Gittiğim her yerde tanıştığım ve konuştuğum insanlarla tek boyutlu, tek işli, tek renkli olmak yerine çok boyutlu olmayı konuşuyoruz. Tek boyutlu ne mi demek? Tüm kaynaklarını, enerjini ve vaktini tek bir işe veya konuya odaklamak demek. Kartvizitinde ne yazıyorsa onun dışında hiçbir konuyla ilgilenmemek demek. İş çıkışlarında ya da hafta sonlarında ilgini çeken bir konuda araştırma yapmamak, kitaplar okumamak, sivil toplum kuruluşlarında yer almamak demek.
Hayatın anlamını bulmak demek iddialı olur ama eş zamanlı farklı işler yapmak, hatta denemek, hayatla ilişkimizi değiştiriyor ve kolaylaştırıyor. İnsanlar tanışma esnasında bana dönüp “Sizi Hakan Aran’la yaptığınız podcast’te dinledim” veya “Sizi genel müdürken okulumuza geldiğinizde konferansta dinlemiştim” ya da “Sizi Genwise’dan takip ediyorum” diyerek farklı kanallarda farklı işlerimi ve mesajlarımı takip ettiğini söylediğinde bu beni de besliyor.
Aynı CEO aynı anda 2-3 şirketin yöneticisi olacak ve işler tıkır tıkır yürüyecek
Oldum olası, tek konuya odaklı olmak yerine çok boyutlu ve çok konulu olmayı sevdim. Hatta artık gelen iş tekliflerine-diğer sevdiğim işlere de zaman ayırmak için- ‘haftada iki gün olursa düşünebilirim’ cevabını veriyorum. Biliyorum ki bu teklife evet diyecek bir şirket daha bizim karasularımızda yok.
Hep beraber göreceğiz; 5-10 yıl içinde üst düzey ve tüm pozisyonlarda gig bazlı çalışma daha yaygın olacak. Aynı CEO aynı anda 2-3 şirketin yöneticisi olacak ve işler tıkır tıkır yürüyecek. Aynı patron nasıl ki beş farklı sektörde veya onlarca ülkede iş yönetebiliyorsa çok boyutlu yönetici özelliklerine sahip kişilerin de farklı alanlarda işleri odaklanarak ve keyif alarak yöneteceğini düşünüyorum.
Treni tercih eden yolcular kimler?
Geçen hafta Ankara’ya yaptığımız geziden edindiğim bazı gözlemleri de sizinle paylaşmak isterim. Son dakikaya kadar nasıl gideceğimize ve nerede kalacağımıza karar veremediğimiz için havanın kötü olduğunu fark edip otomobil yerine trenle gitmeye karar verdik. Dolu vagonlarda sunumlarımızı tamamladık, Zoom görüşmelerimizi bitirdik, hatta sessiz olmamız gerektiği konusunda uyarımızı da aldık. Hem giderken hem dönerken gözlemim treni tercih eden yolcuların daha sakin, daha nazik ve gerçekten ‘hayatı yavaş yaşamayı sevenlerden’ oluştuğuydu. İnerken binerken, otururken bir koşturma yaşanmadı; tren durunca “önce ben” inicem gibisinden bizim normalimiz durumlar da olmadı. İnenler sırayla ve yavaş yavaş indi. Uçaklarda yaşadığım İstanbullu deneyiminden farklıydı. Yolculuğu ortağımla beraber yaptık ve yolda uzun zamandır yapamadığımız pek çok şeyi gidiş ve dönüşte trende hallettik. Bitmeyenler listemizdeki işleri temizledik. Buluşma öncesi sunumlarımızı yeniledik. Hatta ufaktan bir prova bile yaptık.
Geçen ay Bozcaada’da tanıştığım, yemek yazıları yazan ve tutkulu işler yapan, beni şaşırtarak içecek üretimi yapmak isteyen genç bir kadına mesaj atıp akşam Ankara’da yemek için tavsiye istedim. Kumsal ve Afitap önerisinden ve Afitap’ı daha önce deneyimlediğimden Kumsal’ı tercih ettik. Valizleri otele bıraktık ve kendimizi giriş katının bomboş olduğu bir restoranın giriş kapısında bulduk.
