Farklı alanlarda farklı uzmanlıkları olup, farklı işler yapan ve farklı yaşlardaki gruplarla yapılan toplantılar gittikçe daha çok ilgi alanıma giriyor. Yeni insanlarla tanışıyorum ya da eski tanıdıklarımla bazı konulara odaklı konuşmalar yapıyoruz.

Topluluk kafasına her gün daha fazla ısınmaya başladım. Farklı alanlarda farklı uzmanlıkları olup, farklı işler yapan ve farklı yaşlardaki gruplarla yapılan toplantılar gittikçe daha çok ilgi alanıma giriyor. ‘Farklı’ kelimesini kaç defa yazdığıma dikkat! Yeni insanlarla tanışıyorum ya da eskiden tanıdıklarımla bazı konulara odaklı konuşmalar yapıyoruz. Hem birbirimizi tanıyor ve besliyor hem de aksiyon planları çıkartıyoruz.

İnci Abay Cansabuncu’nun çağrısıyla bu hafta güzel bir yuvarlak masa toplantısına katıldım. Hem gençlerden hem de farklı alanlardan gelip, farklı işler yapan ama benzer kafada insanlarla gençlik, dönüşüm ve sürdürülebilirlik konularında birbirimize fikirlerimizi açtık. Bana yeni ufuklar açan katılımcılara minnettarım. Katılanlardan aldığım notları ve benim katkılarımı paylaşayım:

– Bugüne kadar işe yarayan -eski- söylemler ve formüller artık işe yaramıyor. Eski söylemlerle, krizlere geç cevap verebiliyoruz ya da eski cevaplar yetersiz kalıyor. Yeni cevaplar, çözümler bulmakta ve bunlar üzerinde anlaşmakta ve el sıkışmakta da geç kalıyoruz. Yok farklı kuşaklar, yok farklı bakış açıları derken dünya elimizden gidiyor. Elimizde tek bir dünya var ve hemen bir şeyler yapmazsak, alışkanlıklarımızdan vazgeçmezsek elimizde bir şey kalmayacağını unutuyoruz.

-Şirketlerin ve patronların sürdürülebilirlik bakış açısı hâlâ değişmiyor. Hâlâ sadece kâr ve büyüme peşinde koşan yöneticilerle sürdürülebilirlik için büyük adımlar atmak mümkün olamaz. Sürdürülebilirlik, rakamsal hedef olmadıkça ve bazı gelir ve büyüme rakamlarından vazgeçilmedikçe söylem ve raporlarda yazılacak başlık olarak kalmaya devam edecek. Şirket çalışanlarının da bu konuda daha yüksek sesle konuşmaları gerekli. Paydaşlar arasında çalışanların ve tüketicilerin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Dünyada hâlâ işe yatıracak para var ama değer yaratacak proje yok.

-Türkiye teknoloji alanında geriden geliyor. Sürdürülebilirlik için geleceği konuşmamız gerekiyor. Geçmişe bakıp işlerimizi düzeltmeye kalkarak ilerleyemeyiz. Türkiye’de biz böyle yapıyoruz. Doğrusu ise gelecekte ne olacağını tahmin edip en iyi senaryolarla ona giden yolu adım adım bulmaya odaklanmamız. Artık gelecekle ilgili tahmin yapmak imkansızlaştığı için senaryolar yaratıp en iyi senaryoyu seçerek odaklanmak en doğrusu.

-Kurumların, şirketlerin verilerini açmaları çok önemli, açık sistemlere geçmemiz gerekiyor. Açık olan az sayıda veri var ama ona da inanmıyoruz. Amerika’da açılan verilerin oranı yüzde 23’e ulaştı. Veri ve sonuçları görmeden hangi şirketin hangi markanın sürdürülebilir olduğunu görme şansımız olmuyor. Açıklık ve şeffaflık olmadan sürdürülebilirlik konusunda hızlanmak mümkün değil.

-Türkiye sürdürülebilirlik kavramının bilinme oranlarında dünyada iyi bir yerde ancak eyleme geçme konusunda ise çok geride. Sürdürülebilirlik kavramı bilinirliği Covid öncesi yüzde 1.5-2 iken, Covid sonrası yüzde 48, deprem sonrası yüzde 77 seviyelerine çıktı. Ama eylem konusunda bir rakam görme şansımız yok.

-Ana problemlerden biri sürdürülebilirlik alanında yatırım yapan şirketlerin bu yatırımı tüketiciye ödetmek istemesi. ‘Tüketici bu konuya önem veren markalara yüzde 16 daha fazla ödemeye hazırmış’ araştırmaları varmış. Şirketler kârlarından, büyümelerinden vazgeçmedikleri ve sürdürülebilirlik alanında harcadığı parayı fiyata yansıtmak istedikleri sürece, istediğimiz noktaya gelme şansımız olamaz. Kafaların, iş modellerinin değişmesi lazım. Markalar ve şirketler işin ciddiyetini hâlâ anlamış değiller. Verdikleri zararı azaltarak ya da nötrleyerek giderek düzeltme şansı kalmadı. Başka bir yapı ve model şart.

