Kendimize iş hayatında örnek aldığımız kişiler, genelde bize benzer ve bizden daha başarılı ve havalı kişiler oluyor. O zaman da değişmek için büyük enerji harcamaya gerek kalmıyor.
İçinde olduğumuz dernek veya topluluklarda ya da LinkedIn gibi sosyal mecralarda o kişileri yakın takibe alıp, yaptıklarını yapıyor, gittikleri yerlere gidebiliyoruz. Ama onlara benzeyerek otantik olamıyoruz, birbirimize benzeyerek çoğalıyoruz. Aynı modelin değişik sürümleri gibi düşünün.
Yıllarca çalıştığım her yerde bana söylenen hep, “bizim bir düzenimiz var ve bu yoldan çıkma, bunu yapmaya devam ettir, biz senden razıyız” oldu. Kimse çıkıp bu düzeni değiştir, yapılmamışı yap, riskler al demedi.
Şirketteki değişimler için attığımız adımlar ise, dev bütçeler ödeyerek, büyük danışmanlık şirketlerinin bize sunduğu ve dünyada tüm gelişmekte olan ülke şirketlerine sattığı modelleri satın almak ve genelde onları hayata geçirememek oluyor.
Benden ne olur?
Yukarıdaki örnekler girdabına ben de girdim. Ama bana verdiği keyfin ve yarattığı geçici tatminin büyük olmadığını hissettiğim zaman yolumu değiştirdim, ben değişmeye başladım. Başkası olmaya değil, “benden ne olur”u aramaya başladım. Hâlâ da onun peşindeyim. Acelem de yok, üstüne koya koya gitmek iyi, bol eylemli, bol tanışmalı. Sonuç ise beni mutlu ediyor, insanlardan “Ben de senin yaptıklarını yapmak istiyorum” diye yorumlar gelince de, kulağıma “İyi yoldayım” diye fısıldıyorum.
Araklamak iyidir ve hep olmalıdır ama bir süre sonra kendi yolunu yaratmaya başlamak gerekir. Kişi olarak da kültür olarak da “kendine has” ve “otantik,” eskilerin deyimiyle şahsına münhasır olmak (olumlu anlamda farklı, eşsiz, tek) gerekli. İşte o zaman çok da dışarıdan gelen sesleri dinlemeden ve görmeden bir fark yaratmaya başlıyorsun.
Üniversiteye giderken hatta daha önce veya iş hayatının ilk yıllarında da otantik ve kendine has özelliklerin olması mümkün. Burada biraz cesur, kararlı ve dayanıklı olmak lazım. Dışarıdan gelen yorumlara ve eleştirilere kulak tıkamak iyi geliyor.
Değişim hepimizin arzu ettiği ancak uygulamakta ve hayata geçirmekte zorlandığı bir eylemdir. Eylem diyorum, çünkü hayata geçmeyen değişime değişim diyemeyiz.
Eylem olmadan değişim olmaz, eyleme geçmeden ne biz ne iş ne de dünya değişir. Eyleme geçmekten korkmadığımız gün değişim başlar, biz değişiriz, işimiz, mahallemiz, çevremiz ve dünyamız değişir.
Hepimiz hayatımızda olumlu yönde değişiklikler yapmayı isteriz; daha motive edici konuşmalar yapmak, çocuklarımızla daha iyi anlaşmak, daha çok kitap okumak, daha iyi bir iş ve sosyal yaşam dengesi kurmak, daha sağlıklı olmak, daha başarılı olmak veya daha mutlu olmak gibi. Hep dahası var.
Değişmenin zor geldiği ve değişmekten vazgeçtiğimiz durumlarda bu “daha”lar canımızı sıkıp mevcut halimizle “Ben bu işte çok iyiyim, ben çok iyi babayım, ben çok iyi bir arkadaşım” demeye başladığımız zaman kendimizi değişime kapatmaya başlıyoruz. Başkalarının bize söylemesi gereken sıfatları kendimize yakıştırıyorsak sıkıntı başlıyor. İşte o zaman biz kendi yetersizliklerimizi kapatmak için kendimizi hep haklı duruma geçirmeye, karşımızdaki kişiyi haklı ve doğru olsa bile haksız ve doğru olmadığını söylemeye başlıyoruz.
Değişim genellikle kolay gerçekleşmez. Bu durum, değişim sürecinin zorluğunu ve belirsizliğini yansıtır. Hepimiz alışkanlıklarımıza ve konfor alanlarımıza sıkı sıkıya bağlıyız, bu yüzden radikal değişiklikler yapmak, bilinmeyene adım atmak her zaman çekici gelmez.
Değişim arzusu ne kadar güçlü olursa olsun, eyleme geçmek ve sürdürülebilir değişiklikler yapmak çoğu zaman zorlayıcıdır. Zorlanmayı zaten hiç sevmeyiz, yaşımız kaç olursa olsun. Biz değişmeyelim, dünya değişsin bize uysun diye nafile isteklerimiz var.
Bu durumlarda değişmek için başımıza kötü bir şey gelmesini bekleriz; işten çıkarılmak, bir kaza geçirmek ya da sağlık problemi yaşamak gibi. Ancak zorda kalınca harekete geçeriz. İşte bu da değişimin iyi sonuçlanmasını zorlaştırır ve büyük bir stres yaratır. Yapabileceğimiz ve iyi hissedeceğimiz değişimleri zamanında başlatmak gerekli, yoksa üzerimizdeki baskı ile kendimizi ve çevremizi baskı altına alırız.
