Hayatımız sadece iki opsiyondan ibaret değil: çalışmak ya da çalışmamak. Sadece ikisinden birini seçmek de çözüm değil. Hayatımızın en önemli kelimesi artık “denge” oldu.

Hayata sanki daha çok dert etmek ve dert çözmek için gelmişiz. Aralarda biraz da kendi hayatımıza bakıyoruz. Ama genelde kafamız, elimiz, gözlerimiz, tüm diğer organlarımız ve duyularımız bir meseleyi çözmek için çalışıyor: Ev, iş, çocuk, aile büyükleri, sokak hayvanları, memleket meseleleri… Hepsi bir arada.

Biriktirdiklerim, öğrendiklerim, yeteneklerim, becerilerim, öğreneceklerim, eğitimim, hatta günlük hayattaki gözlemlerim veya alışverişlerde raflarda gördüklerim bile kafamda kendi işime, işlerimle ilgili bir çözüme, bir formüle dönüşüyor.

Çevremizde, mahallemizde, dünyada o kadar çok büyüklü küçüklü mesele var ki görmezden gelmek bir yere kadar mümkün.

Biz insanlık olarak geliştikçe, keşifler ve yenilikler yaptıkça işlerin daha iyiye gideceğini, daha adil hatta sınırsız bir dünyada yaşayacağımızı düşünmüştük. Ama işler gittikçe çığırından çıktı.

Teknoloji, yeni buluşlar ve arkası gelmeyen yeni fikirler, işleri iyiye değil kötüye götürdü. Eskiden çok sayıda küçük ama çözülebilir dertlerimiz varken şimdi “evrensel” ve çözümü daha zor ya da daha büyük işbirlikleri gerektiren dertlerimiz var.

Eskiden gelişmemiş ülkelerin garip ve saçma problemleri varken, şimdi en gelişmiş ülkeler bile bizim 20 sene önceki sorunlarımıza benzeyen sorunlarla boğuşuyor.

Biz gelişmekte olan ülkeler (ne demekse; basitçe gelişmemiş, gelişmemek için direnen veya engellenen bence daha iyi tanımlar) çok gelişmiş ülkelere benzemeye çalışırken onların bize benzemesini şaşkınlıkla izliyoruz. Çözüm önerimiz de yok.

Bu gelişmelerin hepimizde yarattığı huzursuzluk, endişe, korku ve özgüven kaybı çok büyük. Bu sarmaldan çıkmanın bendeki en iyi yolu, aynı kafada insanlarla birlikte olmak, hız kesmeden üretmek ve üretme mikrobunu yaymak. Evet, dertler büyüyor ve çözülemez bir noktaya gidiyor. Acilen ve hatta hemen ‘o’ ortakları bulmalıyız.

Hangi meseleyi dert edinip ona çözüm bulmak istiyorsak, ister iş ve girişim, ister mahalle derneği, ister yeni bir STK, isterse bir kitap olsun, her türden dert ortaklarımızı bulmamız lazım.

Etrafımız dertlerle dolu ve başa çıkmamız zor diyoruz, ama biraz daha dikkatli bakarsak etrafımızda çok sayıda aynı derdi dert eden “ortak” olduğunu göreceksiniz.

Yeter ki görmek isteyin. Gerisi kolay; ikisini birleştirin. Ortaya çıkacak sonuç: “Dert ortaklarınız” yanınızda.

Çözmek istediğiniz derdi masaya yatırın, iyi tanımlayın ve anlatın. Çevrenizde bu derde çözüm aramak isteyen insanlara çağrı yapın. Sonra birlikte bir takım anlaşması yapın.

İş yolda çatlamasın; konuşun, tartışın, başa dönün, silin baştan yazın. İçinize sinsin. Güvendiğiniz insanların kapısını çalın ve sorun. Eminseniz, hadi çıkın yola. Yolda ayar verin, belki baştan yaratın.

