Bakırköy çarşısında aylak bir yürüyüş. Radarlar açık. Bir sürücü kursu kapısından çıkarılıp eskici arabasına yüklenen otomobil motoru kesiti görüyorum.
Zihnimin arka planda çalışan ve devamlı yazı konusu düşünen kesiti hemen tetikleniyor. 24 yıl önce sürücü ehliyeti almak için motor bilgisi sınavına girdiğimi ve o sınava hazırlanırken bazı şeyleri öğrenmek zorunda kaldığımı hatırlıyorum. Kullanıcıları tarafından kolay kolay tamir edilemeyecek günümüzün motorları üzerinde düşününce bu eğitimin nafileliği ayrı konu.
Ancak biraz derinleşince insanın teknolojiyle ilişkisinin evrimi üzerine bir dersle çıkıyorum bu zihin gezintisinden. Otomobil bir zamanlar insanların hayatında yeni bir teknolojiydi. İnsanlar bu teknolojinin kullanımı sırasında kendilerini onun nasıl çalıştığını anlamak ve yolda kaldıklarında neler yapmaları gerektiğini bilmekle yükümlü hissediyordu. Bu yüzden de bir eğitimi ve sınavı vardı.
Bugün hayatımızın her anında ayrı bir teknoloji var. Her biri tıpkı otomobil gibi hayatımızı kolaylaştırıyor. Ancak bu teknolojilerin nasıl çalıştığını anlamıyoruz. Nasıl çalıştığını anlamadığımız için zaten tamir de edemeyiz.
Kaldı ki, tüketici elektroniği ürünleri günümüzde zaten kullanıcıları tarafından tamir edilemeyecek biçimde üretiliyor. Son yıllarda bununla ilgili bir uyanış başladı ve Batı’da bazı yasal düzenlemeler geldi.
Yeniden eskisi gibi tamir edilebilir ürünler görebiliriz ama tamir edebilir miyiz, uğraşır mıyız bilemiyorum? Günümüzde insanın teknoloji ve onu kullanımına dair bilgisizliği bununla sınırlı değil.
Yapay zekâ çağında gizliliği yeniden düşünmek
Her gün kullandığımız sosyal medya platformları, e-ticaret siteleri hatta üretken yapay zekâ teknolojileri bize ait bir şeyle çalışıyor: Verilerimiz.
O veriler sayesindedir ki sosyal medyada ürün biziz. O veriler sayesindedir ki daha çok tüketmek için güdüleniyoruz. O veriler sayesindedir ki üretken yapay zekâ araçları eğitiliyor ve bizi çok şaşırtan şeyleri bizim adımıza yapabiliyorlar.
Stanford Üniversitesi İnsan Odaklı Yapay Zeka Enstitüsü’nde (Stanford HAI) gizlilik ve veri politikası uzmanı Jennifer King ve aynı birimde politika araştırma yöneticisi Caroline Meinhardt’ın yayınladığı teknik incelemeyi okurken bu konu hakkında bir kez daha düşündüm. Yapay Zeka Çağında Gizliliği Yeniden Düşünmek: Veri Merkezli Bir Dünya için Politika Provokasyonları başlıklı bu inceleme üç değerli öneri sunuyor. Meraklısı detaylarını okur. Ancak bunların içinde benim en çok dikkatimi çeken aslında çok ihtiyacımız olan ama farkında bile olmadığımız Veri Aracısı kavramı ve onunla bağlantılı Veri Kooperatifleri oldu.
Veri Aracısı nedir?
Veri aracısı bazen gün içinde defalarca devrettiğimiz veri haklarımız üzerindeki müzakere yetkisini devredebileceğimiz kolektiflere deniyor.
Hukuk bilmediğimiz için mahkemede bizi avukatlar savunuyor. Vergi sistemine hâkim olmadığımız için mali müşavirlerle çalışıyoruz. Verilerimizin de nasıl ve nerelerde toplandığını, nasıl riskler oluşturduğunu tam olarak bilmiyoruz ama bu konuda bir aracımız yok.
İşte Stanford Üniversitesi’nden Jennifer King’in ortak yazarlarından olduğu Veri Aracıları projesi de bu soruna çözüm arıyor. Biyometrik verilerimiz gibi çok değerli insani verilerimiz de dahil pek çok alanda verilerimiz toplanırken bu karmaşık sürecin yönetimi konusunda da güvenebileceğimiz birileri ya da araçlar olmalı.
Yapay zekâ araçları verilerimizi niye toplar?
