Bugün kim olduğumuzu, nasıl bir topluluk ve hatta ülkeye dönüşeceğimizi, hatta dünyanın nasıl bir yer olacağını en çok belirleyen meslek grubunun CEO’lar, genel müdürler, politikacılar değil, öğretmenler olduğunu biliyor ve inanıyorum.

Gelecek belirsiz ve bilinmeyen. Geldikçe içine dalıyoruz, bazen isteyerek, bazen de istemeyerek ama başımıza geleni anlamadan ve bilmeden.

Emin olduğum tek şey, ne yaşadığımız topraklarda ne de yerkürede hayallerimizdeki gelecek bu değildi. Biz daha samimi, daha kitlesel, daha barışçıl, daha yavaş, daha adil, birbirimizi daha iyi anlayan ve dinleyen, iyilik için üreten ve duyarlı insanlardan oluşan bir gezegen istemiştik.

Yaşarken anlamadığım ama yok olmaya başlayıp içi boşaldığında içimin acıdığını hissettiğim değerler, meslekler, beni ben yapan çok küçük şeyler aklıma geliyor ve düşündürüyor.

İçinde yaşadığımız küçük mahalleler, iki katlı evler, mahalle okullarında öğrendiklerimiz, gördüklerimiz ve kişiliğimizi oluşturan çoklu katmanların ve öneminin farkına varıyoruz (ve özlüyoruz).

“Ne kadar değerli” dediğimiz şeylerin bugünkü gibi objeler olmadığı, parayla ölçülmediği, hatta paranın ve fiyatının sorulmasının ayıp sayıldığı günleri yaşadık.

Herkesin alamayacağı için, yemek çantamıza muz gibi pahalı meyvelerin konulmasının öğretmen tarafından istenmediği ve bu öğretinin hayatımız boyunca bizimle gelecek bir değer olduğunu anlamadığımız günler.

Tecrübe ve deneyim aktarımının adına “mentorluk” ya da “koçluk” denmediği, çok doğal bir şekilde yan komşunun kapısını çalıp mahalledeki abiden veya abladan bazen ders, bazen daha özel konularda hiç kaygı duymadan yardım istendiği ve bu doğal akışın “Vay be, ne kadar cömert” diye karşılanmadığı ve şaşırılmadığı bir dönem.

Kapıda kalınca yan komşunun “Hadi bize gel” deyip eşi ile kızarmış hamsisini senin tabağına paylaştırdığı günler.

Şimdi bir dönem dizisi senaryosu yazma işine girmiş gibi hissetmemin sebebi ise geçenlerde katıldığım bir “keşif” toplantısında öğretmenlik mesleğiyle ilgili duyduklarım ve hissettiklerim. Biraz konu dışına çıkmamın sebebi duyduklarım ve hissettiklerimin beni geçmişe götürmüş olması.

Son üç yıldır Köy Okulları Değişim Ağı’nda gönüllülük yapmaya başladığımdan beri eğitim hakkında artmış olan duyarlılığım yine öğretmenlerle ilgili çalışan ve onların yalnızlığına çözüm bulmaya çalışan Öğretmen Ağı adlı sivil toplum kuruluşunun eş direktörlerini dinleyince tekrar canlandı.

Bugün kim olduğumuzu, nasıl bir topluluk ve hatta ülkeye dönüşeceğimizi, hatta dünyanın nasıl bir yer olacağını en çok belirleyen meslek grubunun CEO’lar, genel müdürler, politikacılar değil öğretmenler olduğunu biliyor ve inanıyorum.

Yarını en çok düşünen, yarını değiştirecek olan çocuk ve gençleri ilk şekillendiren ve yön veren onlar.

Öğretmenlerin yaşadığı en büyük sorunların başında “Mesleğin itibarsızlaştırılması ve yalnız bırakılması geliyor” dedi konuşmacılar.

Kendini değerli ve iyi hissetmeyen, atanmak için yıllarca bekleyen genç öğretmenlerin daha en başında “Bu mesleği niye seçtim” sorusunu sorarak başlamaları geleceğimizi emanet ettiğimiz çocukları yetiştirirken bile sorun yaratıyor.

Öğretmen toplulukları, farklı illerde değişim elçileri ve yetiştirdikleri mentor öğretmenlerle çalışan bu topluluklar eriştikleri her öğretmenin okulundaki öğretmenler odasından başlayarak çevredeki okullara, köylere ve oradaki öğretmenlere değişimi yaymayı hedefliyor.

Ülkemizde çocuklarımızı emanet ettiğimiz köyde, şehirde, doğuda, batıda, devlet ya da özel okullarda 1.5 milyonu bulan öğretmenimiz varmış. Bu sayının yarısına yakın da bu işin eğitimini almış, atanmayı bekleyen genç öğretmen adayı.

Öğrendiklerini öğretmek, çocuklarla buluşmak, kara tahtaya yazmak, soru sormak için bekliyorlar.

İşe atanmayı beklerken gelir elde etmek için aldığı eğitimden ve hayallerinden çok uzak işlerde çalışmak zorunda kalan, mesleğe bile yorgun başlayan genç öğretmenler…

KODA sayesinde öğretmen toplulukları ile tanışma şansım oldu. Anadolu’dan gelen istekli, tutkulu, öğrenmeye ve değişime açık çok sayıda öğretmenimiz var.

Sadece kendi okullarını ve öğrencilerini değil, çevre okullardaki öğretmenlerin değişimi ve gelişimi için tatillerinde gönüllü olarak eğitimler alıp elçi oluyorlar.

