Yeteneklerimizi iyi anlamalı ve onları iyi kullanmalıyız. Kendimizi övmek ya da çok önemliymişiz gibi davranmak değil kendimizi bilmek ve iyi özelliklerimizi daha iyi ve daha çok kullanmak önemli.
Unutmayın, iyi özelliklerimiz kullandıkça daha iyi oluyor. İnsanlar gördükçe ve sizinle iyi özelliklerinizi paylaştıkça kendinize güveniniz artıyor. İşte bu sizi daha iyi ve yetkin hissettiriyor. Daha çok topa giriyor, daha çok liderlik almaya başlıyorsunuz. Kendinize daha çok güveniyor ve etrafınızda daha çok güven yaratıyorsunuz.
Kendine güvenen, ‘Başka iş var mı’ diye soran, yaptığı iş hakkında fikir soran, kendi işi olmasa da başka işleri merak eden, kimsenin bakmadığı alanları soran ve araştıranlar daha hızlı öğrendi ve ilerledi.
Benim cevaplamayı en sevdiğim soruların başında bana çok sık sorulan ‘Sana mı kaldı’ sorusu gelir. Atalarımızın buyurduğu gibi, “üstüne vazife mi,” “boyundan büyük işlere girişme,” “icat çıkarma,” “altında kalırsın” gibi heves kırıcı söylem ve eylemlerden uzak durup harekete geçmek her zaman iyidir. Ben bu cümleleri duydukça daha motive olurum. Yapma deneni daha çok yapasım, “çok denendi, o çalışmaz” deneni daha çok deneyesim gelir. Ve bir şekilde olur veya oldururum.
Ve hep şöyle düşünürüm, bana dendiği gibi benden önce de onlarca kişiye birileri “yapma, olmaz” dedi ve yapmasını engelledi. Sonuç alamazsam başarısızlık benim üstüme kalacakmış gibi. Oysa deneyerek öğrenmenin, başarısız olsam da edindiğim tecrübelerin başka işlerde ne kadar çok işe yaradığını yüzlerce kez test ettim ve etmeye devam ediyorum.
‘Ben veya biz yapmazsak kim yapacak’ sorusunu kendinize hemen sorun
İşimi başkasının söylemesinden değil kendi işimi kendim yaratarak gidip ‘Ben bu işi yapmak istiyorum’ diye ikna etmeyi seviyorum. Böylece kimsenin yapmak istemediği, kimsenin denemediği işlere girip sonuç almak ve özgür hareket etmek işimi mutlu yapmamı sağlıyor.
Pazarlamada müdürlük yaparken insan ve yetenek konusunun çok önemli ve daha iyi yönetilmesi gerektiğini düşündüğüm için gidip “İnsan Kaynakları böyle yönetilmez, verin ben yöneteyim” dediğim olmuştu.
Ben veya biz yapmazsak kim yapacak, sorusunu kendinize hemen sorun. İlk seferde en mükemmelini yapmak zorunda değiliz. Ama her adım, her deneme bizi daha iyiye yaklaştırır. Keşke şirketler, kurumlar, yöneticiler ve bizler daha çok meseleyi çözmek için harekete geçsek ve daha çok “Sana mı kaldı” gibi küçümseyici ve yapma motivasyonumuzu kıran şu ‘güzel’ ve ‘kışkırtıcı’ soruyla karşılaşsak.
İnsanın yaptıkça yapası gelir ve kendine, ekibine, liderine, arkadaşlarına güveni artar. Ben kimsenin girişmediği işlere girmekten çok keyif aldım. Yapılmamışı yapmak, boyumdan büyük işlere girmek bana hep iyi geldi, beni geliştirdi.
İş hayatımın ilk yıllarında hangi pozisyonda olduğumun ve kimin benden daha yukarıda olduğunun benim için hiç önemi yoktu. Onların bile yapmaya cesaret edemeyeceği işleri önerip yapmaya girişiyordum. Hepsinde harika sonuçlar alamadık, ama iyi sonuç aldığımız işler büyük katkı sağladı. Koskoca yöneticiler beni dinlemeye ve sorular sormaya başladı. Karşılıklı güven doğdu. Sonrasında hata yapsanız veya başarısız olsanız bile ‘güven’ orada durmaya devam ediyor.
