Her zaman en doğru kararları vermedim, en güzel işleri de yapmadım. Ama öyle kararlar aldım, öyle işler yaptım ki onların tadı başka hiçbir şeyde yoktu. Özellikle şef ya da müdür olmadan, bazen zorla ve sökerek aldığım sorumluluklar ve riskler gelecekte büyük işlerin habercisi oldu. Şirketin az bildiği, risk almaktan çekindiği işlerde hep bir Deli Dumrul’a ihtiyaç vardı. O da köprünün başında da, ortasında da olmaya her zaman gönüllüydü.
2-3 senede bir işler tekrarlamaya başlayınca yeni iş arayışına girerdim. Ya da bunu hisseden yöneticilerim beni bir projeden alıp başka bir projeye, bir ülkeden alıp başka bir ülkeye gönderirdi.
Kendimi Isuzu otobüs fabrikasında çalışır bulmuştum
90’ların başında Efes’te üç yıl süren verimlilik projesini tüm fabrikalarda tamamladıktan sonra hızımı alamayıp projeyi beraber yaptığımız İngilizlerle birlikte kendimi Isuzu otobüs fabrikasında, üretim hatlarında altı ay çalışırken bulmuştum.
Yıllar, yaşlar, kuşaklar değişir; ama insanın içini ısıtan, “İyi ki yapmışım” dediği anlar hiç değişmez. Hayal ettiklerini söyleyip ısrarla sonuna kadar götürme cesareti gösterdiğin her yolculuk unutulmaz olur.
Benim için bu, bana güven duyulup alan açıldığında bazen tarif edilerek bazen de işi bile söylemeden yarattığımız projelerin iyi sonuçlanması anlarıdır. Hayal ettiklerini söyleme, bazen ısrar etme ve sonuna kadar yapma cesareti gösterdiğinde, sonu nasıl biterse bitsin o yolculuk unutulmazların arasına girer.
Kariyerinizin ilk yıllarında hazırladığınız bir raporun yönetim kuruluna sunulacağını bilmek bile sizi heyecanlandırır. Müdürünüz sizin giremediğiniz önemli bir toplantıdan çıkıp geri döndüğünde, o kapıdan içeri girer girmez meraklı gözlerle ve hızlı kalp atışlarıyla “Nasıl geçti? Yaptıklarımızı beğendiler mi” diye sormak…
O cevabı beklerken geçen birkaç dakika hayatınızın en önemli anlarından biridir. Daha yeni işe girmişsinizdir ya da az bildiğiniz bir konuda araştırma yapmış ve rapor hazırlamışsınızdır. Çalışmanızın onay alacağına dair abartılı bir özgüvenle her projenin geçmesini beklersiniz.
Projeniz geçmezse, içten içe “Patronlar bu işi anlamadı mı acaba” diye düşünerek hemen işten çıkıp bir yerde kafa dağıtmak istersiniz. Sonra işler değişir, sorumluluk artar. Siz artık gençlerle çalışan ve onlara alan açan tarafa geçersiniz. Sizden genç biri deli bir fikirle gelir: “Bu fikri deneyelim mi” diye sormasına bile gerek kalmadan “Hadi, ne duruyorsun? Koş ve başla!” dersiniz. İşte tüm iyi işlerin çıktığı anlar, o anlardır.
Cesareti ödüllendir!
Bu sürecin en güzel tarafı, o cesareti ödüllendirmek. Belki bu fikir tutmaz, ama bir sonrakinde tutar. Asıl mesele yeni fikir gelmemesi. Devlet dairesi gibi sadece üstten gelen işlere “Olur, bir bakalım” demekle iyi işler çıkmaz, çıkamaz. Bugün geriye dönüp baktığımda işe ilk başladığım yıllardaki o cesaretin kaynağını daha iyi anlıyorum.
İşe yeni girmişim, 90’lar ve ortalık karışık. Tam da bu karışıklık günlerinde şirket ve özellikle vizyoner tepe yönetimimiz başka işlere ve coğrafyalara girmeyi düşünüyor. Daha ortada iş ve ülke yokken en üst katta işe alımlar yapılıyor, kararlı adımlar atılıyor. Sonra arka arkaya yeni ülkelere giriş başlıyor. Bizim ekip de her yeni ülke için fizibiliteler hazırlıyor.
Yeni ülke ve coğrafyalar dışında bizden istenen her işe bakıyoruz. Bir gün peynir dağıtımı, başka bir gün perakende zincirini ülkemize getirmeye çalışıyoruz. Resmen uçuyoruz.
2-3 yıl süren büyük verimlilik projemizi bitirmiş, otomasyona bağlamış ve aylık sonuçları kontrol eden cevval gençleriz. Müdürümüz şirketin en genç müdürü ve 30’lu yaşlarının başında. Sonrasında daha da yükselerek ülkenin başına geçti.
