Tecrübeli kuşakların hem yılların deneyimini hem de yeni zamanın getirdiklerini harmanlayıp genç kuşaklara anlatması çok değerli.
Artık son kararı gençlere bırakalım. Kendimizle ilgili kararları bile onlara sorma ve onları dinleme zamanı geldi.

Çocuklarımızın ve gençlerin ne yapmak, ne olmak  istediklerini sormayı çoğu zaman unutuyoruz. Sorsak bile cevaplarını dinlemeyip onlar için ‘Senin için biz şunu düşündük, bu senin için daha iyi’yi tak diye yapıştırıp ‘Asla itiraz kabul etmiyoruz’la kapanış yapıyoruz.

Aynı yollardan bizim aile de geçti ve dersimizi büyük aldık. Büyük kızım daha lise 1’de ‘Tekstil ve moda tasarım okuyacağım’ dediğinde ‘Acaba mimarlık sana daha uygun olur mu’ diye yapıştırdık. Arkasına bile bakmadan tek tercihle istediği okul ve bölümü kazandı. İkincide yine akıllanmadık ve ‘Tiyatro okumak istiyorum’ diyen kızıma psikoloji yazdırıp pandemide uzaktan yapılan seçmelerde tiyatro bölümünü kazandığını öğrenince son dakikada çark etmek zorunda kaldık.

İkisi de gelecekte yapmak istedikleri bölümlerde kendi kararlarıyla okudu. Şimdi sevdikleri işi yapmak için çaba gösteriyorlar. Bu arada anne baba olarak iki çocuğumuz da istedikleri ve nispeten iş imkânı daha az ama tutkusu büyük bölümlerde okudukları için en çok övgüyü biz alıyoruz. Bugün ‘İyi ki biz o sorumlulukları almamışız’ diyoruz, hayatımız boyunca vicdan azabı çekerdik.

Her konuda fikir sahibiyiz

Her konuda bir fikrimiz var, her şeyi bilir olduk. ‘Bilmiyorum, araştırmam lazım’ diye bir cümle sözlüğümüzde yok, sildik gitti. Çocuklarımızın gitmek istediği okulda okuyanlarla veya iki mezunla konuşmadan ve bilmediğimiz yeni mesleklerden gençlerle tanışıp yaptıkları işin ne olduğunu ve sevip sevmediğini anlamaya zaman ayırmadan her türlü sorunun cevabını vermeye hazırız.

Hepimiz kafasında sağdan soldan duyduğumuz, iş yerinde bu yollardan geçmiş arkadaşlardan, Instagram’dan ya da LinkedIn’den takip ettiğimiz insanların yaptıklarından ve dediklerinden yola çıkarak gençlerimize kariyer ve gelecek inşa ediyoruz. Maalesef bazen gençlerin de kararsız, kaygılı ve ‘Nasıl olsa çocukluğumdan beri benim için karar veren, bu yollardan geçmiş büyüklerim var’ deyip kendileri ve gelecekleri için düşünmeye bile zahmet etmemesi de işleri zorlaştırıyor. Artık gençler ve çocuklarım sormadan fikir beyan etmiyorum. Problemi onlar belirliyor, çalışıyor ve alternatiflerle geldikleri zaman benim de katkım varsa veriyorum.

Hata yaparak öğrenmek iyidir

Çoğu zaman hata yaparak öğrenmek daha iyi sonuçlar yaratıyor, kendimden biliyorum. İşte bu yüzden girişimlerin yıllardır birbirlerinden öğrendikleri ve çok değerli bulduğum ‘Nasıl çuvalladık’ hikâyelerini anlattıkları buluşmalar yapılıyor.

Bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde ebeveynlerimiz hangi bölümü seçeceğimizi, ne okuyacağımızı çok da sormazdı. Ailem nereyi kazandığımı sonuçlar belli olduktan sonra öğrendi. İşletme fakültesinde ne okuduğumu zaten hiç anlamadılar. Benim şansım, dayımın oğlunun da aynı okula benden bir sene önce girmesi olmuştu ve bu onları rahatlatmıştı.

Ailem kariyerim boyunca ne iş yaptığımı ve pozisyonumu da hiç merak edip sormadı. Pozisyonlarımın değiştiğini benden duyup farklı işler yapınca ‘Hayırlı olsun’ deyip tebrik ettiler. Ne iş yaptığım ve arabamın modeli sohbet konusu olmadı. Mutlu olduğumu görüp duydukça bu onlara yetti ve artı.