Bir sıfırdan büyüktür. Ben güven yaratırsam karşımdaki insan da bana güvenerek, daha sağlam ve iyi adımlar atıyor. O da güven kazanmak için elinden geleni yapıyor. Sonuç; birbirimize güveniyoruz.
Her arkadaşlığın, her ortaklığın, her iş birliğinin merkezinde ‘güven’ var
Çoğu zaman bizi yönetecek veya birlikte çalışacağımız insanları biz seçemiyoruz. Belki de o yüzden üç sene, beş sene birlikte okuduğumuz ilkokul, lise veya üniversite arkadaşlıkları yıllar sonra da devam ederken iş hayatından uzun yıllar çalıştığımız gruptan bize kalan arkadaş sayısı daha az oluyor.
Okul yıllarında daha karşılıksız sevgi ve güvenin içinde bulunduğu ilişkiler yaşanırken iş tarafında aradığımız daha çok karşılıklı saygı ve güvene dayalı ilişkileri yakalamak. Ama her arkadaşlığın, her ortaklığın, her iş birliğinin merkezinde ‘güven’ var. Aile içinde bile aile fertlerine güvendiğimiz durumlarda kendimizi daha iyi hissediyoruz. İş yerinde arkadaşlarımız ve yöneticilerimize güven duyup onlara sırtımızı yaslayabiliyorsak çok daha mutlu işe gidip geliyoruz.
Aslında kurumlar ve patronlar sadece işi yönetecek, süreçleri çok iyi bilen müdür, direktör veya CEO aramıyor. İşlerini, çalışanlarını, paydaş ilişkilerini güvenerek bırakacakları kişileri arıyorlar. İşe, sektöre, şirkete ve çalışanlara liderlik etmek için güvenilir olmak şart. Geçmiş deneyimler, başarılı sonuçlar, iyi okullar, iyi finansallar kağıt üstünde okunarak görünür, ama güven yaratıp yaratmayacağını iki görüşmede ya da özgeçmişten anlamak çok da mümkün olmaz.
Farklı özelliklere sahip, seçme şansımızın olmadığı ve bazen etik değerlerimize hiç uymayan insanlarla yan yana oturmak ve birlikte çalışmak zorunda kalabiliriz.
Günlük hayatta ve iş hayatımda en önem verdiğim kavramların başında güven gelir.
Yeni tanıştığım insanlara, işe aldığım yeni çalışma arkadaşlarıma, gençlere güvenerek başlarım ilişkilerime. Her insanın tam potansiyeli olduğuna inanırım, yavaş yavaş ortaya çıkaracağına ve destekledikçe de güçleneceğine.
Önyargılı ve baştan verdiğim kararları ileride bir daha değiştirmenin ne kadar güç olduğunu bilirim. Yabancılar yeni tanıştıkları birine güvenerek başlamaya ‘kredi vermek ya da kredi tanımak’ der. Çok anlamlı gelir bana bu tanım.
Kısacası işe başladığım ilk yıllarda ben de hangi yeteneklerimin olduğunun farkında değildim. İşe son giren ve en genç kişi ben olduğum için (22 yaş) bana sadece kağıt, kürek ve fotokopi işleri verilirdi. Ya da departmanın en basit ve sürekli tekrarlanan işleri.
Yaptığınız veya size verilen en basit işlere bile fikrinizi ve yaratıcılığınızı katın. Merak etmeyin, insanlar siz fark etmeseniz de yarattığınız farkı görür ve sizi çaktırmadan takibe alır. Oysa bunu söyleyerek ve överek yapsalar çok daha iyi olur.
İşte ve iş dışında takip ettiğim onlarca genç insan vardı. Konuşma yapmaya gittiğim üniversitelerde ilişki kurduğum gençlerle hala ilişkilerim devam ediyor.
Basitlik ve vasatlık hayatımızın her yerinde ve hepimizi sarıyor. Günümüzün büyük kısmını geçirdiğimiz işyerlerinde vasata dur demek çok önemli. Yaptığımız en küçük işi bile dünyanın en önemli işi gibi yapan insanlarla çalışmayı çok sevdim. Bilirdim ki fotokopi çekerken, rapor zımbalarken, sunuş için font seçerken bile özen gösteren ve neyi niye yaptığını düşünen ve anlatabilen bir kişinin gelecekte alacağı kararlar ve yapacağı işler standartın üstünde olur.
Evet, bize kaldı.