İtibarlarını kaybeden mesleklerin arasında öğretmen, doktor, savcı gibi aslında toplum için çok önemli meslekler de var.

20 sene öncesine kadar sınıfın en iyi öğrencileri tıp fakültesine girmek için birbirleriyle yarışırlardı. Çapa veya Cerrahpaşa tıp fakültesini kazanmak, “aya ilk ayak basan insan” etkisi yaratırdı.

Şimdi gençlerin bu meslekleri ne kadar tercih ettiğini çevremizden anlamak mümkün. En azından benim çevremde çok yok ancak istediği bölümü tutturamayan ya da açıkta kalan gençlerin son tercihleri olmaya başladı öğretmenlik.

Sanırım herkesin öğretmeni, özellikle ilkokul öğretmeni kendisi için en özeldir. Biz de öğretmenimizin dünyanın en iyi öğretmeni olduğunu düşünürüz.

Eyüp Merkez İlkokulu’nda Emine Şentürk öğretmenimizle.

Hâlâ ilkokul arkadaşları olarak toplanmaya devam ediyoruz. Konu işten, güçten, aile ve çocuklardan bahsettikten sonra yine öğretmenlerimize ve bizim için yaptıklarına, ne kadar özverili olduklarına geliyor.

Gördüğüm ve aklımda kalan şey, bizlerin öğretmenlerden aldığımız bilgi, davranış ve değerlerin, hatta görüşlerimizi oluşturan ilk insanların öğretmenlerimiz olduğu. Onlar ne kadar iyi hissederse ve tutkularını işe yansıtırlarsa geleceğimiz o kadar aydınlık ve parlak olur.

Çevremde her meslekten insan vardı, daha çok serbest meslek yapan ve dükkanı olan babam gibi insanlar. Bir de ailede iktisat okumuş ve kendi işini kurmuş başarılı bir dayı ve yine Fransızca öğreten bir liseden mezun olup ardından mühendislik okumuş bir enişte.

Yine mahallede liseden sonra bankacı, polis, memur olmuş genç mezunlar. Öğretmenimiz sanırım 3. sınıfta meslekleri daha iyi anlamamız için hepimize meslekleri dağıttı ve bu meslekleri yapan insanlarla röportaj yapıp sınıfa o meslekleri tanıtmamızı istedi.

9-10 yaşlarındayız, hepimiz sorular hazırladık. Bana çocuk doktorluğu mesleği düşmüştü. Hem ablamın, hem benim, sanırım Eyüp’teki tüm çocukların doktoru olan, yeşil gözlü, kısa boylu ve ciddi bir sevimliliği olan Doktor Aysel Hanım’ı buldum.

Nasıl randevu aldım, nasıl gittim ve sorularımı sorup cevaplarımı yazdım, hatırlamıyorum. Ama tüm soru ve cevapları hazırlayıp sınıfa anlattığımı hatırlıyorum.

Çevremde gördüğüm ve ailemin de en çok önem verdiği ve saygı duyduğu meslek okulumdaki öğretmenler oldu hep. Her biri sevilen, sayılan ve karşılaştığımızda neredeyse hem bizim hem aile büyüklerimizin önlerini iliklediği öğretmenlerimiz.

Emine ve Nazmi öğretmenlerim, Alev öğretmen, Burla öğretmen, spor öğretmenimiz Kenan öğretmen, okul müdürümüz İshak hoca… Tüm erkek öğretmenler takım elbise, makosen ayakkabı giyer, kravat takardı. Kadın öğretmenlerimiz ise her zaman şık ve hafif makyajlıydı. Kısacası modern, zarif ve şıklardı.

O günlerde okuduğum kitaplardan birinde oldukça uzun olan Ceyhun Atuf Kansu’nun şu şiiriyle karşılaştım:

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin… ve sonra öleceğim.

Bir kısmını yazdığım yukarıdaki şiiri okuyup şairin Anadolu’da görev yapan bir çocuk doktoru olduğunu duyunca ve bunu okul duvarının çökmesi sonucu altında kalıp hayatını kaybeden bir öğretmenin son sözlerinden yola çıkarak yazdığını öğrenince kararımı vermiştim. Köy öğretmeni olacaktım.

Bir işi iyi yapmak için öğretmen olmak gerekliydi önce. Şiirdeki gibi köy öğretmeni. Sonra başka mesleklere geçiş yapabilir ama öğretmenlik okumadan ve yapmadan başka bir meslek yapsam bile iyi yapamam diye düşünmüştüm.

Bazı hafta sonları otobüsle o zaman köy gibi olan Kemerburgaz’da babamın ailesinin göçten sonra gelip yerleştirildiği Pirinççi köyüne giderdik.

Bizim dünyamıza bir saat uzaklıkta olmalarına rağmen ve dünyanın başka köşelerinde yaşananları görmeden ve bilmeden, aramızda iki üç gezegen boyu fark var gibi gelirdi.

“Bana çocuklarımı getirin” diyor şiirdeki öğretmen ölmeden önceki son sözlerinde. Okuldaki okuttuğu tüm çocukları kastederek.

Çocuklarım derken neden sadece kendi çocuklarımız aklımıza gelir ki. Oysa öğretmenler kendi çocukları olsa da çocuklarım derken okuttukları, okutacakları yan sınıftaki tüm çocukları kastediyor.

Tek değil, çok çocuğumuz olsun- her biri iyi öğretmenlerle tanışsın ve iyi ve eşit eğitimler alsın.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.