Girişte Türk filmlerinden tanıdığım bir beyefendi bizi karşıladı ve paltolarımızı aldı. Ortağım “Boşsa başka yere gidelim” derken “Yukarıda misafirlerimiz var” diye duyunca üst kata doğru çıktık ve yine başka bir Türk filmi ortamında kendimizi bulduk.
Yaş ortalamasını düşürerek köşede bizim için ayrılmış bir masaya oturduk ve menüye bile bakmadan aldığımız tavsiyelerle lahana dolmamızı, deniz börülcemizi, Rus salatamızı, işkembe güvecimizi, ciğer ve balıklarımızı söyledik. Arka masamızda bir aile yemeği olduğunu düşündüğüm masada keyifli bir sohbet ve doksanlarına yaklaşmış aile büyüklerini rakı-balığa getirmiş kızları vardı. Yine arka masalarda sadece kadınların olduğu masalar ve karışık şık kıyafetli insanların bizim alıştığımıza göre çok daha sessiz ve gürültüsüz, birbirini rahatsız etmeden sohbet ettiklerini gözlemledim. Sohbet kelimesinin gerçek anlamını Kumsal’da idrak edip “Bizim ettiğimiz sohbet değil kavgaymış” düşüncesiyle rakılarımızı tazeledim.
ODTÜ mezunlarıyla ilgili hangi tezim kabul görmedi?
Yemek boyunca bize ev sahipliği yapan elbette Ankaralı ve ODTÜ’lü arkadaşımızın derin Rus edebiyatı, müzik ve davranış bilimleri bilgi ve gözlemlerini de masaya yatırdık. Ankaralıların Ankara sevgilerini, Ankara’da kalma sebeplerini, Ankara’da çalışanların benzer kariyer yolları seçme hikayelerini, trafiksizliğin yarattığı dinginliği ve devlet kurumlarının yarattığı farklı bir iklim hakkında sohbet ettik.
Ben Ankaralı olup, ODTÜ’den sonra İstanbul’a gelip çok başarılı olan ve üst düzeylere tırmanan arkadaşlarımın sonradan değiştiği tezini öne sürsem de tezim çok kabul görmedi. Ankara’nın başkent olma özelliklerini çok yaşadığımı, başka ülke başkentlerinde bu kadar hissetmediğim tezim de beş dakika içinde çürütüldü. Ortağım Washington’ın da çok benzer bir havası olduğunu söyleyince yine kadehimi doldurdum.
Ankara’da daha uzun süre kalıp onların gözüyle Ankara’yı tanıma ve anlama dersleri almaya karar verdim. Cebime yeni bir sürü bilgi ve gözlem koyarak geceyi bitirmek için soluğu Last Penny Büklüm’de aldım. Bildiğim ve sevdiğim, fıçıdan dolan soğuk ürünlerle geceyi kapatıp buz gibi havada otelimize yürüyüp soğuktan ayılıp otelimize vardık. Yarın iki sunuşumuz vardı ve hazır olmalıydık.
İmpact Hub Ankara, seni görmek ister her bahtı kara
Sabah otelde TEGEP’in ilk kez gerçekleşen Ankara Eğitim ve Gelişim Zirvesi’nin açılışına katıldık ve sunumları dinledik, yeni dostlarla tanıştık. Yanıma gülümseyerek gelen genç kadını her zaman olduğu gibi ben yine tanıyamadım. Geçen sene Kıbrıs’ta verdiğim bir eğitimde organizasyonu yapan şirketin yetkilisi çıktı ve sohbete geçtik.
300 kişilik insan kaynakları ve danışman profesyonelinin içinde tanıdığım birinin olması beni rahatlattı. Hatta konuşma öncesi mikrofon ve ses işlerini yapan, yine Kıbrıs’tan eğitimden tanıdığım Mert’in bizim konuşma öncesi yanımıza gelip oturduğumuz koltuklarda bizim mikrofonları takması çok özel hissettirdi.
