Türkiye’nin ilk uzay yolcusu Alper Gezeravcı’nın sosyal medyadaki ele alınış biçiminin içerik analizinin yapılarak bir sosyal bilimler çalışmasına konu olmasını çok isterim. Sırf bunu yapmak için akademiden yüksek lisansı yapar yapmaz, yani çok erken kaçmamış olmayı dilerdim açıkçası.
Sosyal medyada aşağılamayla aşırı gururlanma arasında gelip giden tepkileri bu duygularla izlerken dayanamayıp bir tweet attım: “Uzay yolculuğunu çok abartmakla aşağılamak birbirine kardeş duygular bence. İkisi de duygulardan kopup mantıklı bir perspektif sağlamıyor. Oysa ikisinden de uzak bir yol var. Evet, kendi teknolojik imkanlarımızla yapmıyor olmamız eleştirilebilir ama bu yapılacak deneyleri de hiçleştirmez. Peki hangi deneyler yapılacak derseniz” diyerek 10Haber’in yolculukla ilgili oldukça detaylı haberine link vermiştim.
Bu tweetim bir takım aşağılamalar ya da minik laf sokmalarla karşılandı. Eğer Twitter (X)’da paylaşım yapıyorsanız böyle tepkilerden şikâyet etmeyeceksiniz. Benim de bunlarla ilgili bir şikâyetim yok açıkçası, bekliyordum. Bilakis, bunların da konuya ilişkin bir bağlam oluşturduğuna inanıyorum. Sürekli yazdıklarımı destekleyenlerle dolu bir ortam kuşkusuz daha sıkıcı olurdu.
Uzay yolcumuzun her hamlesiyle birlikte yapılan espriler, sinik tavırlar, küçük görmeler, bunun yerel seçime yönelik bir kampanya olduğuna ilişkin tespitler devam ediyor.
Konunun elbette PR değeri düşünülmüştür ona bir şey diyemem. Ancak attığım twette de ifade ettiğim gibi yapılan deneyleri küçümsemeyle ilgili yaklaşımları çok anlamıyorum. Uzaya gönderilen kişinin asker olmasından hareketle “bilim insanı değil ki nasıl yapacak o deneyleri” diyenlerin bilimsel araştırma süreçleri konusunda hiç fikri olmadığı açık.
Konuyu Alper Gezeravcı üzerinden değil de uzayda 371 gün aralıksız kalarak en fazla aralıksız kalma rekoruna sahip olan ABD’li astronot Frank Rubio üzerinden anlatmayı deneyeceğim.
Rubio’nun rekoru ve deneyleri
Frank Rubio uzayda en uzun süre aralıksız kalan ABD’li rekorunu isteyerek kırmış değil. Onu dünyaya geri getirecek uzay aracındaki soğutma sıvısı sızıntısı nedeniyle dönüşü altı ay gecikmiş. Böylece, kazara bir rekorun sahibi olmuş. Bu konuda dünya rekoru ise bir astronota değil kozmonota ait. 1994 ve 1995 yılları arasında Rus Uzay İstasyonu Mir’de 437,7 gün geçiren kozmonot Valeri Polyakov’un rekoru henüz kırılmış değil yani.
Kazara 371 gün aralıksız kalan Amerikalı Frank Rubio’nun Time dergisine verdiği çok yeni bir röportaj çok güzel bir perspektif veriyor. Zaten bu yazının başlığındaki çiğköfte yoğurma vurgum da onun bir deneyimine gönderme içeriyor. Oraya geleceğim ama ondan önce Rubio’nun uzayda geçirdiği 377 gün boyunca 300’den fazla deney yaptığının altını çizmem gerekir. Sonra Rubio’nun da asker kökenli bir astronot olduğunu söylersem herhalde “asker adam ne deneyi yapacakmış Allah aşkına, nasıl kolay kanıyorsunuz” diyenlere bir cevap vermiş olurum.
Uzayda nasıl pasta yapıldı?
Frank Rubio’nun uzaydayken en çok dikkat çeken hareketi bir doğum günü pastası yapmak olmuş. Yanlış okumadınız, uzayda doğum günü pastası yapmış. Üstelik pastayı hazırlama anının bir videosu da sosyal medyada paylaşılmış.