Tüm üst düzey yöneticilerimiz gibi ODTÜ’lü. Bu işten önce şirkete bağlı bir burger zincirini ülkemize getirip yönetmiş. Hamburger işine girmesinden bir ‘bira’ şirketinin farklı işlere olan ilgisini ve heyecanını anlamak mümkün. Şirket meraklı, CEO meraklı, müdürünüz meraklı, siz hepsinden meraklı… Daha iyi bir formül olamaz.
Sürekli yeni işler ve projeler geliyor, biz de üstüne atlıyor, içine dalıyoruz. Bir çeşit şirket içi McKinsey gibi çalışıyoruz; gecesiz gündüzsüz.
Unutmayalım, 25-26 yaşlarında dört kişilik bir ekibiz ve hiçbirimiz benzer işleri yapmamışız. İşte bu bilinmedik işlere dalma ve kimsenin bilmediği alanlarda bilgi sahibi olma durumu hepimizi farklı bir konuma getirdi.
Daha yaratıcı, daha korkusuz, daha cüretkâr olduk
Bence yöneticilikte aranacak üç özellik varsa onlar da bu özellikler olmalı: Şefken müdür gibi düşünme ve karar alma, müdürken de genel müdür gibi düşünüp riskler alma. Gerisi geliyor.
İşte bu yeni ve garip işlerin biri için, ülkemizdeki geçmiş 20 yılın hava durumu değerlerini alıp gelecek beş yılın değerlerini hesaplamak ve talep tahmini yapmak üzere bir gün Kandilli Rasathanesi Müdürü ile çalışırken başka bir gün ODTÜ’de hocalarla regresyon analizi yapmak için Ankara’ya kamp kuruyorum.
Kimsenin şirket içinde bilmediği ve yapmadığı işleri yapmak, kafamızı ve ufkumuzu öyle bir açıyor ki her gün başka ve “saçma” fikirlerle işe gelmeye başlıyoruz. Kimse de “Dur” demiyor. Elimizdeki işleri tamamlayıp yeni işler çıkarıyoruz.
İngiltere’de pub almaktan neden vazgeçtik?
Bir gün İngiltere’de çıkan bir yasa neticesinde bira üreten firmaların sahip olabileceği pub sayısına sınırlama getirilmesi üzerine bu pubları Efes’in alması için kendimi İngiltere’de buluyorum. İş bayağı sona yaklaşırken binlerce pub’ı İstanbul’dan yönetmenin zorlukları nedeniyle duruyoruz.
Başka bir projede Belçika pub konseptini görmek için beş kişilik bir ekip olarak ülke ülke gezip kafamızda yepyeni ve bize özgü bar fikirleriyle geri dönüyoruz. Bu geziden sonra harika bir proje başlıyor ve çok güzel işler çıkıyor.
Bu işlerin bana ve ekibe en büyük katkısı sınırsız ve büyük hayaller kurma özgürlüğü oldu. Film izleme tutkusu sayesinde kafamın yarısı gerçek, yarısı hayal olduğu için yeni fikirler üretmek benim için çok zor olmadı.
Bir işi ilk defa dinlerken bile kafamda onlarca fikir ve hayal üretmeye başlıyorum. Önemli olan şu soruya cevap verebilmek: Bu hayalleri anlatacak, peşine düşecek, hayata geçirecek ya da başaramazsam yenisini deneyecek cesaretim var mı? Cevabım “Evet” olunca kim tutar beni!
Kim tutar seni!
Bu yeni işlerin bir kısmı başarılı bir şekilde hayata geçince Almanya’da bir fuarda yeni şişe ve kutu tedarikçileriyle görüşürken gelen bir telefonla, satın alınan yeni bira fabrikasının markasının başına geçtiğimi öğreniyorum.
Yeni görevlerim ne benim ne de çalışma arkadaşlarımın beklediği atamalar oluyor. Hep birlikte ve bir süre sonra buna alışıyoruz. Yeni ve zor bir iş varsa, verin gitsin. Zaten yaptığım işten sıkılmaya başladığım için her yeni işe heyecan, umut ve yeni fikirlerle sarılıyorum. Beraber çalıştığım kişi ister tek başına olsun, ister on bin kişilik bir ekip; kafamda işi ve amacı çözdüysem gerisi geliyor.
“Seni durduracak bir finans direktörü tercih ettik”
Rusya’dan Türkiye’ye döndüğümde yeni bir muhasebeciye değil finansçıya ihtiyaç duyduğumu söylemiş, tanıdığım ve birlikte çalıştığım atak bir finansçıyı ısrarla önermiştim. Ama üstlerimiz benim istediğim finansçı yerine, çok daha yavaş ve yeniliklere uzak bir direktör atandığında telefon açıp tepe yöneticimize itiraz edince o da telefonu yanında olan patrona uzatmıştı. Patron da “Seni durduracak bir finans direktörü tercih ettik” cümlesini kurmuştu.
Sorumluluk almak ve sonuna kadar gitmek, işi büyütür. Son kararları başkasına bırakanların anlatacak az hikayesi olur.