Son iki haftadır hayatıma yeniden futbol girdi. Takımlar ve milli takım düzeyinde uzun yıllardır takip etmediğim ve yerine basketbolu, voleybolu ve tenisi koyduğum futbol listemde yükselişte. Bu yaz böyle olsun bakalım.
Yurtdışında yürüyüşte olmamın getirdiği ve her ülkeden insanın, ülkesinin maçlarını izlemek için pubları doldurması da beni bir ölçüde tetiklemiş olabilir. Ama asıl nedeni futbolcularımızın bu kadar olumsuz eleştiriye ve genç bir takım olmalarına rağmen olan bitene ve onlar hakkında yazılan çizilenlere gözlerini ve kulaklarını kapatıp yollarına eğlenerek ve kazanarak devam etmesi.
Maç sonrası sahada kalarak başarılarını kutlamaları ve soyunma odasındaki görüntüleri beni mutlu etti. Avusturya maçında kutlamaya başlamak için rakip takımı önce alkışlamaları, kutlamaya başlamak için de onların soyunma odalarına gitmelerini beklemelerini de çok sevdim.
Zor da olsa her maçı kazanmayı becerdiler, baskı altında sakin kaldılar, zaman zaman defans olarak iyi olmasak da birbirlerine verdikleri destek ve takım olmayı bildikleri için hasarsız bir şekilde ilk sekize kadar geldiler.
Favori olmayan takım olmak işimize yaradı. Baskıyı karşı tarafın üstüne yükledi, bizim gençlerimiz de bunu iyi kullandı. Favori olunca ve baskı sende olunca iş biraz farklı oluyor, kadın voleybolu takımımızın bu sene VNL turnuvasında yaşadığı bu baskı oldu. Tüm takımlar favoriye karşı daha agresif ve atak oynayınca takım hızlı yorulup yıpranabiliyor. Uzun yıllar sonra kadınlarımız yarı finale kalamadı. Kadın voleybol takımı için, hem oyuncuların hem bizim aklımız Paris Olimpiyatları’nda. Geçen yaz Avrupa şampiyonasında olduğu gibi güzel bir yaz yaşamak için onlardan güzel haberler bekliyoruz.
Bu kupa dönemi hepimiz daha çok sevdik futbolu, uzun yıllardır kupalarda adımız geçmezken bu yıl maç sonrası arkadaşlardan gelen tebrik mesajları ile sevinmeye, televizyon karşısında heyecandan terlemeye devam edelim, finale sadece iki maç kaldı. Futbolumuz, takımımız, gollerimiz ve gençlerimiz konuşulmaya devam etsin. Yurt dışında yaşayan, okuyan insanlarımızın, gençlerimizin bu sevinci yaşamasına ayrıca çok mutlu oluyorum.
Hayatımızın bir döneminde veya her döneminde oyuncu veya takipçi olarak spor hep oldu. Çocukluk döneminde çoğumuzun önce ailenin isteğiyle, sonra da belki sosyalleşme ve yarattığı özgürlük alanı ile kısa bir dönem de olsa sporculuk geçmişimiz olmuştur. Benim de kısa süren futbol, basketbol ve voleybol denemelerim vardı. Hatta hızımı alamayıp ya da antrenmanlara çıktığım takımlarda kadroya giremeyip, mahalledeki arkadaşlarla voleybol takımı kurmuşluğum bile var. Diğer mahalle takımlarıyla iki duvar arasına çektiğimiz ip üzerinden voleybol oynarken, pazardan aldığımız beyaz tişörtlerin üzerine anneme kırmızı kurdeleli forma diktirmişliğim de.
Yıllar sonra iş hayatında Rusya’da kadın, Türkiye’de erkek basketbol takımlarını desteklememiz, ulusal futbol takımları sponsorluğumuz ve sporla hâlâ bu kadar içli dışlı olmamız, çocukluğumuzda yapmaya çalıştığımız ve mutlu olduğumuz sporlu günlere dönüş ihtiyacıdır belki de.
Son günlerdeki ikinci gündemim ise tüm dünyada seçimler yılı olması. Nerdeyse dünyanın tüm ülkelerinde genel veya bizdeki gibi yerel seçimler yapıldı, yapılıyor. Geçen hafta Fransa bu kervana katıldı. Futbolla beraber ülkelerin gündeminde seçim var. Bugün ise İngilizler sandığa gidecekler.
