Geçen hafta dört günlüğüne eğitim vermek için Sibirya’ya yolculuk yaptım. Gezinin ilk ve kısa durağı Moskova’dan gözlemlerimi döner dönmez, yazının ilk bölümü olarak geçen perşembe yazmıştım. Şimdi sıra ilk defa gidip gördüğüm Ulan Ude şehri ve Baykal Gölü gözlemlerimde.
Moskova’da havaalanındayız, uçak saatimiz geliyor. Çimen yeşili uçaklara sahip, Sibirya bölgesinin meşhur hava yolu şirketi S7’nin uçaklarına biniyoruz. Beş saat uçacağız ve saat farkından dolayı da beş saat ileriye gideceğiz.
Uçaktayız ve gerçekte gece olması gereken Moskova saatine göre gökyüzü hızla aydınlandı ve sabaha doğru Ulan Ude’ye iniş yaptık. Havadan daha önce Rusya’da gördüğüm şehir siluetlerine hiç benzemiyor. Küçük tahta kulübeler ve garip renkli çatılar gözüküyor. Her şehirde olduğu gibi ortasında bir nehir var, bir de köprü görünüyor. Ama yüksek binalar, dev caddeler ve yollar sayıca çok az.
Çok eski model bir havalimanı, çıkışta yakınlarını bekleyen insanlardan binaya zor girdik. Valizler binanın dar bir koridoruna kurulmuş derme çatma bir bantta elle indirildi. Geçmişte de buna benzer havaalanlarıyla karşılaşmıştım ama en az yirmi sene önceydi.
Yöresel kıyafetler giymiş üç kadın gelen asker kıyafetli erkekleri mavi geniş kurdelelerle karşıladı. Bugün 9 Mayıs, büyük kahramanlık bayramı.
1,400 kilometre boyunca çok az yerleşim yeri var
Havaalanından kalacağımız otele araçla üç saat var diye uyardılar. Ben ise ‘Baykal’a artık yakınızdır ve hızlıca ulaşırız’ diye düşünmüştüm. ‘Ülkenin en seyrek yerleşimi olan bölgesindeyiz, 1,400 kilometre boyunca bir bazen bir şanslıysak iki köy gördüğümüz oluyor’ dediler. Sesimi çıkarmadım bir daha. Haritaya baktığımda en yakın büyük şehir Çita ve buluşacağım arkadaşlar trenle oradan 10 saatte gelmiş. Arabayla dönecekler, yine on saate yaklaşan uzun yolculuklar yapacaklar. Baykal kenarında yapacağımız, İstanbul, Moskova, Çita ve St. Petersburg’dan oldukça uzun yollar kat ederek geldiğimiz bir buluşma oldu.
Ulan Ude’ye ilk gidişim, Sibirya bölgesindeki Buryat Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti. Batıda tekrar kavuşmak için can attığım Baykal Gölü’ne kıyı. Güneyinde ise Moğolistan yer alıyor, sınır şehri. Trans Sibirya demiryolunun önemli duraklarından biri olmalı, Baykal’a giden arabada olduğumuz üç saat boyunca demiryolu hep bol vagonlu trenlerle doluydu.
Kendine özgü bir dil olan Buryatça konuşuluyor, aynı dil Çin ve Moğolistan’da da konuşuluyormuş. Buryat dili dünyada ciddi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya diller arasında gösteriliyormuş.
Havaalanından çıkıp Baykal kıyısındaki otelimize giderken gördüğümüz evler, yüz yıllık olduğunu düşündüğüm tek katlı ve oymalı kakmalı kapı ve camlarıyla Hansel ve Gretel’in masal evlerine benziyordu. Gerçekten şehrin yapısı, binalar, insanlar, doğa başka bir ülke hissi veriyor. Yol boyunca çok az insan görüyorum, hava serin ama üşütmüyor.
Yolda yol üstünde insanların çaput bağladığı direkler ve ağaçlar görüyoruz. Halk arasında enerji merkezi olduğuna inanılan yerlermiş. Bir çeşit kutsal ve iyileştirici, değiştirici özelliği olduğuna inanılan alanlar.
Buryatların birçok geleneği Moğollarla aynı
Buryat’ların yaşam tarzlarını yüz yıllardır devam ettirdiklerini, göçebe hayvancılık ve bir çeşit büyük çadır anlamına gelen yurt kurma geleneklerinin Moğollarla aynı olduğunu gözlerimizle de görmüş oluyoruz. İşin ilginç tarafı ise merkezde ya da kırsalda yaşayanların hala eski geleneksel yaşam tarzlarını sürdürmeleri.
Yolda ilgimizi karşılaştığımız çok sayıda hayvan heykeli çekiyor. Neredeyse hiç insan heykeli ile karşılaşmıyoruz. Şehir merkezinde çok büyük ölçülerde Lenin büstü olduğunu öğreniyoruz ama göremedik. Köprülere girişte ve çıkışta iki tarafta konumlanmış arslan, geyik heykelleri yol boyunca bizi takip ediyor.
