İtiraf etmeye korktuğumuz şeyler var. Başlıkta gönderme yaptığım Yaşar Kemal alıntısını çoğu kişi bilir mesela. Ancak bilenlerin büyük kısmı Yaşar Kemal’in hangi romanında yer aldığını bilmez. Çünkü o romanı okuyan yoktur pek (Demirciler Çarşısı Cinayeti).
Günümüzde kitap okumak zor, Yaşar Kemal okumaksa hayli zor iştir çünkü. Bunu itiraf etmeyi pek tercih etmeyiz. “Evet ya, Yaşar Kemal büyük yazar abi, ne diyordu ‘o iyi insanlar diyordu’ ah abicim ah” diye yeri gelince aforizmayı çakarız. Kimi kitabı okumuş gibi yapar. Kimi ise samimiyette el yükseltir, “kitap okumuyorum, ihtiyaç da duymuyorum” der geçer. Karikatürist Umut Sarıkaya’nın yıllar önce bir Express dergisi röportajında söylediği “samimiyet icat olalı cahillik meşrulaştı” tespitine bağlanır yani olay.
İyi insanlar sahiden gitti mi?
Gündem dediğimiz, sadece yolunda gitmeyen şeylerin öne çıktığı bütüne bakarsak o iyi insanların o güzel atlara binip gitmesi olgusu hiç tuhaf gelmez.
Kuşku yoktur, “Demirin tuncuna, insanın piçine kalmışızdır.”
Öyle ya, dolandırıcılık haberleri bir yerde, şiddet haberleri başka bir yerde, bir hafta hakem yumruklanıyor, öteki hafta bir çocuk istismarı haberi manşeti kaplıyor.
Buna karşılık sözgelimi sıradan bir iyiliğin haberi asla gündem olmuyor. “Dünya nereye gidiyor?” diyoruz, benim gibi “Türkiye neşesini kaybetti” diyenler de oluyor.
Bu sırada İspanya’da Down sendromlu Mar Galcerán’ın parlamentoya girmesi gibi pırıl pırıl haberler arada kaynayabiliyor. Günün sonunda yine o iyi insanları o güzel atlara bindirip uğurluyoruz. Yaşar Kemal’in belki sadece bir edebi eserdeki atmosferi tasvir etmek için kurduğu cümle bir olgu haline geliyor.
Endişe etmeyin Pollyanna’cılık yapmak için lugat paralamıyorum. Yıllardır üzerine düşündüğüm bu konu hakkında en sonunda bilimsel düzleme geçmiş veri buldum, onun heyecanıyla yazıya altlık yapıyorum.
Değerli bir araştırma
Columbia Üniversitesi’nden Adam M. Mastroianni de bencileyin genel toplum yargılarına zıt giden bazı şeylerle kafayı takmış olmalı ki bunu bilimsel bir mesele yapmış ve Harvard Üniversitesi’nden Profesör Daniel Gilbert ile ortak bir çalışma yapmış.
Önce Türkiye’nin de dahil olduğu 60 ülkede insanların en az 70 yıldır ahlakın gerilediğine inandığına ilişkin arşiv niteliğinde anket verisi toplamışlar. Sonuçta anlamışlar ki insanlar kendi çağlarına karşı, özellikle yaşlandıklarında hep böyle düşünmüş.
Bu veriden ve kendi yeni araştırmalarından da yola çıkarak insanların evvel ezelden beri her zaman “o iyi insanların, güzel atlara binip gittiğine” inandığını ortaya sermişler. Buradan da yola çıkarak “ahlaki çöküşün bir yanılsama” olduğunu belirtiyorlar.
Neden ahlaki çöküş olduğunu düşünüyoruz?
Araştırmacılara göre bunun iki nedeni var. Birincisi, benim de yıllardır yazılarımda sık sık vurguladığım, sadece yolunda gitmeyen şeylerin haber değeri taşımasıyla ilgili gerçek. Buna “ön yargılı maruz kalma” demişler.
Aynı gün haber akışı içinde bir olumsuz, bir de olumlu haber varsa, illa ki olumsuz olan daha fazla dikkat çekiyor. Bu yüzden de gazeteciler haliyle daha fazla olumsuz habere ihtiyaç duyuyor.
Öyle ya, “bugün İstanbul’da çok güzel şeyler oldu” diye haber yapılmaz pek. Arada “güzel havanın tadını çocuklar çıkarır” ama o da işte öyle dolgu haberdir.
