Katıldığım her konferansta, tanıştığım her yeni arkadaşla konu dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Ve biz ülke olarak bu konuda konuşmaya ve yazmaya geç kaldık.
Bundan on sene önce liderlerin her fırsatta çıkıp ‘nüfusumuz çok genç, Avrupa ülkeleri üremezken bizim genç nüfus fark yaratacak, daha çok çocuk’ söylemlerinin sonuna yaklaştık. Artık ülkemizdede aile başına ortalama çocuk sayısı 1 (bir). Bu da nüfus artışı yok ve yaşlanma demek.
Hazine ve Maliye Bakanı’na göre 18 yıl , araştırmalara göre de 14 yıl sonra Türkiye dünyada ‘çok yaşlı ülkeler’ grubuna girecekmiş. Üstelik şimdiki yaş ortalamamızla yaşlı ülkeler arasına zaten girmişiz. Yaşam süremiz ortalama 78’lerde ve giderek artmaya devam ediyor. 80-90’lar konuşuluyor ve hayal değil.
Dünya 65 yaşında emekli olanları geri çağırmaya başladı
İşin özü şu; biz EYT gibi dünyada eşi olmayan uygulamalarla 48 yaş ortalamasındaki konusunda deneyimli ve bilgili ‘tecrübeli gençler’i emekli edip üretimden ayırırken ve şirketler bu duruma alkış tutup ellerindeki deneyimi bu fırsatla yollarken dünya 65 yaş ortalamasında emekli olanları geri çağırmaya başladı.
Bu tanımlara alışalım, daha önce de yazdım tekrar tekrar yazmaya devam edeceğim. Kendimize iyi baktığımız müddetçe yaş gruplamaları artık şu şekilde; 38’ e kadar çok genç, 38-50 arası tecrübeli genç, 50’de orta yaş başlar ve 50-65 yaş arası orta yaş, 65 yaş üstünde yaş alırsınız. Bitti.
Ha bir de şu bilgileri şuraya bırakalım, her yıl okumaya yurtdışına gidip dönmeyen genç yeteneğimizi de unutmayalım. Sadece okumaya giden değil, çalışmaya giden beyin göçümüzde her sene artmaya devam ediyor. 2022 verilerine göre 142.000 kişi Türkiye’den yurtdışına çalışmaya ve yaşamaya gitmiş ve göç hala devam ediyor.
Tecrübeli gençlerin ‘zorla’ 40’lı yaşlarda emekli edilmesi, 20-38 arası gençlerin yurt dışına yeni yaşam kurmaya gitmesi problemi daha da büyütüyor. Sebeplerini ortaya koyup önlemleri acilen almak lazım ama çok ışık gözükmüyor.
Yıllardır dinlemekten ve duymaktan artık sıkıldığım ve bu konuda hiçbir şey yapılmadığını üzülerek takip ettiğim katma değerli ürünler ve üretimler hedefi olan bir ülkenin geleceğini nasıl inşa edeceğiz veya nasıl yaşanabilir bir ülke yaratacağız?
Avrupa’da gittiğiniz her ülkede, oturduğunuz cafede veya bindiğiniz her metro ve otobüste önünüzde veya arkanızda bir Türk aile veya gençlik grubuna rastlıyorsunuz. Sadece gençler değil son yıllarda gözlemlediğim 40 hatta 50+’larda mesleği itibariyle yurtdışında iş bulabilenler de durmuyor.
Global büyük şirketler bizim görmediğimiz yetenekleri buldu
Aldığımız birçok hizmetin sağlayıcısı donanımlı Türk dostumuz yurtdışında. Araştırmacılar, eğitimciler, yazılımcılar, reklamcılar ya kendi işini kurdu veya yurtdışındaki global büyük şirketler bizim görmediğimiz yetenekleri buldu ve eğitti işlerinin başına oturttu.
Beraber çalıştığım ve iş yaptığım yetenekli üç genç (35+) arkadaş dünyanın dev teknoloji şirketlerinde bizde yaptığı işlerden tamamen bağımsız, biri İngiltere’de, biri İrlanda’da bir diğeri ise Lüksemburg’da çok daha büyük işlerin başına geçti.
