Sizin de dikkatiniz çekmiş olabilir. Son zamanlarda, neredeyse her hafta birilerinin yaptığı bir şeyin kime veya neye ‘gönderme’ olduğuna ilişkin bir gündemimiz oluyor. 

Devlet Bahçeli sözleri manidar bir Ferdi Tayfur şarkısıyla yürüyüş videosu paylaşıyor, hooop, “koalisyon dağılıyor mu, erken seçime mi gidiyoruz” gündemi oluyor. 

Cem Yılmaz, Marty Feldman fotoğrafı paylaşıyor, kendimizi birilerinin göğüsleri arasındaki mesafeyi ölçerken buluyoruz. Üstüne Acıbadem kurabiyesi paylaşıyor, başka bir gündem oluyor. 

Onun da hoşuna gidiyor, kamuoyunun bu iştahıyla dalga geçen paylaşımlar yapmaya başlıyor. Hakkı da var doğrusu. Sadece bize özgü değil. Taylor Swift’in yeni albümü çıkıyor, müzikal kalite değerlendirmelerinden önce hangi şarkı hangi eski sevgilisine gönderme, onun tartışması çıkıyor. Hatta niye o eski sevgilisine değil de bu eski sevgilisine gönderme yaptı diye üzülenler oluyor. Zaten Türkçe pop şarkıları da uzunca zamandır “atar-gider, gönderme modasının” etkisi altında. Tarkan’ın “işte kuzu kuzu geldiği” çağları geçtik, Mert Demir’in “seni bana yazan / bu kadere küser / alıp da başımı giderim / bana her yer cennet gibidir / sanma sakın / cehennemin dibidir senin olmadığın yer” çağlarına geldik. 

Laf sokma heveslileri için SEO çalışması yapmak 

Sanmayalım ki sadece ünlüler ve sanatçılar arasında oluyor bunlar. 

Facebook ve Instagram’a bakarsanız herkes birbiriyle bu yolla iletişim kuruyor. Dallı güllü görsellerin üstüne yerleştirilen özlü sözler, biliyoruz ki bir arkadaş yahut akrabaya gönderme yapmak için özel olarak seçiliyor. 

Tabii halk arasında yapılınca bunun adı gönderme değil “laf sokmak” oluyor. Öyle ki, Google’da “arkadaşa, akrabaya, eski sevgiliye, iğneleyici, ağır, laf sokucu sözler” ibarelerine özel SEO çalışması bile yapılmış, sayfalar hazırlanmış. Bunlar yoğun talebin bir kanıtı haliyle. Karikatürist Umut Sarıkaya da “Kurşun gibi sözler” başlıklı bir karikatüründe bu durumu hicvetmişti. 

Akrabalar arası gönderme yarışları 

Öyle ki, iki elti arasındaki çekişme bir anda uydurma bir Sigmund Freud sözüyle kamuoyu huzuruna geliyor. Bu sözleri sorgulayan diğer akrabalara kısa bir “anlayan anladı” cevabı yapıştırılıyor. 

Gelin ve görümceler aralarındaki sorunlar Cemal Süreya’ya ait olmayan Cemal Süreya sözü içeren postlarla daha da derinleşiyor. 

“Aslında şu hayatta kimseye güvenmeyeceksin; beyaz gülün gölgesi bile siyahsa sen düşün. Victor Hugo” diye bir paylaşım gördüyseniz bunun için özel bir Google araması yapılmış demektir. 

Kayınço ile eniştenin ortak açtığı çiğköfteci dükkanının finansal tablolarına yansıyan bir çıkar çatışmasını bile ifade ediyor olabilir bu. İzleri takip edip bulmak size kalmış artık. 

Victor Hugo asla böyle bir cümle kurmamış olabilir. Hiç sorun değil. Çiğköfteci dükkanının ortak Doblo’suyla hafta sonu pikniğe, düğüne gidip yakıt parasını ortak işletme hesabından çeken kayınçoya laf geçirmek varken kim takar Victor Hugo’nun entelektüel itibarını. 

