Okuyacağımız ve yaşamımızın geri kalanında meslek olarak daha 30-40 yıl yapacağımız işleri her zaman kendi isteğimizle seçmedik. Bizden daha önce iş hayatına atılan ve başarılı olduğunu düşündüğümüz kişileri ne istediğimizi sorgulamadan örnek alarak bankacı, markacı, girişimci olma kararları verdik.
Çevremdeki arkadaşlarımın, çocukları üzerinde bu geleneği bugün de devam ettirme meraklarını endişe ile takip ediyorum. Hangi mesleği seçeceğimize, o mesleğin gelecekteki iş ve gelir potansiyeline göre karar vermek sizce ne kadar doğru ya da yarının mesleklerini tahmin edip gençleri moda mesleklere yönlendirmeye çalışmak.
Mutlaka mühendislik okusun geleceğin mesleği elektrikli araba ya da yapay zeka diyebiliyoruz. Ya da geleceğin mesleği psikologluk, yapay zeka çok can yakacak hepimiz psikologlara koşacağız diyebiliyoruz.
Ne istediğimiz veya hangi konuda mutlu olduğumuzu unutup, en geçerli meslekler listesinden geleceğimizi seçebiliyoruz. Güzel sanatlar, felsefe veya İngiliz dili ve edebiyatı, “Bu meslekler para kazandırmaz, ileride hobi olarak devam edersin” başlığı altında kaybolabiliyor. Benim dönemimin popüler bölümü işletmeydi. Özellikle iş dünyasına hızlı giriş yapmak isteyenler için nispeten teoriden uzak, daha çok pratik ve işletme yönetimi odaklı derslerin olduğu ve bana göre de çok kolay okunan bir bölümdü.
En zor derslerimiz ise hukuk ve iktisat idi. Beyazıt’tan gelen ve iktisat ve hukuk fakültesi hocalarımızın ağırlığı ve sınavlarının zorluğu hemen fark edilirdi.
Meslek seçiminde ailenin üniversite okumuş büyükleri ile konuşulur veya mahallede üniversite bitirmiş ve iş dünyasına bizden önce giriş yapan büyüklerimizden bilgi alınırdı. Üniversite giriş kursları parlak dönemlerini yaşamaktaydı. Her cumartesi ve pazar okula gider gibi hazırlık kursuna gidilirdi.
Dayım iktisat fakültesi mezunuydu ve denetim işleri yapan bir ofisi vardı. Dayımın oğlu ise benden bir sene önce işletme fakültesini tercih ederek yeni kariyerini seçmişti.
Lisedeki arkadaşlarım tıpçılar, mühendisler ve Türkçe-matematikçiler olarak gruplara ayrılmıştı. Bizim sınıf fen bölümünü seçenlerden oluştuğu için de edebiyat seçen yoktu.
Sanırım son haftaya kadar net bir tercihim yoktu. Okullarda veya kurslarda şimdiki gibi meslek danışmanları da yoktu. Aldığın puana en çok uyan okul ilk sıraya yazılırdı. Okulu ve mesleği isteyip istememenden bağımsız, sanki aldığın puan havaya gitmesin gibi bir kural varmış gibi.
Yaptığım en akıllıca şey, sanırım son hafta işletme fakültesinde alınan dersleri araştırmak olmuştu. Davranış bilimleri, istatistik, tüketici araştırmaları, finans, bilgisayar gibi derslerin ister kurumsalda devam edeyim, ister kendi işimi kurayım işime yarayacağına aklım kesti. Ve bu esnekliğe sahip olmak da hoşuma gitti.
Üstelik dayımın oğlu da Fransız kolejinden mezun olup aynı okulu kazanmıştı. Ailem bölümden çıkınca ne olacağımı kestiremese de, dayımın oğlu da aynı tercihi yapmıştı, riskim yoktu.
Kayıtların açıldığı ilk gün ilk kayıt yaptıracaklarla birlikte sıraya girdim. Sırada genelde Anadolu’dan kayıt olmaya giren arkadaşlarla tanıştım ve dört yıl onlarla arkadaşlık ettim. İstanbul’dan kazananlar kayıt işini daha son günlere bırakmışlardı. Kayıt sırasına göre 4 sınıfa ayrıldık, 400 kişi bu bölümü kazanmıştık. Ve ben ilk kayıt olanlarla beraber A grubundaydım.
Bölümde okurken okulun kolay olması ve iş hayatında yapabileceğim farklı alanların çeşitliliği başka bir bölüme geçmeyi düşündürtmedi. Sık sık arkadaşlarımı görmeye Beyazıt’a gidip gelsem de aklımda bir an önce okulu bitirmek ve sınavlardan kurtulmaktan başka bir şey geçmedi.
İş hayatı daha çok ilgimi çekiyordu. Reklamcılık ve yaratıcı işlere aklım kayıyordu. O yüzden pazarlama ve tüketici davranışları ve araştırmaları odağımdaydı. Üniversite biter bitmez hiç hız kesmeden sınava girip pazarlama mastırına başladım.