Rubio Time’a verdiği röportajda bu videonun yaptıkları pek çok önemli bilimsel deneyden daha fazla etki yarattığını söylüyor. Ancak bunu kayıp olarak görmüyor. Yani o kadar deney yaptık, herkes pasta konuşuyor gibi bir noktaya sürüklemiyor olayı. “Aslında bu da başlı başına çok derli toplu bir bilimsel deney” diyor ve ekliyor: “Çünkü tüm o malzemeyi uzayda nasıl bir arada tutacağınızı bulmanız gerekiyor.”
Zaten videoyu izlerseniz pastanın üstüne dökülen toz malzemenin havada uçuştuğunu görebilirsiniz. Buna karşılık bir şekilde pasta formu oluşturmayı başarmışlar.
Öyleyse gelelim başlıktaki soruya. Alper Gezeravcı gidip çiğköfte yoğurmaya kalksaydı sosyal medyada çok büyük mavrası olurdu o kesin ama Rubio’nun dediği gibi bu da başlı başına çok derli toplu bir deney olurdu. Dolayısıyla Gezeravcı’nın istasyonda geçireceği 14 günde yapacağı 13 deneyi küçümsemek kompleksli bir yanlış muhalefet örneği bence.
Neden kendi teknolojimizle gitmiyoruz kısmı elbette tartışılabilir ama yine 10Haber’de okuduğum uzaya giden NASA astronotları için de para ödendiği haberi bu konuda yeni bir perspektif verdi. Gezeravcı bu konuda ilk değildi. Kaldı ki aynı araçtaki İsveç ve İtalyan astronotlar için de ödeme yapılmıştı. Bu yolculuk ticari uzay uçuşları açısından da yeni bir dönemi temsil ediyordu.
“Çok abartmayalım” eleştirisine katılırım. Bunun bir siyasi propagandaya dönüştürülecek olması yorumlarına da. Ancak bu yolculuğu ve yapılan deneyleri küçümseyip alay malzemesi yapmaya katılmak mümkün değil.
Rubio’dan alacağımız ders
Frank Rubio’nun röportajında en çok dikkatimi çeken kısımlardan biri de dünyaya uzaydan baktığında hissettiklerini özetleme şekliydi. Rubio dünyayı sınırlar olmaksızın gördüğünde hepimizin aynı gezegeni paylaştığımızı daha iyi anladığını vurguluyordu.
Bunun kendisinde yarattığı duyguysa sorunları çözme ve birlikte çalışmanın yollarını bulma umudu olmuş. “Böylece gelecekte hep birlikte başarılı olabiliriz” diyor Rubio.
Bunun için her birimizin tek tek uzaya çıkmasına gerek var mı bilmiyorum ama bizim de fark edip sormamız gereken bir soru var bana kalırsa: Bir küçük uzay macerası karşısında bile böyle sınırsızca kutuplaşmayı nasıl başarabiliyoruz? Neden bazı konularda makulde buluşma reflekslerimizi yitirdik.
Bunun nedenini bu yazıda aramayacağım.
22. yılına giren iktidarın uygulamalarının bu konuda sorumluluğu çok daha büyüktür kesinlikle, ama buna karşı gelişen ezbere muhalefet etme reflekslerinin de bir payı var bu bölünmede.
Time’dan Solycere Burga, Frank Rubio’nun Latin kökenlerini de gözeterek “etnik kökeniniz ya da kimliğiniz işinizi ve bu rekoru kırmanızın onurunu şekillendiriyor mu” diye sormuş örneğin.
Rubio’nun soruya cevabı “Latin topluluğunu ve milletimizi temsil etmek kesinlikle inanılmaz bir onur” olmuş. Üstelik sadece etnik kökeninin değil şehrinin, eyaletinin, içinden geldiği topluluğun ve asker geçmişinin de kimliğini şekillendirdiğini vurgulamış.
Diyeceğim o ki, bir Türk’ün uzay yolculuğuna gitmiş olmasını ve bu görevde ülkesini temsil etmesini çok abartmadan bir adım olarak görmek zor değil. Bunu böyle görüp adım attığınız zaman yanlış olan, yolunda gitmeyen (bu konuda bile) şeyleri eleştirirken daha ikna edici olmak için de mevzi kazanıyorsunuz.
Sadece kendi kemik seçmeninizle seçim kazanamadığınız bir hesap varsa bu mevziler hayati. Türkiye’de yaygın muhalefetin bir türlü anlamak istemediği bir şey bu.
Bu konuda tek örnek de uzay maceramız değil maalesef.