İki bacanağın birbirine küseceği varsa…

Nihayetinde artık kimse oturup açık açık, yüz yüze konuşma derdinde değil sanki. İletişim araçları yüzünden iletişemediğimiz bu çağda (Godard’ı anarak) çiçekli Facebook postları, Whatsapp durum güncellemeleriyle ima etmek üzerinden bir şeyler söylemeye çalışılıyor. İletişim ne güzel şey? Böyle böyle “Onun cenazesine bile gitmem artık” ölçeğinde derin bacanak küskünlükleri oluşuyor. İki bacanağın küseceği, iki eltinin birbirine gönül koyacağı varsa küser, sosyal medya sadece bahanedir o ayrı tabi, ama bu ima işleri herkesi biraz yordu, kabul edelim.

Neden gönderme yapıyoruz? 

Bu davranışın birçok nedeni var. Bir kere çok güvenli. İçinde makul bir inkâr edilebilirlik payı var. 

Sizin de başınıza gelmiş olabilir. Biri ortalık yere bir şey yazar ve üstünüze alınıp sorguladığınızda kimi zaman “yok canım, ne alakası var” cevabı alırsınız. Fakat içinize kurt düşmüştür bir kere, ki zaten amaç da budur. 

İkincisi, bu şekilde bir pazarlık ve hatırlatma süreci başlıyor olabilir. Birinden borç aldınız, ödemeyi geciktirdiniz diyelim. Ortalık yere bir şey yazdı. Hatırladınız, utanıp ödediniz veya açıklama yaptınız veya görmezden geldiniz. Denemenin zararı yok, seç özlü sözü, bas fona müziği, post başına para mı veriyorsun sanki, yolla gitsin. 

Üçüncüsü, intikam. Ünlülerin ve eski sevgililerin göndermeleri genelde buraya düşüyor. Hukuki bir sonuç doğurmadan iş görülmüş oluyor. 

Dördüncüsü, havari toplama. Birinden kazık yediniz, onu ima ederek ama tam da açık etmeyerek paylaşım yaptınız, sizden yana olanlar buluştu, karşı taraf yalnızlaştı. İşlem tamam. 

Tüm bunların sosyal medyadan sonra başladığını söylemek kolaycılık olur elbette. İnsan ilişkilerinde hep vardı, ama sosyal medya kolaylaştırıcı ve yoğunlaştırıcı bir araç oldu. Önceden kabul gününe, çeşme başına, kahveye vs gidip herkesin içinde konuşarak yapıyorsak, artık oturduğumuz yerden tek tıkla ve üstünde fazla düşünmeden yapabiliyoruz. 

Yüz yüzeyken konuşuruz sadece bir grup ismi mi?

Sizleri bilmem ama ben bu işten fena halde sıkıldım. Arkadaşlarımın, akrabalarımın ya da tanışlarımın paylaşımları, makaleleri içinde böyle örtük ifadeler görünce içim sıkılıyor. 

Siyasetçiler, komedyenler, şarkıcılar, ünlü eski sevgililer vs yapınca davulun sesi uzaktan hoş geliyor belki ama olay burada bitmiyor. İma etme ve dolaylı konuşma kültürü böyle böyle tüm iletişimimizi ele geçiriyor. 

Ola ki, bir gün, sözgelimi yağmurda koşarken çektiğim bir videonun fonuna Cengiz Kurtoğlu’nun Küllenen Aşk şarkısını koyarsam, bu yüz yüze, doğrudan, açıkça kendimizi ifade ettiğimiz günlere duyduğum özleme bir gönderme olacak. Ne diyordu o şarkıda Cengiz Kurtoğlu, “Geri dööööön, o eski yerimizde beklerim seni” Yüz yüze, doğrudan, açık açık konuşma geri dönecekse bunu da yaparım yani. 

Nasıl vefa artık sadece İstanbul’da bir semt ismiyse yüz yüzeyken konuşuruz temennisi de artık sadece bir Indie grup ismi çünkü. Fazlası değil.