Türkiye’de bir nevi internetin tarihi de sayılabilecek, 1999’da kurulan Ekşi Sözlük’ün ilk yıllarında “sözlükte yazan insanlara ne demeliyiz?” sorusu vardı.
Bu sorunun yanıtı ilk bakışta oldukça basitti. Madem ki insanlar sözlüğe yazıyor, o halde onlara “yazar” diyebilirdik. Ancak bu tanımda bir sorun vardı. Çünkü o günlerde yazarlık bir mertebeydi. Bu alanda yetkinlikleriyle onaylanmamış insanlara “yazar” demek en hafif tabirle gevşeklikti.
Sözlüğün ilk nesil yazarlarından Cyrus 2000 yılında yazdığı bir entry’de sözlük kullanıcıları için “suser” kısaltmasını önerdi. ‘Sözlük Kullanıcısı’ (sozluk+user= Suser) ifadesinin yarı Türkçe yarı İngilizce, yani Tarzanca bir kısaltmasıydı bu.
O yıllarda uzunca bir süre kabul gördü de bu tanım. Söylediğim gibi sözlükte ya da geniş tanımla internette birkaç şey karaladı diye kendine yazar demek henüz biraz fazla iddialıydı. Web 1.0 çağını yaşıyorduk ve önceki çağdan gelen alışkanlıkla yazarlığı bir meslek olarak yürüten insanlara yazar diyorduk.
Gelgelelim, Türk insanının interneti benimseme sürecinin önemli kırılma noktalarından olduğuna inandığım Turkishmusic.org’taki Sezen Aksu tartışması gibi tartışmalar da gösteriyordu ki artık devir değişiyordu. Web 2.0’a doğru giderken birbirimizi kınıyorduk ve laflar hazırlıyorduk; Mahmut kesinlikle haksızdı.
“Sen önce Türkçe öğren!” kestirmesi
2004’te Facebook’un kurulmasıyla birlikte sosyal medya çağı başladı ve böyle şeylere pek takılmamaya başladık. Artık herkes yazıyordu, sosyal medya tabiriyle bio’lara ‘yazar’ tanımları fütursuzca yerleşiyordu.
Dahi anlamındaki -de’leri ayırmamak, düzgün cümle kuramamak ve genel anlamda imla hataları bu dönemde daha görünür oldu.
Bencileyin çok bilmişlerin dil jandarması şeklinde ortalıkta dolandığı devir böylece başladı.
Fikir tartışmalarında konuyla alakasız biçimde “sen önce Türkçe öğren” diye üste çıktığımız günlerdi.
Konuyu alakasızca dil yanlışlarına çekmek ad hominem için en kestirme yoldu. İnternet öncesi çağda ünlü olmuşlardan Demet Akalın sosyal medyada bu yaygın kabulün antitezi olarak belirdi.
Kimsenin ne dediğini sallamadan dil yanlışlarıyla dolu paylaşımlar yapıyor ve dalga konusu oluyordu.
Bunun çok dikkat çektiğini görünce o da bunu oyuna çevirdi. Kimseyi sallamamaya devam etti ve daha çok dikkat çekti. Resmen, görünür cehaletten marka kimliği oluşmuştu. Bir nevi üslubu olmuştu kusuru.
Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanındaki karakterinin ağzından aktardığı “Kusur eğer yeteneksizlikten ya da hüner eksikliğinden değil de, nakkaşın ruhunun derinliklerinden geliyorsa, o artık bir üsluptur…” önermesinin aksine, kusur yeteneksizlikten de gelse sosyal medya bunu bir üsluba çevirme gücüne sahipti.
Kaderin ne türlü bir cilvesiyse artık, yapay zekâdaki son gelişmelerle birlikte bu tarz kusurların gerçek insanları yapay zekâdan ayırmak için kullanılacağını düşünmeye başladım.
Chrome’daki yapay zekâ yazma asistanı
Bu düşüncelerimi tetikleyense yenilerde yapılan bir Google Chrome güncelleme duyurusu oldu. Google Gemini ile OpenAI’da rekabette yeni bir faza geçen Google’ın Chrome tarayıcısında yer alacak deneysel yapay zekâ araçlarıyla ilgili bir güncellemeydi bu.
Sekmeleri akıllıca düzenlemek, yapay zekâ ile kendi temalarını yaratmak gibi daha tırı vırı özelliklerin yanında üçüncü bir özellik olarak sunulan “yazmama yardım et” özelliği bence oyun değiştirecek bir yenilik. Çünkü ziyaret ettiğimiz web sayfalarında açtığımız her yazma alanında birkaç kelime yazıp sağ tıklayınca beliren “yazmama yardım et” seçeneğini tıkladığımızda yazmak istediğimiz şeyi tahmin edip devamını getirecek bir yenilik bu. Kelime tahmininden söz etmiyorum, cümleyi hatta paragrafı tahmin etmekten söz ediyorum.