11 Adımda Eyleme Geçme

Sonuç olarak bir derdi çözmek için yola çıkma cesareti gösterirseniz, 11 adımda süreç şöyle işleyecek:

(Not 1: Biz iş dünyası kafası böyle anlar diye adım adım yazıyorum, gençler bu bölümü atlasın. Not 2: Adımları sadece yazıyla değil bir, iki diye sayılarla verince okunma artıyor, onu da buraya yazmış olayım.)

1-Dert ettiğiniz konu için ilk adımı atın, mesela Linkedin’de bir yazı yazın veya ilk eyleminize geçin.

2- Önce aynı derdi olanlar sizi uzaktan bir takibe alır.

3- Yakın arkadaşlarıyla sizi ve yaptıklarınızı konuşmaya başlar.

4- Artık dayanamaz ve hiç tanımadığı size bir mesaj atar.

5- Sizin ona yazacağınız mesajla umutla dolar ve ateş basar.

6- Bu konuda kendi yaptıklarını ve yapmak istediklerini yazar.

7- İşte hastalık bulaşmıştır, yazdıklarını size yollarsa iş tamamdır.

8- Sizden gelen maille ilk buluşma gerçekleşir.

9- Ne yaptığınızı anlattığınızda onun da nasıl katkı sağlayacağı konusunda bir anlaşma yapılır.

10- Periyodik buluşmalar ve iş takipleri konuşulmaya başlanır.

11- Artık tek başınıza değilsiniz, daha arkanızdan gelecek çok insan tanıyorum.

Hadi harekete geçin!

İşte asıl mesele: Hangi meseleleri çözmek için zaman ayırmak ve işe yaramak istiyorum?

Gencecik yaşlarımda “Bu çalışma ve üretme ne zaman bitecek” sorusunu kendimize ne çok sorardık. Hiç bitmeyecek gibi gelirdi. Askerlikte eskilerin, her yeni gelene daha kapıdan girişte keyifli keyifli “Senin askerlik bitmez” dediği gibi.

Her yaşta, her dönemde çözmek istediğimiz meseleler değişebiliyor. Sebebi net: Biz değişiyoruz.

Bana en çok ilham verenler; sessiz, sakin, kimseye görünmeden ve göstermeden üretmeye devam edenler. Aslında çok büyük işler yapıp kimsenin görmesini ve konuşmasını önemsemeyenler. Kimsenin ne dediğine bakmadan yoluna devam edenler.

Yaptıkları işi duyurmaktan değil, işe yaramasından heyecan duyanlar. Yaşı kaç olursa olsun, kendini başkalarıyla karşılaştırmayanlar. Her zaman en önemli işi yaptığını düşünerek kendisiyle yarışanlar. Hep daha iyiyi yapmak için düşünenler ve uğraşanlar.

Bir de beni en çok “el”le yapılan işler etkiliyor. Bu bazen bir duvar ustasının el işçiliği, bazen bir yufkacının unu ve suyu yufkaya, mantıya dönüştürmesi, bazen de bir mimarın, heykeltıraşın ya da bir botanik sanatçısının şahane işleri oluyor.

Bence sanatçıların kafaları bizden kesin farklı çalışıyor

Bazılarını sosyal medyadan takip etmeye çalışıyorum, yaptıkları işlerden besleniyorum. Yaptıklarını görmek, sergilerine gitmek, her gittiğim ülkede müzeleri gezmek ve onların ürettiklerini içime çekmek beni daha pozitif ve daha çok üretmeye ateşliyor.

Bence sanatçıların kafaları bizden kesin farklı çalışıyor. Yapılmamışı yapmaktan korkmama ve bireysel tüm riskleri alarak sonuna kadar hayata geçirme aşkı tarif edilemez.

Takip ettiğim sanatçılardan biri de botanik sanatçısı Işık Güner, nam-ı diğer “benyeşil.” Rize, Çamlıhemşin Kaçkar Dağları’nda yaşıyor ve bitkilerin peşine takılıp dünyayı gezip onları resimliyor.