Bizim vermediğimiz yetki ve sorumlulukları Amazon ve Google sabırla eğiterek ve kültürüne hızlı adapte ederek verdi ve işleri sırtlarına yükledi. Aralarında ülke müdürü olan var. Biz burada yetenek diye dizlerimizi dövmeye devam ederken elimizdeki yetenekleri kaçırıp sonra üzülüyoruz.
Şirketlerin gençleri mutlu etmek ve işe bağlamak için yaptıkları da masaya yatırılmalı. Bizim yaş ve kafaların bulduğunu sandığımız yenilikler çok da işe yaramıyor. Ortalama 55 yaş ortalaması olan yönetim ekiplerinin her toplantıda ‘her dediklerini yaptık, bir türlü mutlu edemedik’ söylemlerini duyar gibiyim.
Onların ne istediğini sorduk mu? Ne olursa bağlılıkları artacak ne kadar biliyoruz? O yaş grubundan birini bu işin başına koyduk mu? gibi soruları başka yazıya bırakıyorum.
Evet genç yetenek deyip durmamıza ve tüm yatırımları onlara yapıp 40+’ları yokmuş varsayıp hatta fırsat çıkınca yollamaya başladıkça işler zorlaşıyor, hem bireyler, hem şirketler hem de ülkenin geleceği için.
Unutmayalım tam o yaşlar, çocuklarının da okul yaşları ve bu yüksek yatırımın yapıldığı yaşlar. Eğitim kalitesi ve güven nedeniyle en kötüsünden bile olsa bir özel okula gönderme durumu var. İşten çıkan anne babanın en büyük sorun ve travmasının çocuklarının eğitim masrafı bizim ülkede üç yaşında yuva ile başlayıp üniversite sonuna kadar devam ediyor.
Alman ve Fransız özel okullarına ilgi neden hızla artıyor?
Eğitimin bedava ve çok kötü olduğunu düşündüğüm! İngiltere, İsviçre, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde okutmayı bile düşünenler çıkabiliyor. Hatta üniversitelerin bedava olmasından dolayı Alman ve Fransız özel okullarına hızla artan bir ilgi olduğunu gözlemliyorum.
Aynı şekilde bu üniversite için de geçerli. Bizim zamanımızsa okuduğumuz kalitede devlet okulları ve programları yok. İyi hocalar kendilerini ya yurtdışına ya da özel okul ve üniversitelere atmış durumda.
Sorun aslında eğitimde de yapısal. ‘Herkes üniversiteye gitsin, herkes sınıfı geçsin, kalma olmasın’ mantığı ile geldiğimiz seviye burası. Teşekkür hele takdir belgesi aldığımızda evde yapılan kutlamaların yerine bu belgelerin okula giden herkese verilmesi nedeniyle anlamı da kalmamış durumda. Teşekkür ve takdir herkese verilmesi gereken bir okula devamlılık belgesi durumunda. Herkes başarılı, her yer üniversite, herkes mühendis, herkes doktor.
40’lı, 50’li yaşlarda hiç durmadan yüksek sesle kendimize, çocuklarımıza, çevremize, patronumuza ‘biz genciz daha yeni başlıyoruz, ne bitmesi’ diye bağırmaya başlamalıyız. Siz merak etmeyin bilgi, deneyim, doluyuz, tamız.
İşte, bu bilgelik ve bizim enerjimizle işten ve yapacaklarımızdan korkumuz yok. Daha da iyi olması için farklı kuşaklarla beraber çalışalım. Biz onlardan onlar bizden beslenirse sonuçlar daha da büyük olur.
Bu yaşlar emekli olunacak ve 48+’da evde oturacak yaşlar değil. Bizim artık aldıklarımızı vermek ve üretmeye devam etme yaşlarımız.
Adı üstünde tecrübeli gençleriz
Üçüncü çeyrek üretim anlamında en keyifli dönemimiz olacak. Adı üstünde tecrübeli gençleriz, gelişmiş ülkeler gözümüzün içine bakıyor, 65′ inde emekli olurken aman bir daha düşün, senin yerine kimi koyacağız diyor. Bizim kuşağın çalışma azmi, sabrı hatta eğitim seviyesi ama en önemlisi tecrübesi kimsede yok. Nüfus yaşlanıyor, arkadan gelenler azalıyor. Ona göre.
