İyi liderlerle yönetilen şirketlerde çalışmak insanın hayatını ve bakışını değiştiriyor. İş ve meslek seçimi yaparken şirket kültürü ve geçmişi kadar o şirketin liderinin geçmişine ve söylediklerine bakmanın doğru olduğunu düşünenlerdenim.
İlk işe girdiğimiz yıllarda aklımızda amaç, hedef, kişisel gelişim gibi konular yok, hatta belki de duymamışız bile. Bizden bir ay önce işe girenler bile daha kıdemli, onların söylediklerini yapıyoruz. Ekip başları ve yöneticiler ise kutsal güç. İşte bu yapılar ve kafalarla mücadele etmek her zaman çok anlamlı değil, yapı büyükse sana daha uygun olan alanlar varsa araştırıp ve keşfedip oralara kaymak anlamlı, hızlıca yapılmalı. Eğer kurumun tamamı benzer kafadaysa da binadan koşar adım uzaklaşmak ve yeni maceralara çıkmak daha anlamlı olabilir.
O yüzden içine girdiğimiz kültürün seni kucaklaması, yolunu açması, özgürlük tanıması alacağın terfiden ya da maaştan çok daha önemli olmalı.
Bu da o şirketi yöneten insanların en tepeden aşağıya doğru yetkilendirme yapması ve bunu yaparken de genç ve yenilere de güven duyması ile olabiliyor. Evet kötü örneklerden öğrendiklerimizi yapmayarak doğruları bulduğumuzu söylemiştim. Elbette ideali doğruyu yapan, güven veren ve her zaman peşine takılmaktan mutlu olduğun ve bağ yaratan liderlerle çalışmaktır.
Ben iş hayatımda ‘şanslı olduğum dönemlerde’ takip edilecek liderlerle de çalışma şansı yakaladım. Ve işte o dönemler normal hızımın en az iki katı hızla öğrendim ve yaptığım işten en az iki katı kadar keyif aldım. İşte sizi işe ve markaya en çok bağlayan şey de bu, işe severek gitmek ve yaptıklarınızın işe yaradığını görmek ve duymak.
25-26 yaşlarımızda çoğu zaman milyon dolarlara danışmanlık firmalarına yaptırılan, örneğin ‘hangi yeni sektörlere girmeliyiz’ çalışması bize emanetti. Yıllar önce perakende sektörüne girme analizleri yaparak yabancı firmalarla yazıştığımı hatırlarım.
Ya da yeni içecekleri öğrenmek ve yeni iş birlikleri kurmak için yirmili yaşların ikinci yarısında ‘atla uçağa git, lisans anlaşması yapma yetkisi sende’ denerek elime biletler verildiğini.
Milyonlarca dolara satın alınan marka ve fabrikanın en önemli değeri olan markasını 28 yaşında teslim edip ‘hadi bakalım salla şu pazarı’ dediklerini de.
Otuzlu yaşların başlarında ‘Moskova’ya git ve dünya markalarının karşısına dikil’ sözleri de kulaklarımda.
İşte sana güvenen, yöneticilerle ve ekiplerle işe başlamak ve devam etmek sende de kendine güven ve markaya da bağlılık yaratıyor.
Yaptığımız çalışmaların çoğu hayata geçemese de bize kattıkları o kadar büyük oldu ki ilerleyen yaşlarda ve attığımız adımlarda o projelerin üzerimizde çok emeği oldu. Aslında bize duyulan güven ve raporlarımızın okunması fikrimizin dinlenmesi bizi çok iyi hissettirdi. Dünyadaki en önemli işi yaptığımı düşündüğüm çok olmuştur.
Bunun tersi yöneticilerle ve senden daha iyi olmadığını düşündüğün insanlara raporlamak da hayattaki en önemli şanssızlık ve başına gelebilecek en kötü şey. Niye o pozisyonda olduğunu, kendisinin bile anlamadığı ama söz hakkı onda olduğu için her konuda ahkam kesme yeteneğini geliştiren liderlerin ise tüm sisteme, kültüre, iş sonuçlarına en önemlisi çalışanlara verdiği zarar ise tahminlerinizden çok daha büyük oluyor. Çoğu zamanda onarılması mümkün olamayabiliyor.