Araştırmacılara göre ikinci nedense, “önyargılı hafıza” olgusu. Mastroianni diyor ki “Geçmişte balo daveti yaptığın biri tarafından reddedilmiş olabilirsin. Bu muhtemelen o zamanlar için korkunç bir deneyimdi. Ancak geriye dönüp baktığımızda belki de komiktir. Harika bir balo geçirdiyseniz, bu anı muhtemelen hâlâ çok berraktır. Hem kötü hem iyi hızla kaybolur, ancak kötü daha hızlı kaybolur.”
Mastroianni’ye hak vermemek elde değil. Öyle ya, geçmişi ister istemez hep biraz güzelleriz. Konu üzerine, Les Quatre Cent Coups (400 Darbe) gibi bir şahane film de yapmış François Truffaut’nun “hafızası zayıf yetişkinler dışında ergenlik kimsede tatlı hatıra bırakmaz” lafını çok severim.
Önceden ben de onlardan biriydim ama hafifçe huysuz bir orta yaşlı haline doğru ilerledikçe çocukluk ve ergenlik güzelleyenlerden gına geldi açıkçası.
Bir profesyonel deformasyon
Kendimi hiçbir zaman gazeteci olarak tanımlamadım. Eğer bir yerlerde titrimin gazeteci olarak yazıldığını görürseniz benim haricimde bir tanımlamadır ve gözümden kaçmıştır. Bir gazetede ya da haber sitesinde yazmakla gazetecilik aynı şey değil çünkü.
Bu yüzden gazetecilerin profesyonel deformasyonlarından bahsederken kendimi dahil edemem. Ancak geçmişte televizyonda yayınlanan Heberler (2010-2013) isimli bir hiciv programı için üç yıl yazarlık ve senaristlik yaptığımdan biraz mizah yazarlığı geçmişim var diyebilirim.
O deneyim sırasında dehşetle fark ettiğim bir şey vardı. Programımız günlük olarak yayınlandığı için her güne özel, gündeme dokunan bir skeç ya da haber metni yazmak gerekiyordu. Hiciv yapabilmek için de önce yolunda gitmeyen bir şeyler bulmamız gerekirdi. Yolunda gitmeyen bir şey bulalım ki, onu biraz daha abartarak mizaha çevirelim.
İşte bu malzeme toplama süreci içinde yalan ya da manipülatif çıkan gelişmeler olunca üzülmeye başladığımı fark ettim. Çünkü öyle bir durumda onun üzerine yaptığımız espriyi de programın akışından çıkarıyorduk.
Evet, bu toplum için iyi bir şeydi. Sonuçta o fena olay anlatıldığı gibi olmamıştı. Fakat günün sonunda o akşamki programı dolduracak bir espri akıştan çıkmıştı ve yenisinin bulunması gerekiyordu.
Türkiye bu konuda çok cömert olduğu için hemen bir yenisi bulunuyordu ama nihayetinde fazladan mesai çıkıyordu. İşte profesyonel deformasyon dediğim bu. Elinizde bir kalem ve önünüzde o akşam her dakikasını dolacak bir program varsa kötüye giden bir şeyi ne yapıp edip bulmak zorundasınız. Bu bazen yazı konusu bulurken de yaşanan bir süreç.
Uydurmadığınız, manipüle etmediğiniz ve yalan yanlış çıkarımlar yapmadığınız sürece sorun yok ama nihayetinde bir olumsuzu önceleme gayreti var.
İyimser olmayan umut
“Toplum kötüye gidiyor, ahlaki bir çöküş var, ne olduk biz böyle?” diye söylenmeden önce bu verileri de bir göz önünde bulunduralım, ondan sonra kararımızı verelim derim.
Evet, belki “saygı” ya da “saygılı olmak” diye tanımladığımız bazı değerler değişiyordur ama insanlar özellikle ahlak değerleri konusunda her zaman böyle düşünüyorlardı.
İnsanın doğasında olan bazı olumsuzlukları, yaşadığımız zaman kesitiyle çerçeveleyip yanılıyor olabiliriz.
Daha önce de aynı tavsiyeyi vermiştim. Her şeyin kötüye gittiğini düşünüyorsanız tarih okuyun. “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gitti mi, yoksa hiç mi var olmamışlardı?” Bu sorunun yanıtını ancak o zaman bulabilirsiniz.
Bir ihtimal daha var. O iyi insanlar, o güzel atlarıyla belki bizim görmediğimiz bir yerlerde dolaşıyorlardır. “İyimser olmayan bir umudum” var.