Kaldığımız otelin restoranında otururken farklı bir dil konuştuğumuzu duyan bir Buryat beyefendisi hangi dili konuştuğumuzu sordu ve sonra da ortadan kayboldu. Beş dakika sonra elinde bir şampanya şişesiyle gelip bize ‘Hoş geldiniz’ dedi, şişeyi uzattı ve ‘rahatsız ettim, özür dilerim’ diyerek uzaklaştı. Bu misafirperverlik ve zarafet nerede olursa olsun beni çok etkiliyor.
En yakın şehirler Baykal’ın karşısındaki Irkutsk ve daha yukarıda bulunan Çita. Daha önce Irkutsk tarafından Baykal’ı görme şansım olmuştu. Hatta güzel bir havada tekne turu bile yapmıştık. Kışın gölün üzeri buzla kaplanınca araçların karşıdan karşıya geçtiği söylenmişti.
Yine gölde yaşayan fokları görünce çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Birlikte seyahate gittiğim ve çalıştığım arkadaşım çocuklara bırakmak için yapılacak en iyi yatırımın Baykal kıyısında arsa almak olduğunu söylerdi hep. Sonunda haklı çıkacak gibi geliyor.
Dünyanın en büyük tatlı su kaynağı olan Baykal dünyada en son tükenme tehlikesi olan kaynak. Dünyanın en derin gölü de Baykal ve en derin yeri 1600 metreden fazla. Ve tahminlerimize göre kaldığımız yer, en derine çok yakın bir nokta.
Dünyada yerin yüzeyinde bulunan sıvı haldeki suyun yüzde 20 ‘si Baykal’da. 25 milyon senedir orada olduğu düşünülen Baykal’a dünyanın en yaşlı gölü dendiğini okuyorum. Gölün üzerinde tam 22 ada bulunuyor. Çevresi ise 2100 kilometre. Biz Ulan Ude’ye doğru giderken Baykal’a Selenge nehrini takip ederek ulaştık. Irkutsk tarafında ise Angara nehrini takip etmiştik.
Şamanlar tarafından Baykal’a verilen ad ‘Sibirya’nın Mavi Gözü’. İnsan Baykal’ı gördükten sonra insanların bugün bile neden doğaya, dağlara ve göllere adaklar adadığını anlıyor.
Moskova’dan beş saat ilerideyiz. Yola çıkalı 24 saat oldu ve hala kalacağımız Baykal Gölü kıyısındaki yere ulaşamadık. Yolda ilerlerken Buda heykelleri ile dolu bir alana rastladık. Sonra ise yol üstünde mavi kurdelelerin bağlı olduğu ağaçlara.
Baykal kıyısında tek bir bina ya da inşaat yok
Buryat’ların dini Budizm ve şamanlığı da hala devam ettirdiklerini öğreniyorum. Sınırların ötesindeki akrabaları ile aynı kökler ve gelenekler başka bir ülke de yaşansa da devam ediyor. Şehirde ve yolda çok büyük apartman ve bina yok, tahtadan evler var ve çatıları mavi veya turuncu. Bildiğim Rusya’dan farklı bir yerdeyim. Sonunda ağaçlarla çevrili bir otele geliyoruz, Baykal kıyısında tek bir bina ya da inşaat görmüyoruz. En yakın ev en az bir kilometre içeride. Buryat’ların doğaya ve doğanın her türlü canlısına gösterdiği saygıyı bir kez daha anlıyoruz.
Otele yerleşip yürüyüş yapmak için köyün içine doğru ilerliyoruz. Bulduğumuz ilk dükkana giriyoruz. Dükkanda hem içecek, hem gıda, hem nalbur hem de giyim mağazasında satılan neredeyse her şey var. Ekmeğinizi, boyanızı, mayonuzu, gözlüğünüzü aynı yerden alabilirsiniz, bölgenin AVM’si gibi düşünün. Üstelik fiyatlar çok daha uygun. Kararsız kalmak ve seçim yapamamak gibi derdiniz de yok. Her üründen en fazla iki renk ve adet var. Maksat işiniz görülsün.
Rusya’nın çok zor bölgelerinde çalışmış takımla buluşuyorum
Toplanacağım takımla buluşuyorum, ortalama yirmi yıldır Rusya’nın en zor bölgelerinde çok zor işlere imza atmış bir takım. Avrupa’nın en yüksek binasını da, en büyük nikel fabrikasını da yapmışlar. Aralarında en büyük konut projesini yapan da var, en büyük bira ve malt fabrikasını yapan da.
