Yıl 2005, mevsimlerden yaz, Ağustos sıcağında bir bölük acemi asker olarak esas duruşta dikiliyoruz. Komutan teşvik edici bir ses tonuyla çağrı yapıyor: Araba kullanmayı bilenler bir adım öne çıksın!
Acemi askerler için ilk bir ay çarşı izni olmadığından, bu çağrıyı arabayla dışarı çıkma fırsatı olarak gören bir grup asker hevesle öne atılıyor.
Akabinde komutan düdüğü çalıyor. Karşı binanın ardından, en az 7-8 el arabasını kullanarak gelen usta askerler görünüyor.
El arabaları, araba kullanmasını bildikleri iddiasıyla bir adım öne çıkan acemi askerlere teslim ediliyor. O hafta sonunu bir yerden başka bir yere nöbetleşe kum taşıyarak geçiriyorlar böylece.
Araba kullanmaya hevesli olmayan diğer bir grup da çamların gölgesinde oturarak onları izliyor.
NFT çılgınlığının sonu
Merak etmeyin, erkek muhabbetinde konuşacak konu kalmayınca askerlik anılarına dalacağımız o karanlık aşamaya gelmedik. Askerlik anısı, birkaç gün önce The Guardian’da okuduğum bir haberden sonra aklıma geldi. Haberin başlığı “Yeni rapor, NFT’lerin büyük çoğunluğunun artık değersiz olduğunu gösteriyor” şeklindeydi.
2021’de (belki de bir pandemi ortası sıkıntısı olarak) patlayan NFT çılgınlığının geldiği nokta ibretlikti. An itibariyle 73.257 NFT koleksiyonundan 69.795’inin piyasa değeri 0 Ether’e inmişti ve NFT koleksiyonlarına sahip olanların %95’inin (23 milyon kişi) yatırımı artık tamamen değersizdi.
Acı bir şekilde gülümseyerek, önce, Twitter kurucusu Jack Dorsey’nin ilk tweetinin NFT’sini 2,9 milyon dolara alan kişiyi düşündüm ki, geçen temmuz ayında okuduğumuz habere göre NFT’sinin bugünkü değeri yaklaşık 4 dolar kadardı.
Sonra aklıma, çeşitli Metaverse evrenlerinden arsa alan (aslında onlar da bir nevi NFT) yatırımcılar geldi. Öyle ki, o dönem Metaverse’te İstanbul’u satın aldığını sananlar vardı.
O dönem pek çok yazı yazarak, televizyon programlarına, haber bültenlerine konuk alarak insanları uyarmaya çalıştığım için içim biraz rahat. Sonra, ne bir NFT’im ne de Metaverse’ten arsam var. Bu yüzden içim iki kez rahat. Başım göğe ermedi elbette ama askerde nasıl el arabasıyla kum taşıyanları çamların gölgesinde oturup izlediysem, benzer bir hisle gelişmeleri izliyorum şu anda.
Başka bir örnekte, başkaları da beni böyle izlemiştir mutlaka. İnternetin ilk yıllarında, bir hevesle alıp yıllarca yeniledikten sonra elimde patlayan türlü çeşitli domain isimleri ilk elden aklıma geliyor mesela. Her şey “buralar dutlukmuş hep, dedem bir arsa almamış” geyiğindeki dedenin durumuna düşmemek için belki de.
Hatta belki de buralar dutlukken alınmayan arsalarla kaçan gelir fırsatından fazlası, buralar dutlukken alalım da dedemizin durumuna düşmeyelim diye düşünüp karavana yatırım yapanlar tarafından kaybedilmiştir. Ancak öyle olsa bile hikâyenin bu kısmı anlatılmaz genellikle. Tarih hep kazananların perspektifinden yazılıyor nihayetinde.
‘Bir dur, bir dinle!’
Yeni neslin başarılı komedyenlerinden Baturay Özdemir, tamamını Youtube’a yüklediği son gösterisinde bu içimizdeki her şeye atlayan karakterle çok güzel kafa buluyor:
“Ama oğlum siz de çok hemen her şeye atlıyorsunuz. Bir durun ya, her şeyi de size satıyorlar bir durun bir düşünün, benim buna ihtiyacım var mı diye? Airfryer hemen alıyorsun, bir dur! Bir dur, fritöz bu ya! Vardı yıllar önce de fritöz, Airfryer yo hayır, alacağız, ya bir dur! Airwrap ben alacağım, ya bir dur, bir dur alma, robot süpürge alacağım abi, Erkan Baş, aa bir dur, bir dur, bir dinle!”