Amerika ise Muppet Show’daki locadaki oturan ve sadece sinir bozucu konuşmalar yapan iki yaşlı amcanın bitmeyen düellosunu izlemeye yeniden hazırlanıyor. Amerika gibi 330 milyonu geçen nüfusa sahip bir ülkenin nasıl olup da başka aday çıkaramadığını anlamıyorum. Kendim anlamakta zorlandığım bu konuları gençler sorduğunda anlatırken ise cevap bulmakta daha da zorlanıyorum. Özetle, biz ettik siz etmeyin, bu konuları daha çok konuşun, mesele yapın ve eyleme geçin, beraber geçelim diyorum.
Geçen hafta Fransa’da yapılan seçimde, gençliğimizden beri adını çokça duyduğumuz ama oy oranları düşük seviyelerde kalan, aşırı sağcı Le Pen’in partisi Ulusal Birlik partisi birinci parti çıktı. Fransa’da 30 yıldan sonra %67.5 oran ile en yüksek katılımın olduğu bir seçim yaşandı ve görevi babasından devralan Marine Le Pen ve partisi %33 ile birinci parti oldu. Cumhurbaşkanı Macron ise aldığı erken seçim kararı ile oynadığı kumarı kaybetti ve ancak 20% oyla üçüncü sıraya yerleşebildi. İkinci turda neler olacak 7 Temmuz’da göreceğiz. Şu anda bile Le Pen’in partisinin birinci parti çıkmasına karşı sokak gösteriler başlamış durumda.
İngiltere ise rüzgar tersine esiyor ve İşçi Partisi Tony Blair’in 1997-2010 yılları arasında üç dönem arka arkaya kazanmasından sonra iktidarı kaptırdığı Muhafazakar Parti’den iktidarı almaya oynuyor. 14 yıldır iktidarda olan Muhafazakarlar 2016’da yapılan ve Avrupa Topluluğu’ndan ayrılmasını ifade eden Brexit sürecinden bugüne kadar beş lider dolayısıyla beş başbakan değiştirdi. İngiltere gibi ülkelerde çok beklediğimiz bir durum değil bu. Pandemiden bugüne kadar bile üç başbakan değişti.
Anketlerde açık ara İşçi Partisi önde gözüküyor. Son 2-3 haftadır İngiltere, futbolla birlikte parti liderlerinin televizyondaki karşılıklı veya tek tek tartışmalarına kilitlenmiş durumda. Seçmenler o akşam televizyon başına geçip iki liderin, basının sorduğu sert sorulara cevaplarını ve birbirlerini suçlamalarında kimin daha başarılı çıktığını izleyip seçime hazırlanıyor.
Futbolla beraber Avrupa’nın büyükleri başka bir yarışı daha beraberinde götürmeye çalışıyor. Benim ise merak ettiğim konu, İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda Avrupa Topluluğu’na tekrar girmesi gündeme gelir mi ve bunun İngiltere’ye mali bedeli ne olur?
İngiltere Avrupa Birliği’nden çıktıktan sonra ekonomisi epey bir çatlak verdi ve tekrar bu birliğe girmeyi isteyebilir. Başbakan adaylarının mesajlarında bunu çok net duymasam da toplumun bir kesiminde tekrar birliğe girme, serbest dolaşımı başlatma konuşuluyor.
Avrupalılar bir taraftan ülkelerinde yapılacak seçimleri diğer taraftan futbol maçlarını takip ediyor.
Dikkatimi çeken bir konu da gençlerin politikaya bizden daha ilgili olması. Hem televizyondaki lider tartışmalarını hem de kamuoyu araştırmalarını yakından takip ediyorlar.
Gençlerin politika ve günceli takip etmesini doğru buluyorum. Bizim bıraktığımız mirastan biz memnun değilken onların memnun olmasını bekleyemeyiz. Dünyanın daha iyi bir yer olması için çalışan genç siyasetçilere, genç ekonomistlere, genç bilim adamlarına ve genç insanlara ihtiyacımız var. Gençlerle birlikte çalışan, genç gibi düşünen ve gelecek için endişe duyan ve bu konuda eyleme geçen tecrübeli kuşaklara da. Bir şekilde uzak durduğumuz işler ve konular, daha büyük sorunlar olarak karşımıza çıkıyor ve daha da çok çıkacak. Dünya çevre konusunda yıllarca harekete geçmemesinin ve sessiz kalmasının bedelini çok ağır ödüyor.
Gençleşen futbol milli takımımız gibi bazı şeyleri gençlerin bizden değil, bizim gençlerden öğrenmemiz gerekiyor. Evet biraz zaman vermemiz, birbirimizi tanımamız ve anlamamız gerekecek.
Onları takip edip dinlememiz gerekiyor. Geçmişte öğrendiklerimiz ve yaptıklarımız çok da iyi çalışmadı, ısrar etmenin anlamı yok.