Ama şimdi soran gençlere kaçıncı sınıfta olursanız olun, sevmediyseniz bırakıp tekrar istediğiniz bölüme girin diyebiliyorum. O dönemde ve yaşta kaybedilen iki, üç yılın hayatınız boyunca hiç sevmediğiniz bir işi yapmanın yanında çok önemsiz olduğunu biliyorum.
Gerekirse o yılları yak ve seni heyecanlandıran işi ve mesleği seç, baştan başla. Sevmediğin bir iş için uyanmak ve kendini zorlamak mutsuz olmak için en büyük neden.
Ya da çok severek istediğin bir bölümü bitirdin ama istediğin gibi gitmedi. Tıp okusan da doktor olmak zorunda değilmişsin. Hatta doktor olup da sana ihtiyaç duyulan ama doktorluk yapmak zorunda olduğun işler de varmış. Doktorluktan mezun olup hiç hastane de çalışmadan farklı ülkelerin ve ilaç şirketlerinin sağlık politikalarını yazan danışman tanıyorum.
Bilgisayar veya makine mühendisliğini bitirip hiç makine görmemiş ama finans alanında uzmanlaşmayı tercih ederek konularında Türkiye’nin en iyi pozisyonlarına gelmiş çok iyi arkadaşlarım var. Meslek seçimlerimiz çok önemli, puanımız nereye tutuyor veya nereden kabul geldi ise oraya gitmekten daha önemli.
“Ben ne istiyorum, ne iş yapmak beni mutlu yapacak ve hayatımın sonuna kadar sıkılmadan beni mutlu edecek iş ne?” sorularını sormaya ve cevaplarını araştırmaya başlamak lazım. Lise yıllarının başında ise bu önemli kararı vermeye çalışıp hedefe götüren adımları atmak önemli oluyor.
Bazı meslekler okul notu ve sınavdan bağımsız yetenek sınavı ya da portfolyo hazırlayarak seçim kararlarını veriyor. Güzel sanatlar alanında bir dal seçilecekse hazırlıklarına daha önce ve farklı yollardan başlamak gerekiyor.
Seçenekleri önce çoğaltıp sonra indirmek ve en çok istediğimize karar vermek benim en çok uyguladığım yöntem. Bazen yapmadan ve deneyimlemeden karar vermek doğru gelmiyor.
Başkalarından dinlediğim tecrübeler veya okuduklarım da beni kesmiyor. Kendim deneyerek karar vermek istiyorum. İşte o zaman kaç yaşında olursam olayım sıfırdan başlayıp öğrenci olmaya da varım.
Okuduğumuz meslek ve yaptığımız iş bize aradığımız heyecanı ve mutluluğu vermiyorsa bir taraftan diğer bir alan için çalışıp hazırlıklarımızı yapmakta fayda var. En iyi okullarda okuyup, en büyük şirketlerde yıllarca finans veya kalite kontrol işi yapan arkadaşlarım, büyük keyifle öğrencilerine özel ders veriyorlar.
Kızlarımdan biri tekstil tasarım, diğeri ise oyunculuk okumayı tercih etti. Kendi kararlarını kendileri verdiler, bize de desteklemek düştü. Aynı bizim ailelerimizin bize yaptığı gibi, kararlarımıza ve seçimlerimize saygı duyması gibi. Başlarda biz de kararlarını biraz sorgulamaya kalkmadık değil. Hatta kendi düşündüğümüz ve onlara uygun gördüğümüz meslek fikirlerini de paylaştık. Ama son karar onlarındı.
Mutlu olduğumuz zaman daha iyi oluyoruz, daha çok olumlu etki yaratıyoruz. Diğer türlü yaşadığımız kaygı, endişe ve mutsuzluk seviyesi sadece bizi değil tüm sosyal çevremizi etkiliyor.
Onlarca ülkede yapılan bir araştırma sonuçlarına göre mutluluk seviyemizi en çok etkileyen dört faktör şu şekilde sıralanmış; birincisi aile ve arkadaşların sarıp sarmaladığı sosyal bir topluluk içinde olmamız, ikincisi zihinsel ve bedensel sağlığımız, üçüncü sırada elde ettiğimiz gelirin bize sağladığı yaşam kalitesi, dördüncü ve son olarak nasıl bir politik sistemde yaşadığımız.
Düşündüğüm zaman benim ilk dört sıralamam farklı olabilirdi ama dört tercihim bu listedeki ile aynı olurdu.
Listedeki mutluluk faktörlerinin tamamını bireysel olarak etkileme şansımız olmayabilir. Ama etkileyebildiklerimizin oran olarak daha fazla olduğunu söylemek mümkün.
Seçimlerimiz hayatımızı ve mutluluğumuzu nasıl da etkiliyor.
Öncelikle kendimizle ilgili kararlarda son sözü biz söyleyelim.
Mutluluk formülü zaten belli; seçimlerin hayatını değiştirir.