Öğle arasında Impact Hub Ankara’ya gittik. Kurucularıyla buluştuk. Ankara’daysanız mutlaka gidin, Ankara’da değilseniz Ankara’ya gidip görün. Bir gününüzü geçirin, çay kahve için, kurucularıyla tanışın, orada çalışan sosyal girişimlerle sohbet edin ve dükkandan Türkiye’nin her yerinden kadın elinden çıkma çok özel ürünlerle evinize dönün.
Ankara’nın artık bir patlama yapma zamanı gelmiş geçiyor
Kendimizi çok iyi hissettik, “Ankara farkı bu olmalı” dedik. Çok talihsiz bir günü denk gelmemize rağmen, yirmiden fazla harika insanla Impact Hub’ın sıcak ortamında, aynı masada bir araya geldik.
İş Bankası Girişimcilik şube müdüründen 25 yaşında kendi sosyal girişimini kurmuş ve harika işler yapan bir genç kadına, Afrika’da demograf olarak çalışan yeni bir dosttan genç kadın mühendisler için bir oluşum başlatmak isteyenlere kadar yeni insanlar tanıdık, hikayelerini dinledik. Onlarla tekrar buluşmak için de sözleştik.
Ankara insanlarıyla, birikimiyle, büyük sermayesi ve varlıklarıyla büyük bir atılımı çok hak ediyor. Eyleme geçme konusunda istek çok; hareket ve kıpırdanma düşündüğümüzden daha iyi durumda. Hep konuştuğumuz deneyim, birikim, tecrübe, altyapı, üstyapı hepsi gani gani. Artık bir patlama yapma zamanı gelmiş geçiyor. Biraz metod, biraz ilham ve cesaret, en çok da yan yana gelme, birlikte üretme ihtiyacı varmış gibi bir his oluştu bizde. Bir çatıya ihtiyaç var; o da Impact Hub Ankara, orada kapılarını açmış bekliyor.
Üstelik Ankaralı kurucular ve bu işleri yapmış, bilen ve destekleyen güzel bir ekip. Biz Genwise’ı anlatmaya başladığımız zaman bizi en iyi anlayanların başında Ankaralı bu ekip olmuştu. Aklımız hala Ankara ile bu işi yapmakta. Onlara da söyledik; bize “Toplandık, akşama gelin” diye mesaj atın, trene atlar Ankara’ya geliriz. Hatta ben zorlayıcı olsun diye “Ocak’ta geliyoruz” diye bir hedef bile koydum. O da olmazsa, aklımdan Ankara mahallelerini ev ev, kapı kapı gezip 45+ yaşındakileri bulup onları yeni işlere girişmesi konusunda ikna etmek bile geçiyor. Bu kadar bilgi ve deneyimin gençlerle, işlerle buluşmaması, yeni iş ve amaçlara dönmemesi beni bir şeyler yapma konusunda daha da hırslandırıyor. Bu birikimle buradan çıkacak fikirlerin kalitesi, etkinliği ve çeşitliliği hepimizi şaşırtır.
İstanbul’da, Berlin’de, Amsterdam’da işleri hayata geçirmek daha kolay olabilir ama…
Dünyada olduğu gibi “en büyük trendler ne” ya da “en çok para hangi işlerde var” yerine ergenlerin hayata katılmasını destekleyecek işler ya da kadın mühendisleri hayata katma üzerine platform veya farklı disiplinlerden genç sanatçıları destekleyecek ve onlara performans alanları ve mekanları açacak bir oluşum (bunları ben uydurmadım, hepsi var veya geliyor) beni heyecanlandırıyor ve hayata geçememesi ya da geçtikten sonra yaşadığı zorluklar bizi üzüyor.
Evet, İstanbul’da, Berlin’de, Amsterdam’da işleri hayata geçirmek daha kolay olabilir, ama bu entelektüel sermaye birikimi oralarda var mı işte ondan emin değilim. Ankara’nın renkliliği ve çeşitliliğinin üzerine sakinliğini ve entelektüel birikimlerini ekleyerek iyi insanlarla iyi işler üretmek çok mümkün. Son dönemlerde depremden kaçan İstanbullu sayısının artması ve sosyal yaşamın canlanmasını da artı bir unsur olarak kafama yazdım.
Ankara bana bu sefer çok iyi geldin.