Ailem atamamı otostopla öğrendi

Hatta en komik anılarım biri kendi atamamla alakalı. 2017 yılında genel müdürlüğüm şirkette açıklanmış, ama her zaman olduğu gibi ben aileme bunu söylememişim. Bir gün ablam aradı ve hayırlı olsun dedi. Acaba gazetede falan mı okudu derken, Samsun’da okuyan ve tüm yurt içi ve yurt dışı tüm seyahatlerini otostopla yapan veteriner yeğenim Utku’dan ona bilgi geldiğini söyledi.

Utku’yu aradım ve nasılsın dedim. “İyiyim dayı, sabah Merzifon’a gitmek için bir arabaya otostop çektik. Arabada iki kişiydiler ve aralarında konuşurken gelen bir maili görünce çok sevinip ‘Tuğrul Bey genel müdür olmuş’ diye bağırmaya başladılar. ‘Hangi şirkettesiniz’ diye bu sefer ben sordum. Onlar da ‘Efes’ deyince, ben de onlara ‘o benim dayım’ dedim. Sonra da hemen annemi arayıp haber verdim, hayırlı olsun dayı” dedi ve kapattı.

Benim için, benim hakkımda verilen kararları oldum olası sevmedim. Ne yapacağıma, ne olacağıma ve gideceğim yola hep kendim karar vermek istedim. Başkalarını dinlemedim anlamına gelmiyor bu, feyz aldım veya ilham aldım diyelim. Ama son sözü kendim söyleyerek, son adımı kendim atarak karar vermek istedim. Başarı veya başarısızlık durumlarında sorumlu ben olmak, riske ben girmek istedim.

Bana yapılan dayatmaların tersini yaparım

Ama biri bana şu işe gir veya şu kitabı oku dese genelde tam tersini yapardım. Emir cümleleri ve ‘kesin tavsiyedir’ havasını almayı da vermeyi de sevmiyorum. Hatta kalabalıkların gittiği sinemaya veya filme değil, daha az popüler olana gitmeye kadar taşırım işi. İlkokul öğretmenimin anneme ve babama ‘bu çocuk çok ayran gönüllü, her şeyi denemek ve yapmak istiyor’ diye şikayet etmişliği vardır. İşin iyi yanı, annem ve babam konu bile etmemişti. Onlar için yeni bir şey değildi bu. İstediğim her yere, her kursa yolladılar.

Hepsini denememi istediler, kendi kararlarımı kendim vermem konusunda hiçbir zorluk çıkarmadılar. Babam hafta sonları yayınevlerine çanta dolusu kitap almaya götürürdü, annem ise tiyatro ve sinemalara. Ucuz olduğu için paketlerle sarı teksir kâğıdı ve boya alınır, istediğim kadar resim yapmama izin verilirdi.

Katılmadığım kurs yoktu -Eyüp’ten ve 70’lerden konuşuyoruz

İlkokulda hafta sonları mandolin kursu var. Evde ablamdan kalan eski bir mandolin de var. Belki de masraf olmasın diye kursa onunla yazılıyorum. Boynumuzda kırmızı kurdelelerle asılı mandolinlerle konser veriyoruz ve sene sonu mandolin konusu benim için bitiyor, çalıyorum çünkü.

Seneye folklor ekibindeyim. Bu biraz daha uzun sürüyor. Ortaokulda da Kafkas yöresi oynamaya devam ediyorum.

Sahnede olmayı mı yoksa hafta sonları provalara gitmeyi ve sosyalleşmeyi mi seviyorum emin değilim. Ama sahneden çok süreç ve prova önleri ve sonrası yaptığımız etkinlikler beni daha çok çekiyor olabilir.

Yine bu aktiviteler hafta sonları olurken sınıf öğretmenimiz 4. sınıfta sahneye bir tiyatro oyunu koymaya karar veriyor; Keloğlan.

Sınıfın esnaf çocukları olarak baş rolleri alıyoruz. Hepimiz okul çıkışı ve tatillerde babalarımızın yanında çıraklık ve garsonluk yaptığımız için sosyal yanımız kuvvetli. Kel olmak için anne icadı ten rengi bir çorabı kafama takıp oyuna çıkıyorum.