-Gençler sürdürülebilirlik konusunda çok daha bilinçli ve harekete geçmeye hazır. Ama bütün beklentilerin omuzlarına yüklenmesinden mutlu değiller. Karar vericiler ve yaşça büyükler, bu konuda istenen seviyede bir şey yapmazken, daha iş hayatına yeni girecek gençlerden bu beklentiye girmek de çok adil gelmiyor bana. Birlikte düşünerek ve üreterek farklı paydaşların ihtiyaçlarına çözüm bulmak mümkün oysa.

-Gençler değişimi başlatmak ve planlamak için değişim elçisi olmaya gönüllüler. Sadece problemi söyleyip kenara çekilmek değil, çözüm üretme işinde de olmak istiyorlar. Aynı zamanda endişeliler, nerden başlayacağımızı bilmiyoruz diyorlar. Farklı kaynaklardan öğrenerek ve öğrendiklerimizi yayarak, fikir alışverişi yaparak hızlanmaya çalışıyorlar. Akran öğrenmesinin gücüne inanıyorlar. Daha büyük yaşlardan yani bizlerden çok beklentileri kalmamış gibi hissettim. Belki de o güveni veremeyen bizleriz. Ya da onlar yeteri kadar bizleri zorlamıyorlar.

-Siber güvenlik teknolojileri konusunda çalışan ve hâlâ öğrenci olan bir gencin söyledikleri etkileyiciydi. İnterneti güvenli kılmamız lazım. Ama hâlâ en zayıf halka insan. Üst düzey yönetici şifrelerini masanın üstündeki kağıda yazıp bırakırsa çok da güvenlikten bahsedemiyoruz.

-Son dönemde şirketlerde çalışanların mutsuzluğunun en üst düzeye çıktığı konuşuldu. Sebeplerinden biri elbette zam döneminin gelmiş olması olabilir ama şirkette mutlu çalışan skorlarını üreten toksik yapıların yerine çok daha samimi ve mutluluğa katkı sağlayan farklı işlere odaklanılması gerekliliği de gündem maddelerindendi.

– Epson İklim Gerçekliği 2023 raporuna göre, Türkiye’de problem alanları listesinde iklim krizi yüzde 65 ile listede en tepede geliyor. Onu yüzde 50 ile yükselen fiyatlar ve yüzde 43 ile sığınmacı sorunu takip ediyor. Tüm dünyada iklim krizi listede en üstlerde ama Türkiye gibi birinci sırada değilmiş. Bana göre, farkındalığımızın bu kadar yüksek olup, bu konuda çok az adım atmamız da başka bir sorunumuz. Yine aynı rapora göre 95 yılında ve daha sonra doğanların, yüzde 49’u iklim sorununun kendi yaşam döneminde çözüleceğine inanıyorlar. Bizim yaşlarda bu inanç aşağı düşüyor.

-Teknolojide yapılan ve sürdürülebilirliğe fayda sağlayan inovasyon konusunu dinlemek de iyi geldi. İşinin merkezine sürdürülebilirliği koyan ve attığı her adımda bu merkezden uzaklaşmayan şirketlerin olması örnek olmaları açısından önemli.

-İş dünyası ve dışarıdaki sosyal dünya arasında dil/anlayış farkını kapatmak için neler yapılmalı ve hangi kritik adımlar atılmalı. Şirketlerin yasal zorlama gelmeden, sürdürülebilirlik konularını odağa alması ve çözmesi önemli.

-Şirketlerin, yöneticilerin ve tüm çalışanların cesur ve korkusuz adımlar atmadan, denenmemişi ve yapılmamışı yapmadan değişimin başlama ihtimali yok. Cesur yöneticilere, cesur girişimcilere çok ihtiyaç olduğu bir dönemdeyiz. Hepimizin adımlar atması lazım. İyi örneklerden ve cesur işlerden esinlenmemiz ve daha büyüğünü yapmak üzere yola çıkmamız lazım.

– Gençlerin ve sosyal girişimlerin topluluk fikrine ve birlikte hareket etmeye olan inançları hepimize umut olmaya devam ediyor. Sürdürülebilirlik ve değişim konusunda tıpkı gençler gibi, kurumlar ve üst düzeyler bir araya gelip bu değişimi nasıl başlatırız? konuşmaya başlasa ve bu işlerin başına bu konuyu bilen, araştıran gençleri ve akademisyenleri koysa, gerekli kaynağı sağlasa ve iyi sonuçlar aldıkça, kamuoyuyla paylaşsa, arkasına diğer sektörleri, kurumları, yöneticileri taksa, umutlarımız baştan yeşerir.