Hem devlet hem de özel sektör olarak yeni çalışma modelleri ve konseptleri de geliştirelim. Yapalım bunu. Her gün 8-18 işe gelmek yerine farklı iş modellerine geçelim. Haftanın beş günü yerine dört güne düşürelim, fatura keserek işler yapalım. Proje bazlı iş modellerine geçelim. Sosyal bazlı ve geri vermek amaçlı işlere de vakit kalsın.
Tecrübeli gençler önemli; hem bu ekonomik zorlukların yaşandığı dönemde hem maddi olarak çalışmak zorundalar, hem gençlere bildiklerini anlatmak ve işin sürekliliğini sağlamak için, hem de bundan sonraki ortalama 30 yıl daha olan sürelerinde üretmeye ve örnek olmaya devam etmek için. Elbette bizi durduran birçok faktör vardır ama hiç biri aşılmaz da değil.
İki satır da çok sevdiğimiz büyüklerimizle ilgili. Aslında hepimizin geleceği ile ilgili: Üniversiteden itibaren stajdır, kariyerdir, 20-30 yılımızı çok iyi düşünüp planlamakla uğraşırken en az düşünüp neredeyse hiç planlamadığımız daha ileriki yaşlarımızı da bir düşünmeye başlayalım.
Geçmişte duyduğumuzda veya okuduğumuzda ‘vay anasını, nasıl olur’ dediğimiz 90’lar ve üstlerini çokça duymaya başladık. Artık garipsemiyoruz.
Asıl zor olan ve başımıza geldiğimizde ne yapacağımızı bilemediğimiz konular bu yaşlara gelen büyüklerimiz için karşılaştığımız yaşamsal ve sağlıksal sorunların çözümlerini için hiçbir adımın atılmaması.
Bu hazırlıkların devlet veya özel sektör tarafından hiç yapılmaması, ülkenin hiç yaşlanmayacakmışız gibi yaşlı bakım, sağlık ve sosyal hayatlarına yatırım yapmaması.
Bankaya paramı koyuyorum demekle de çözüm olmuyor
İnsanların, özellikle kadınların evlerinde bakıma muhtaç çocuk ve yaşlılarla baş başa ve çaresiz bırakılması. Çalışan aileler için en büyük sorunların başında çocuk ve yaşlı bakımı konusunda bakıcı arayışları geliyor. Sonra kadınlarımızın yüzde 35’i çalışıyor, yüzde 65’i evde ve finansal bağımsızlıkları yok söylevleri veriyoruz.
Başına gelmeden anlaşılmıyormuş. Kenara, bankaya paramı koyuyorum demekle de çözüm olmuyor. O kadar deneyim ve tecrübeyle sana veya aile büyüklerinin başına bir problem gelince bir yol göstericin ve dostun yoksa ortada kalıyorsun.
Belki aramızdan yeni iş ve konu başlığı arayan ‘genç ve tecrübeli genç’ girişimcilere ilham oluruz.
Gençlik en özel dönemlerimizden, güzel yaşanmalı. Ama tüm dönemlerimiz gibi geçici. İçinde olduğumuz dönemi sıkı sıkı kucaklarken bir sonraki dönemlerimizi de büyüklerimizi merkeze alarak anlamalı ve planlamalıyız.
Yarın genç olacağız, bugün genciz, dün gençtik, ‘bizim gençliğimizde, biz gençken’ söylemlerimiz hiç bitmeyecek. Dün annelerimiz ve babalarımız, bugün biz, yarın siz söyleyeceksiniz.
Gençleri mutlu ve umutlu yapmak en büyük görevlerimizden biri olmalı. Güvenini kaybetmiş, kaygısı çok, kendi dünyasına çekilen gençlere güç ve enerji gerekli. Hep birlikte yeniden başlamalı ve başlatmalı.
Elbette yakın ve uzak geçmişte yaşadığımız çok hayal kırıklıklarımız var ama asla yeniden başlamak ve umutsuz olmak için neden olamaz.
En önemlisi her birlikte tekrar hayal kurmaya başlamamız lazım.
Hayal varsa, gelecek var.