ziyaretçinin geldiği bu tiyatro 90 yıl önce inatçı bir kadının vizyonu ve çok çalışmasıyla  ortaya çıkmış. Yağmur altında 300’e yakın seyirciyle birlikte 30 kişilik oyuncu ekibinin yağmur altındaki performansını alkışladık. Ünlü İngiliz yazar Jane Austen’in Gurur ve Önyargı romanından uyarlanmış 17. yüzyıl dönemini anlatan oyunu izledik.

1932 yılında Rowena ve bahçıvanı Billy, Rowena’nın bahçesindeki ve kayalıkların üstündeki taşları kırarak setler oluşturmaya başlıyor. Ve yıllar süren bu uğraş belki de dünyanın en eşsiz tiyatrosunu yaratıyor. Rowena artık benim yeni ilham kaynağım ve  her yerde bir kadının yıllarca ve elleriyle tiyatro inşa etmesini anlatacağım.

Yürüyüşün dikkat çekici başka yanı ise hayvanlara verilen değer. Her gittiğimiz restaurant ve kafede köpekler için su ve mama ücretsiz olarak özel bölümde bekliyor. Köpeksiz yürüyen ve seyahat eden çok az insanla karşılaştık. Bindiğimiz otobüslerde yanımda veya karşımda sahibiyle seyahat eden ve koltuklarda oturan güzel köpeklerle seyahat ettim. En son yemek yediğimiz kafede hepimizin dikkatini köpek yemek menüsü çekti. Her canlıya duyulan saygı aynı.

Yine bir köyden yürüyüş için bir köyden geçerken gördüğümüz sadece doğada yaralanan kuşları tedavi etmek için 1928’de kurulmuş bir vahşi kuş hastanesi dikkatimizi çekti. Denizlerdeki petrol sızıntılarından etkilenen sekiz bin deniz kuşunun tedavisi burada yapılmış, şimdi bir vakıf tarafından işletilmekteymiş.

Dağ tepe tırmanırken ve güneş tepedeyken terlemenin keyfi bambaşka

Asıl benim için en büyük zenginlik yürüyüşlerde yaşadığım özgürlük hissi. Dağlarda yürürken, okyanus kıyısında keçiler gibi 500 metreye tırmanıp inerken aklımdan geçen ve iyi hissettiren his tam olarak bu.

Toplantılarda ve yönetim kurularında tüm klimalar çalışırken terlemek yerine dağ tepe tırmanırken ve güneş tepedeyken terlemenin keyfi ise bambaşka.

İşte bunları yaşamak için yavaşlamak, durmak lazım. Üstelik özellikle kayalıkların dik olduğu yerlerde yükseklik korkumdan dolayı arkamı dönüp yürüyüş sopalarıyla kendimi yere yapıştırıp, geri dönmeyi düşünsem bile bu özgürlüğü yaşamak için devam etme kararı verip yola devam ediyorum.

Bilmediğim çok şey var ve bunu bilmek beni mutlu ediyor. Yeni yerler görmek ve  yeni bilgiler öğrenmek için zaman bulmak önemli.

İlham ve örnek alacağımız insanları bulmak için özgür olmak gerekiyor.

Zorluklar, yorgunluklar, acılar çekilse de sonunda işte buna değdi diyebilmek ise paha biçilemez.