Evet, halihazırda ChatGPT ile filan bunu zaten yapabiliyoruz, istediğimiz her konuda bir şeyler yazdırabiliyoruz zaten ama bu farklı. Twitter penceresinde “Merkez Bankası, faiz kararı” gibi birkaç kelime yazdınız diyelim, o konuda derli toplu bir yorumu yazma asistanı tamamlayabilir. Dahası, sizin yazdığınızı hatalarını düzelterek daha kolay anlaşılır hale getirilebilir.
Yani Demet Akalın gibi olmak için bunu özellikle istemeniz gerek artık. Özetle; Demet Akalın’ın kimimiz için şimdilerde doğallık gibi tınlayan hataları yapmacık bir orijinal olma çabası haline gelecek yakında.
Yazmak iş değil, okur bulmak iş
Konu Demet Akalın değil elbette. O bu yazının metaforu sadece.
Asıl konu ilk bakışta doğru düzgün yazmanın çok kolaylaştığı bu çağda yazmanın hâlâ bir anlamının olup olmadığı. Bu soruya benim cevabım zerre şüphe etmeden “Evet, yazmanın hâlâ bir anlamı var” olur.
Sorun şu ki yazılanı kim okuyacak? Daha büyük bir sorun şu ki bu yeni çağda gerçek yazarlar nasıl yazıp ayrışacak?
Sosyal medyanın yaygınlaştığı yıllarda bu sorunun cevabı üzerine çok düşünmeden “kısa yazalım, herkes kısa yazsın, derdini birkaç cümle içinde anlatsın” şeklinde verildi.
Kimi konular için bu hâlâ geçerli tabii ama bu işin meslek olarak devam etmesini istiyorsak kısa veya uzun yazalım diye şartlanmanın bir anlamı yok.
Artık bu içerik çöplüğünde iyice karışan kafaları berraklaştırmanın, bir perspektif vermenin çok daha büyük bir anlamı var. Bu da gerçek anlamda iyi yazmanın yeniden değerli olması demek. Yani artık üslubun ve kişiselleştirmenin önemi çok daha büyük.
Klasik haber metinlerini yapay zekâ çok rahat yazıyorsa, haber metinleri de o bilindik kalıplar yerine başka türlü yazılmalı o zaman. Bu yazı Chrome’daki yenilikten bahsettiğim bir önceki paragraftan ibaret olabilirdi mesela. Hatta o paragrafı doğrudan yapay zekâya da yazdırabilirdim. Peki o haber bu yeniliğin anlamını gerçekten açıklayabilir miydi? Bunun takdirini bu yazıyı en azından buraya kadar okumuş okura, yani size bırakıyorum.
İyi olanın değeri artabilir
Orhan Pamuk’un yukarıda alıntı yaptığım Benim Adım Kırmızı romanında anlatılan dönemde üslupçuluk yasak, perspektif günah sayıldığı için nakkaşların da yaptıkları küçük hataları imza haline getirmesinden söz edilir.
Yapay zekâ yazım araçları ve sosyal medya algoritmaları da kültürü tıpkı minyatür sanatının hüküm sürdüğü o çağlardaki gibi düzleştiriyor. Herkesin sosyal medyada dahi bu araçlardan yardım alarak yazdığı bir çağ nasıl olur, öyle bir çağda kim artık bir şeyler okumak ister ki? Bu makineler dil kurallarındaki yaklaşım farklılıkları haricinde imla hatası yapmaz örneğin. Sosyal medyada gezinen dil jandarmalarının hayal ettiği gibi pırıl pırıl bir ortam olur.
Sorun şu ki bunu gerçekten sevecek miyiz? Demet Akalın’ın yaptığı hataları özleyeceğimi düşünmüyorum elbette. Başlıkta yaptığım abartılı bir latife. Ancak başka şeyleri özleriz.
Sonra yapay zekâ o özlediğimiz şeyleri de yapmaya çalışır. Örneğin insani ölçülerde ortalama yazım hataları yapan bir yapay zekâ çok kolay geliştirilebilir. Yine de bir şeyler gerçek olmayacaktır.
Üslupçuluğun, alegorinin, kısaltmanın değil ama sadeleştirmenin ve perspektif vermenin kolaylaştıkça zorlaşacağı yeni bir çağa yürüyoruz. Bu yürüyüş ve rekabet bizi gerçekten emek vererek ve saf yetenekle yazılanın bu geçiş döneminden daha değerli olacağı bir yere götürebilir.
Bu konuda iyimser olmak zor belki ama ben zoru seçiyorum. Gerçek yazarlar buradan çok daha güçlü çıkar ama gerçek okurla nasıl buluşur? Mecraların dönüşümü ve algoritmalarla mücadele. Asıl konu bu. İleride buradan devam ederiz.