Geçenlerde biyoçeşitliliğin ve vahşi habitatların kutlanmasını, kaybını ve korunmasını konu alan “Habitat” adlı bir kitap yayınladı. Kitabın ilk sergisi vahşi habitatın tam kalbinde, Fırtına Vadisi Çinçiva İlkokulu’nda açıldı; sergi 1 Aralık’a kadar açık.

Ancak botanik resimleri tüm dünyada sergileniyor, kitaplarda yer alıyor, botanik konusunda dünyanın en iyi üniversitelerinde ders veriyor ve dünyanın en iyi bitki ressamlarından biri olarak tanınıyor. Benim de haberim yoktu. Bir arkadaşım pandemi döneminde bitki ressamlığı öğrenmek için İskoçya’daki bir üniversiteden kurslara katılınca, hocalardan birinin Türk olduğunu o zaman öğrendim ve takibe aldım.

Bize bir İngiliz arkadaşımın babası BBC’de görüp haber verdi

Yine en sevdiklerimden; Sevgili Mimar Emre Arolat’ın sanat eserlerinden Büyükçekmece’de 2013’te açılan Sancaklar Camii. İstanbul’daysanız ve görmediyseniz mutlaka görün; İstanbul dışındaysanız ve geldiğinizde mutlaka ziyaret edilmesi gereken listenize ekleyin. Tüm dünyadan mimarlar, mimarlık öğrencileri ve turistlerin gezi listelerinin ilk sıralarında yer alıyor.

Bizim nasıl duyduğumuzu da utanarak yazıyorum: İstanbul’da yaşayan bir İngiliz arkadaşımın babasının BBC Haber kanalında Sancaklar Camii haberini görüp haber vermesi ile radarımıza girdi, gittik ve büyülendik.

Belki haftada bir en sevdiğim sanat eserini, bir yazarı, bir mahalleyi ya da bir lokantayı paylaşmaya başlarım. Sadece biriktirip kendime saklamak yerine beni heyecanlandıran işler, mekanlar ve insanları paylaşırım. Siz de sevdiklerinizi paylaşırsanız bu bir alışverişe dönüşebilir. Bu birikimler beni harekete geçiren örnekler oluyor çoğu zaman. “Ben de yaparım” diyorum; o zor şartlar altında riske girip kendi işini yapabilmişse, hadi, sıva kolları!

Hayatımız sadece iki opsiyondan ibaret değil: Çalışmak ya da çalışmamak. Sadece ikisinden birini seçmek de çözüm değil.

Hayatımızın en önemli kelimesi artık “denge” oldu. Kendimizi hem üretirken görmek hem de iş dışında kendimize iyi gelen şeyler yapmak, ya da belirli aralıklarla kısa veya uzun molalar verip güç toplamak ve daha mutlu, heyecanlı sahalara dönmek.

Elle bir şeyler üretmeyi önemsiyorum. İşimiz ne olursa olsun, dengemizi bulmak için aradığımız işi yaratmaya şimdiden başlanmalı. Bu iş bahçe işleri olabilir; resim, sanat, kültür işleri olabilir; tamir veya maket işleri olabilir; tahta oyma veya benim merakım olan kilim örme olabilir.

İlgilendiğiniz alanlarda dünyada olan biteni takip etmek, köklerine inerek bu işi iyi yapan insanların sergilerini, konferanslarını takip etmekle de kendinizi daha hızlı geliştirmeniz mümkün.

Belki de yıllar sonra öğrendiğiniz bir el işini daha uzun yaşatmak ve gelecek kuşaklara bırakmak, sizin için dert edilecek bir iş olacak.

Çok heyecanlı değil mi?

Derdin derdimdir.

En kötü kariyer tavsiyesi: Özel hayatla işiniz arasında denge kurun

Çocuğun olsa dert olmasa dert!