‘Şimdiye kadar kendimizden vazgeçtik’
Sonuçta sevdiğimiz ya da sevmediğimiz işlerde ya da liderlerle çalışırken bile önceliklerimiz çok net. Verilen işleri iyi yapmak, gerekirse gece gündüz çalışarak başarılı olmak, terfiler almak, paralar kazanmak, geleceğimizi garanti almak. On yıl, on beş yıl böyle, ama ya sonra?
İşte kırklardan sonra mutlaka bir durup düşünme dönemi geliyor, kaçışı yok. Ben ne yapıyorum, biz ne yapıyoruz?
Hatta artık daha erken bu sorular gençlerin kafasında dönüyor. Çünkü gençler hayat amaçlarını bizden çok daha önce keşfedebiliyorlar. 22 ve 24 yaşlarındaki kızlarım bu soruları çoktan sormaya başladılar bile.
Hayatımızın sonuna kadar bu tempo ve koşturma ile amaçsız bir hayat beni daha ne kadar mutlu edebilir?
İşte burada hepimizin daha çok farkına vardığı şey bugüne kadar kurumsal hayat = benim hayatım’dı, ama bundan sonra öyle değil. Benim yaşadığım hayat kurumsal hayattan daha büyük ve daha farklı olmalı, ama eşit olamaz.
Ne anlatmak istediğimi, sevgili Asude ve Kurtuluş’un yaptığı araştırmadan ve katılımcıların cümlelerinde yakaladığım ifadelerle anlatmak daha iyi olacak;
– İş hayatına artık para kazanmak olarak bakıyorum, oradan bir tatmin almıyorum, almayı da beklemiyorum. O yüzden hayal kırıklığı yaşamıyorum. Günün 8 saatini oraya veriyorum, onda da minimum zarar görerek. Yani o hırslara falan kapılmadan. Aldığın parayı hak edecek kadar çalışıyorum.
Burada tamamen buz gibi bir alışveriş var aslında. Yani ben emeğimi veriyorum, onlar paramı veriyorlar, o kadar. Aslında bu sistemin içinde size biçilen bir rolü oynuyorsunuz. Zamanınızı satıp karşılığında para alıyorsunuz.
Yukarıdaki yazının başlığı da kırklı yaşlarının sonlarına gelmiş, kurumsalda çalışan birinin kurumsal hayat için yaptığı tanım. ‘Kurallarını senin koymadığın bir oyunu oynamak zorunda olduğun bir ortam’ demiş kurumsal hayat tanımı olarak.
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere aydınlanma şu; şimdiye kadar kendimizden vazgeçtik ve çok şeyleri ıskaladık. Dengemizi bulamadık. Şimdi ise özgürleşme, sakinleşme, durulma ve düşünme, kaçırdıklarımı anlama zamanı geldi. Artık iş CV’sinin değil, deneyimsel CV’nin ve deneyimlerin doldurulması zamanı geldi ve geçiyor.
Üretkenlikten ve öğrenmekten vazgeçmek değil tam tersine üretime ve katkı sağlamaya devam etme, ritmimizi ve dengemizi bulma isteği ile dolma dönemi.
Tecrübe ve kendimize güvenimiz tam, maddi olarak daha güvende hissediyoruz, ama fiziksel ve zamana dayalı kısıtlar sıkışıklık hissi yaratıyor ve bu da bizde rahatsızlık yaratıyor.
Tutkumuzu bulmalı ve peşine düşmeliyiz, kendimizden daha büyük bir şeyin parçası olma hissini yaşamak istiyoruz, yarattığımız faydanın sonuçlarını görmek en önemlisi kararlarımızda ve hareketlerimizde özgürlük peşindeyiz. Artık o sıkışmışlık ve sadece başkalarının işlerini ve kararlarını dinlemek ve yapmak bizi rahatsız eden boyuta geldi.
Daha fazla vazgeçmemek için de, denge kurmak için arayışlarımızı başlatıyoruz.
İşte araştırmanın bize tam olarak söylediği şey de bu; sen artık tamsın ve harekete geçmek için tam zamanındasın. Geri adım atmana, eskiden yaptığın gibi artık vazgeçmene gerek yok. Ve üstelik hala genç ve enerjiksin.
Ana motivasyonun denge, iş ve özel yaşamın arasında denge kur, duygu ve rasyonalite arasında dengeni kur, bireysel ve toplumsal fayda arasında kendine bir denge yarat, para ve tutku arasında dengeni kur, var olan ve yeni beceriler arasında denge kur.
Hayallerin, planların, birikimlerin, deneyimlerin içinde kalmasın.
Ektiklerini biçme zamanı.