Dayanıklılıkları ve pozitifliklerinden ilk andan itibaren etkileniyorum. Bizim çalıştığımız gökdelenler ve şık ofislerde çalışmak yerine onlar inşa etmeyi seçmiş. Şehir dışındaki şantiyelerde çeşitli milletten insanlarla yollar, fabrikalar, binalar üretmişler. Birçoğu arada vatana dönüp orada çalışmayı denemiş ama ilk çağrıda geri dönmüşler. Her gittiklerinde evlerini başka bölgeye ve şehre taşımışlar. Göçebelere benzettim hayatlarını ve uyum seviyelerini. Biraz Buryat’lara da benziyor olabilirler.
Her fırsatta ve arada Baykal’a yürüdük. Kıyısına her gün değişik miktarda buz kütleleri geldi. Gün batımında parlamasını izledik. Baykal Gölü’nün en derin olduğu bölgeye yakındık, yürüyüşlerde karşıyı ya da bir kara parçasını görmek mümkün olmadı.
Dünyanın en yaşlı suyuyla sohbet etmek güzel bir his
Baykal Gölü etrafında olduğunuz müddet sizi yanına çağırıyor. Büyüklüğü ve sonsuzluk veren hissi ve gördüğünüzün sadece o ve ona bağlı güzellikler olması insanı etkiliyor. İnsan yapımı tek bir şey görmeden doğanın içinde olmak ve yanınızda dünyanın en büyük, en derin ve en yaşlı suyuyla sohbet etmek çok güzel bir his. Geri dönmek istemiyor, dönseniz de tekrar ne zaman yanına gelirim diye düşünmeye başlıyorsunuz. Kıyısında her gün farklı büyüklükte ve şekilde buzlar oluyor. Her gördüğünüzde farklı bir yerden baktığınızı düşündürüyor. Her gün başka bir Baykal’ı görmeye gelir gibi. Her gün aynı insanlar gölü görmeye geliyor, ikinci gün köyde yaşayan insanların her gün geldiğini anlıyorum.
Ekip gibi ekiplerdi. Sahte ya da kibar olma hali hiç yok. Uzun anlatma veya lafı dolaştırma ne demek bilmiyorlar. Ne düşünürse yekten giriyorlar, arkasından hiç ‘anlamadım bir daha anlatır mısın, sorusu gelmedi. Netlik ve şeffaflık tam. Bana da öyle olmasa o bölgelerde ve o işlerde çalışılmaz gibi geldi.
Dünyanın başka ülkesinde ve kültüründe iş yapanlar ve kültürle uyum sağlayıp mutlu olan insanlarla buluşmayı ve çalışmayı seviyorum.
Emekli olunca oralarda yaşamayı düşünenler bile vardı. ‘Memlekete dönünce yapamıyoruz, insanımızın kendi ülkemizde nasıl ve ne zaman bu kadar değiştiğini anlayamıyoruz’ diye bana yakındılar.
Havalimanında keneye karşı uyaran reklam filmleri var
Baykal’a yürürken yeni yeşermeye başlayan otların üstünden geçiyoruz. Arkadaşlar daha uzun otların olduğu ağaçların altından yürüme teklifimi şiddetle reddediyor. Otların 25-30 cm uzadığı dönemlerde bölgeye özgü endemik bir kene çok tehlikeliymiş. Bölgede çalışanlar hem iğne yaptırarak hem de ilaçlarla önlem alıyormuş her sene. Önceki yıllarda keneden dolayı kaybettikleri çalışma arkadaşları olmuş. Hikaye bilim kurgu gibi gelse de yürürken otların boyuna daha dikkatli bakmamı sağladı.
Olayın ciddiyetini ise Moskova’ya dönmek için gecenin bir yarısında geldiğim havaalanının duvarlarında gördüğüm reklam filmlerinde görselli kene uyarıları yapılmasından anladım. Genelde doğal güzellikler, kelebekler, ormanlar ve daha nice güzel görselli tanıtım filmleri görmeye alıştığımız havaalanlarının aksine kene konusunda uyarılar yapılıyordu.
Yine indiğim eski ama karakterli havaalanına geldim. Duvarlarında çok güzel mozaiklerle yapılmış uzay ve astronot resimlerini izledim. Zamanın geçmesini bekledim ve insanları izledim.
Doğayla, doğayı seven ve değer veren insanlarla geçirdiğim dört günden sonra kargaşaya, gürültüye ve birbirine ve doğaya saygı duymayan ve bulduğu her şeyi sonu gelmeyecek gibi tüketen ortamıma geri dönmek için çimen yeşili uçağıma bindim. Filmlerin arasından Baykal’ın Ruhu adlı filmi seçerek izlemeye başladım. Babası tarafından Baykal’a getirilen annesini kaybetmiş bir erkek çocuğunun Baykal’da bilge birinin yanında hayata bakışının nasıl değiştiğini anlatan ve harika Baykal çekimleri olan bir film.
Öğrendiklerim, yanıma aldıklarım ve yeni düşüncelerle gökyüzüne havalanıyoruz. Gözden kaybolana kadar güzel insanların yaşadığı güzel, küçük tahta evlere ve Sibirya’nın Mavi Gözlü Dev’ine bakıyorum.