Değişim satmaz!
Değişim satmaz, çünkü insanlar genellikle mevcut durumlarını koruma eğilimindedir. Belirli bir yaşam tarzına, alışkanlıklara ve düşünce kalıplarına bağlı kalmak güven ve istikrar sağlar.
Değişim ise belirsizlik ve risk içerir. Bu nedenle, değişim talepleri genellikle yüzeysel kalır ve derin bir eyleme dönüşmekte zorlanır. Örneğin, bir arkadaşım, başka bir arkadaşımızın artık kendini değiştirmesi gerektiğini, herkesin onun konuştuklarından sıkıldığını ve yeni şeyler konuşması gerektiğini söyledi. Öncesinde aramızda yaptığımız konuşmalarda ise kendisinin çok değişime ihtiyacı olduğunu ve adımlar atacağını söylemesine rağmen adım atmak konusunda eyleme geçemedi, geçmedi. Bu, değişim talebinin kolayca dile getirilebildiği ancak uygulamada aynı derecede zorlu olduğu gerçeğini gözler önüne serer. En zor değişim, kendimizde başlatacağımız değişimdir, istisnası maalesef yok.
Sen değiş, sen değiştir
Hem kişisel hem de işte, daha yaratıcı ve zorlayıcı planlar yapmak için krizler (özellikle ekonomik) çıkmasını bekleriz. Çok iyi fikirler ve beklenmedik işler ise karşımıza zorlayıcı ve engelleyici kuralların çıkmasıyla gelir. Şartlarda bir değişiklik yoksa daha önce yapılmış, yıllardır süregelen işleri devam ettirmek hepimize daha kolay gelir.
Yapılmışı al, biraz değiştir ve sonra da çok iyi bir sunuşla sat. Yeni fikir bulmak yerine eskisini nasıl satacağımıza daha çok zaman harcamayı tercih ederiz. Değişim, yenilik ve yaratıcılık gerektirir, bu yüzden mevcut düzeni değiştirmek yerine, mevcut olanı yeniden paketlemek daha az riskli ve daha cazip görünür. Ancak bu yaklaşım uzun vadede durgunluk ve gerilemeye yol açabilir. Gerçek değişim ise risk almayı ve yenilikleri denemeyi gerektirir.
Eğer büyük işler, büyük takımlar yönetiyorsanız değişim sizden başlamalı. Oysa çoğu zaman patron, hissedar veya diğer paydaşlarınız sizden bir değişim beklemezler, hatta giden işin ve düzenin bozulmasından korkarlar.
En başta siz cesaretli olmalısınız, değişmeli ve o değişimi iyi satmalısınız. Yaş ilerledikçe değişime karşı gelme artar ama gençler bile değişim konusunda yeteri kadar cesur olmayabilir. Her gün gittiğimiz yoldan başka bir yola saparsak bile endişeleniriz, taksiye bindiğimizde bildiğimiz yoldan gitmesini isteriz, aksi takdirde tedirgin oluruz.
Bazen alışkanlıklar, bazen de bağımlılıklar değişmemizi engeller. Alışkanlıklarımızı bağımlılık haline getirdiğimizde, geriye dönmemiz ve değişmemiz çok zorlaşır. Özellikle çalıştığımız kurumlarda, iyi alışkanlıklarımız olacağı gibi kötü alışkanlık ve bağımlılığa sahip olan bir kültür ve davranış seti olabilir. Bu tür alışkanlıklar, bireylerin ve kurumların değişim sürecini yavaşlatır veya engeller. Değişim için bu alışkanlıkların farkına varmak ve onları dönüştürmek önemlidir.
Alışkanlıklarını değiştirerek başla
Alışkanlıklarımızı sorgulamak ve daha sağlıklı, daha verimli yollar bulmak, gerçek değişimin kapısını aralar. Alışkanlıkları değiştirmek zor olabilir, ancak bu değişiklikler sürdürülebilir başarı için gereklidir.
Birçok insan, değişimi dışarıdan bekler; bir kurtarıcı, bir yöntem veya bir sihirli çözümün hayatlarını değiştireceğine inanır. Ancak gerçek değişim, bireyin kendi içsel motivasyonuyla ve kararlılığıyla başlar. Değişim süreci, sürekli olarak kendini geliştirme ve adaptasyon gerektirir. Küçük adımlarla başlayarak, sabırlı ve istikrarlı bir şekilde ilerlemek önemlidir.
Hepimizin değişim beklentilerini daha gerçekçi hale getirmesi ve bu sürecin zaman alacağını kabul etmemiz gerekir. Değişim, hızlı ve kolay bir çözüm sunmaz; aksine, sürekli çaba ve direnç gerektiren bir yolculuktur. Bu nedenle, başkalarından değişim beklemek yerine, kendimizden başlayarak adım atmak daha etkili ve kalıcı sonuçlar doğurur.
Değişimi başlatmak için kötü bir olay yaşanmasını beklememeli, içsel motivasyonumuzu bulmalı ve harekete geçmeliyiz. Kendi potansiyelimize inanarak alışkanlıklarımızı sorgulamalı ve harekete geçmeliyiz.
Değişim senden başlar.