5. sınıfta bir oyun denemesi daha, 11 yaşında çocuk oyunlarından toplumsal bir soruna parmak basan bir oyuna terfi ediyoruz. Nazmi Öğretmenimiz bizi özenle hazırlıyor. Oyunun adı; Vatandaş. Konusu ve izlemesi daha zor, yine tüm okulun velilerine oynuyoruz.

Spor kısımlarına daha hiç girmedim; ilkokulda Eyüpspor’un önce basketbol takımının antrenmanlarına katıldım. Akşam antrenmanları zor gelince kapalı salondan çıkıp yine Eyüpspor’da emektar bir futbol hocasının futbol antrenmanlarına katılmaya başladım.

Bunların hiçbiri paralı aktiviteler değil, gidip yazılıyorsunuz, spor çantanızı sırtınıza takıp gidip geliyorsunuz. Servis yok ya da aileden biri sizi bırakıp almıyor.

Kendimi bugün Kanyon’un olduğu bölgedeki Eczacıbaşı’nın antrenman sahasında buluyorum. Kim söyledi, nasıl kayıt oldum hatırlamıyorum. Ortaokuldan sonra haftada iki akşamüstü düzenli olarak gidiyorum.

Yıldız erkek takımında antrenmanlara başlıyorum. Gecenin bir yarısı 12-13 yaşında Levent’ten Mecidiyeköy’e, oradan da Yenikapı, Topkapı veya Bakırköy otobüslerine binerek Haliç Köprüsü’nde inip eve geliyorum.

Ama asıl keşfim Eczacıbaşı’nda yıldız takım antrenmanlarımızdan sonra Eczacıbaşı kadın takımının Rus ve Japon takımlarıyla yaptığı hazırlık maçlarına kalıp onları seyretmek oluyor. Rusları, Japonları seyrettikçe kendimden geçiyorum.

Geçmişim bugünümü şekillendiriyor

Violet, Selcan, Arzu, Aylin, Meral ve efsane koç Cengiz Göllü’lü Eczacıbaşı dönemin en iyi takımlarından ve ben artık oynamaktan çok seyretmenin keyfine varıyorum. Eczacıbaşı’nın o yıllarda hem erkek voleybol hem de erkek basketbol takımları vardı. Bugün ise sadece kadın voleybol takımı kaldı.

Bizim üst gruplardaki oyuncuları seyredip iyi bir oyuncu değil, iyi bir seyirci olduğuma da böyle karar vermiş oldum. İşte çocukluk ve gençlik yıllarımda yaptığım denemelerimin bugünkü ben olmamdaki katkıları çok büyük.

Bugün çok iyi bir voleybol, basketbol, tenis meraklısı olduysam, tiyatro ve özellikle sinema sevdamın kökleri 12-16 yaşları arasında atılan o tohumların sonucudur.

Çalışma hayatında yurt içinde ve yurt dışında desteklediğimiz spor, müzik ve kültür aktiviteleri de belki de çocukken katıldığım ve sevdiğim bu aktivitelere destek amaçlıdır.

Zorla veya severek yapmadığım şeyleri yapmak yerine deneyerek ve öğrenerek neleri sevmediğime ve neleri sevdiğime karar vermek benim için çok önemli adımlardı.

Kararlarımda ve seçimlerimde destek aldığım, çok güvendiğim insanlar etrafımda hep oldu. Olmaya da devam edecek. Yolumu bulmakta bana destek olan ve yol gösteren, elimi tutan büyüklerime ve dostlarıma minnettarım.

Artık gençlerin zamanı

Dünyanın, özellikle teknolojinin hızlı değişimi, dönüşümü her şeyi çok hızlı dönüştürüyor. Ya kendimizi bu hızlı değişen şartlara olabildiğince adapte edeceğiz ve her gün öğrenci olarak uyanacağız, dersimizi çalışacağız.

Ya da bildiklerimizle yaşamaya devam ederek kendi yaşıtlarımızla oturup “Ne güzel günlerdi, şimdiki gençlere çok üzülüyorum” geyiklerini yapmaya devam edeceğiz.

Merakın yaşı yok, enerjimiz her yaşta olacak. Yetmişlerine gelen Bekir Ağırdır’ın yeni işler kurması ve yeni işlere merak sarması da tesadüf değil. Tecrübeli kuşakların hem yılların deneyimini hem de yeni zamanın getirdiklerini harmanlayıp genç kuşaklara anlatmaları çok değerli.

Artık son kararı gençlere bırakalım. Kendimizle ilgili kararları bile onlara sorma ve onları dinleme zamanı geldi.

Hadi rastgele.