Ne kadar gülsek, dalga geçsek de hepimiz bu akımlara yer yer ve sık sık katılıyoruz.
Çünkü insanız, çocukken taklit ederek öğrenmeye başlıyoruz. Bu durum sonraları çeşitli dalga boylarında da devam ediyor işte.
Kaldı ki, sosyal medya makinesini döndüren de aslında içimizdeki bu her şeye hemen atlayan karakter olabilir. Bir video, bir yanlış bilgi kırıntısı, bir ses kaydı ortaya atılıyor. Herkes tam olarak ne olduğunu bile anlamadan üzerine konuşmaya başlıyor.
Nice doktorlar, nice mühendisler, nice bilim insanları, deli saçması bir bilginin peşine düşebiliyor.
Kandırılabilir olduğunu kabul etmek
Bu yazıyı üstenci bir yaklaşımla yazmıyorum. Çünkü ben kolay kolay kandırılmam ve her şeye atlamam özgüveni paradoksal bir şekilde daha kolay kandırılmaya ve bir şeylere daha kolay atlamaya vesile olabilir.
İnsan ancak kendisinin de kandırılabileceğini kabul ettiği andan itibaren daha dikkatli davranmaya başlıyor. Çünkü insanın kendi kendini kandırmasının sınırı yok ve tanımlanmış en az 10 farklı önyargı türü var.
Sadece kendi inançlarımızı doğrulayan bilgileri gördüğümüz ‘doğrulama önyargısı’ndan “şerefsizim benim aklıma gelmişti” fenomeni olarak özetleyeceğimiz ‘geriye bakış önyargısı’na, duyduğumuz ilk bilgiden aşırı derece etkilendiğimiz ‘sabitleme önyargısı’ndan insanların çoğunun görüşlerimizi paylaştığına inandığımız ‘yanlış konsensüs etkisi’ne kadar en az 10 farklı biçimde kendimizi kandırabiliyoruz yani.
Bunun da en büyük sonuçları günümüzde sosyal medya kullanımında yaşanıyor. Örneğin mülteci veya göçmenlere karşı önyargılı bir tutum içerisindeysek, onlarla ilgili üretilen yalan haberlere daha kolay inanma eğiliminde olabiliyoruz. Eğer maça gidiyorsak, tribünde bir süreliğine yabancılaşıp diğer taraftarları izlersek, bahsedilen önyargı türlerinin büyük bölümünü çıplak gözle de izleyebiliriz.
İki yıl önce NFT, sonra teknolojik altyapısı bile yıllar isterken bugünden yarına olacak gibi düşünülen Metaverse, bugünlerde el birliğiyle (yer yer haklı olarak) büyüttüğümüz yapay zekâ hype’ı, daha gerilere gidersek dot.com balonu…
Sonradan bakınca, bunun böyle olacağı belliymiş demek kolay ama ya içindeyken?
İşte büyük paradoksumuz da bu. Çünkü bazı kurgulara inanıp bunu yeniden üretmezsek ilerleme olanağımız da yok.
İnsanın belki de en büyük başarısı kendi kendini aldatma konusundaki sınırsız yeteneği, aynı zamanda insanın en büyük başarısızlığı da bu.
NFT’lerin ardındaki blok zinciri teknolojisi dijitalleşmeyle gelen pek çok sorunu dahiyane bir şekilde çözüyor örneğin ancak bazı fırsatçılar da bu teknoloji üzerinden spekülatif bir piyasa yaratarak böyle bir yıkıma yol açabiliyor.
Son paragrafa geldik. Zaten her şeye hemen atlamadığınızı düşünüyorsanız, bence bu yazıyı boşuna okudunuz ama benim suçum yok başlıkta uyarmıştım. Buna rağmen okuduysanız, belki siz de biraz her şeye atlayanlardansınız, kim bilir?