Verilerimizin toplanma ve kullanım biçimleri her zaman sorundu. Ancak üretken yapay zekâ çağında bu daha büyük bir problem.
Peki yapay zekâ araçlarının verilerimizi toplamasının ne riski var diyebilirsiniz? Jennifer King bu soruyu şöyle cevaplamış: “Başkalarının verilerimizi ve yapay zekâ araçlarını anti-sosyal amaçlarla kullanma riski var. Örneğin internetten alınan verilerle eğitilen üretken yapay zeka araçları insanlar hakkındaki kişisel bilgilerin yanı sıra aileleri ve arkadaşları hakkındaki ilişkisel verileri de ezberleyebilir. Bu veriler kimlik hırsızlığı veya dolandırıcılık amacıyla kimlik avının etkinleştirilmesine yardımcı olur” (İnsanların kimliğine bürünmek ve telefonlar üzerinden şantaj yapmak için yapay zekâ ses klonlamasını kullanmak gibi).
Bu ayrıca sadece bir risk değil, bir hak meselesi aynı zamanda. Başka amaçlar için paylaştığımız veya yayınladığımız bir özgeçmiş veya fotoğraf gibi veriler çoğu kez bilgimiz veya onayımız dışında yapay zekâ sistemlerini eğitmek için kullanıyor. Bu da şu sıralar önemini tam olarak anlamadığımız yeni sivil hakların konusu.
Veri Kooperatifleri
Peki bu sivil hakları nasıl kullanabiliriz? İşte tartışmanın o ayağında da yine Standford Üniversitesi’nden başka bir ekibin önerisi karşımıza çıkıyor: Veri Kooperatifleri.
Divya Siddarth ve bir grup meslektaşının geliştirdiği proje dijital ekonomideki bu güç dengesizliğinden ilham almış. Verilerin sahibi veya üreticisi biz son kullanıcılarız. Bunlar üzerinde çok kısıtlı kontrolümüz var. Haklarımızı neredeyse hiç bilmiyoruz. Karşımızda ise korkunç bir ekonomik ve politik güce sahip birkaç dev kuruluş var. Verilerimizin mülkiyeti onlarda.
Yasal boşlukları kovalıyor, verileri toplayıp satıyor ve bundan kâr ediyorlar. Demokrasileri zayıflatıyorlar ve herkesin ortak faydasına olması gereken şeyler üzerinde tek başlarına güç sahibi oluyorlar.
Tek bir kişinin verisi düşünülünce bu devlerle mücadele etmek anlamsız geliyor. Ancak insanlar örgütlenip kooperatif oluşturursa bir güç olabilir. O zaman bu veriler üzerinden elde edilen kâr da politik güç de dağılabilir.
Örneğin yapay zekânın yok edeceği işlere dair bir fon oluşturulabilir. Aynı zamanda teknoloji devlerine karşı mücadelenin finansmanı da sağlanabilir. Siddarth ve birlikte çalıştığı ekibin Veri Kooperatifleri çözümü bütün insanlığı ilgilendirdiği için uluslararası zorluklara sahip.
Bunun bir eksiklik olduğunu anlar mıyız?
Veri Aracıları da Veri Kooperatifleri de üzerine yeni yeni konuşulan ve daha çok yolu olan projeler. Önce bunların eksiklik olduğunu anlamamız gerekiyor.
Ne yazık ki bu konuda reflekslerimiz zayıflamış durumda. Çünkü kullandığımız teknolojinin nasıl çalıştığına ilişkin merakımız eskisi kadar keskin değil. Sadece tüketmekle ilgiliyiz.
Bir iki yıl öncesine kadar airfryer’a ihtiyacımız olduğunu bilmiyorduk örneğin. Şimdi “mutfağında airfryer olmayan da ne bileyim” seviyesindeyiz.
Hiçbir fikrimizin olmadığı ‘Veri Aracısı’nın eksikliği de bir gün böyle kendini dayatır mı? Bu konuda umutlu olmaya çalışıyorum ama yakın gelecekte zor. Çünkü verilerimiz tükettiğimiz değil ürettiğimiz şeyler. Çoğunlukla ürettiğimizin bile farkında değiliz ama.
Gelecek kuşaklar bu konuda bizleri üzülerek anacaktır. Tıpkı bizim, sosyal güvence ve haklara sahip olmayan eski çağların insanlarını andığımız gibi. Çünkü şu içinde olduğumuz pazar gününün tatil olması bile nice mücadelenin sonucu.