Kendi kuşağımı bir açıdan hep şanslı sayarım. Bizler, yani bugün 40’lı yaşlarında olanlar, internetin doğuşuna ilk gençlik çağımızda şahit olduk. Algılarımızın en açık olduğu, dünyayı anlamaya en hevesli olduğumuz çağlarda. Böylece internetle birlikte büyüdük. 

Ancak dijital doğanlara göre, kimilerinin dezavantaj saydığı bir avantajımız da vardı. Çünkü dijital öncesi analog çağda da onun ne olduğunu anlayacak kadar vakit geçirmiştik. Gidenin nasıl olduğunu biliyor, geleni ona göre içselleştiriyorduk. 

Yetmedi, cep telefonunun son kullanıcıya ulaşması da bizim ilk gençliğimize denk düştü. Arkadaşlarımızla evdeki sabit hattan konuşup, paralelden “evdekiler dinliyor mu endişesini” de yaşadık, odamıza çekilip sms’lerce flörtleşmeyi de. Sabit hattan şu gün şu saatte, şurada buluşuyoruz diye kesin sözleşmeyi de yaşadık, ben yarım saat gecikeceğim diye anlık mesajlaşmayı da. 

Böyle bir geçiş döneminde yaşamanın sancıları da olmuştur elbette ama nedense insan daha iyilerini hatırlıyor hep. Örneğin; 90’ların ortasında, internetle ilgili öngörüler genellikle olumluydu. İnsanlığı özgürleştireceği, fikirlerin serbest dolaşımına yol açacağı, böylece demokrasileri daha da olgunlaştıracağı söyleniyordu. Nice saygın bilim insanı bu konuda hemfikir gibi görünüyordu. Maalesef bu öngörüler tam olarak gerçekleşmedi. 

Sonra internetin üzerine “sosyal medya” diye bir kat çıktık. Ne olduysa ondan sonra oldu. 

İnternet sosyal medyadan fazlasıdır

Mayıs ayı sonunda bu köşede, “son çıkan ışıkları söndürsün lütfen” demiş ve sosyal internetin ölümünü ilan etmiştim. Sosyal internetin dönüşümünü kişisel tarihimden izlerle aktardığım bir yazıydı o. 

Haliyle, internetin ve sosyal medyanın geldiği yer konusundaki olumsuz bakışımın da bir örneğiydi. Burada aslında kritik bir ayrımın altını yeterince çizmediğimizi düşünüyorum. 

İnternet ve sosyal medya aynı şey değil. Sosyal medya internete dahil olabilir ama internet ondan çok daha fazlası. 

Bu yazıyı biraz da bu ayrımın altını çizmek için yazıyorum. İnterneti anlamak için onu sosyal medyadan bağımsız düşünmemiz şart. Çünkü bana kalırsa, onu düzeltmenin tek yolu da bu. 

İnternete erişimi olanlar her şeye rağmen daha mutlu

Tillburg Üniversitesi’nden Matti Vuorre ve Oxford Üniversitesi’nden Andrew K. Przybylski’nin yeni tarihli bir bilimsel çalışması, sosyal refahın da içinde olduğu mutluluk değişkenleriyle internet erişimine sahip olmak arasındaki ilişkiye odaklanıyor. 

Yaptıkları araştırma 16 yıla yayılmış. 168 ülkeden, 2 milyon 414 bin 294 kişiyle yapılan anketlere dayanıyor. 

İlk olarak refahın internet bağlantısının bir fonksiyonu olarak ne ölçüde değiştiğini sorguluyorlar. Bu ilişkiler 33 bin 972 analiz özelliğinden oluşan çoklu evrende sağlamlık açısından test ediliyor. Sonuçta %84,9 oranında internet bağlantısıyla refah arasında pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki buluyorlar. 

Anlık araştırmalarda belki farklı sonuçlar çıkabilir ama bu araştırmanın farkı 16 yıllık karşılaştırmalı veriye sahip olmasında bence. Burada refahtan neyi kastettiklerini sorarsanız, şöyle açabiliriz: Yaşam memnuniyeti, günlük olumsuz ve olumlu deneyimler, sosyal refahın iki göstergesi, fiziksel refah, topluluk refahı ve amaca yönelik deneyimler. 

Araştırmacılardan Matti Vuore, Nautilus’tan Charles Diggers’a bu bulgular karşısındaki hislerini şöyle açıklamış: “Verileri analiz ettiğimiz binlerce farklı yöntemde, internet erişimi olanların olmayanlara göre daha iyi durumda olduklarını bildiren bulgunun ne kadar tutarlı olduğunu görünce şaşırdım”.

İnternet endişe, üzüntü, stres mi yaratır dediniz? 

Doğrusu, araştırmacı şaşırmakta haksız değil. Çünkü bugün su gibi, elektrik gibi alışkın olduğumuz internet karşısındaki hislerimiz pek olumlu değil. 

Hakikat sonrasından çocuklara verdiği zararlara, popülist politikacıların sesini yükseltmesinden yarattığı dikkat dağınıklığına, gazeteciliği bitirmesine kadar bunun nedenlerini sabaha kadar açıklayabiliriz. Hâkim anlatı bu. 

İnsanlık sanki internet öncesinde çok barışçıl, çok mutluymuş da internet gelip ayarlarımızı bozmuş gibi bir bakış dahi var. Tüm bu yaklaşımlar bir dereceye kadar yanıltıcı. 

Araştırmanın detay verileri de bunu işaret ediyor. İnternete erişimi olan veya son bir hafta içinde internet kullananların ortalama yaşam memnuniyeti, internete erişimi olmayanlara kıyasla biraz daha yüksek çıkmış örneğin. 

Dahası, internete erişimi olanların fiziksel acı, endişe, üzüntü stres veya öfke puanları, internet kullanmayanlara göre daha düşük çıkmış. Kuşkusuz aksi yönde araştırmalar da bulunabilir. 

New York Times’taki meşhur haberi belki okumuşsunuzdur. Elon Musk girişimi Starlink sayesinde internet ulaştırılan Amazon köyü Marubo halkının aniden internetle tanışması önemli bir deney. Köyde yaşayan 73 yaşındaki Tsainama Marubo, New York Times’a verdiği demeçte “geldiğinde herkes mutluydu ama şimdi işler daha da kötüye gitti” diyerek köyde özellikle gençlerin tembelleşmesinden şikâyet ediyor. Fakat diyaloğun finali her şeyin özeti gibi: “Ama lütfen internetimizi elimizden almayın”.

Sorun internette mi, yoksa onun gelişim çizgisinde mi? 

İnternet, ilkin askeri alanda merkezleri dağıtmak için geliştirilmiş bir teknolojiyken, dev sosyal medya platformları yüzünden merkezileştiyse burada sorunu internetin varoluşundan ziyade gelişiminde aramalıyız. 

Örneğin; küresel Covid-19 pandemisi gibi bir olayı, internet öncesi çağda yaşasaydık neler olacağını düşünün. Aslında bu örnekte internetin olumlu ve olumsuz taraflarının her ikisi de gizli. 

Bir yandan pandeminin o izole günlerinde akıl sağlığımızı bir yere kadar korumayı sağladı, bir yandan da aşı karşıtlığı, yanlış bilgi selleri ve abartılı yaklaşımlarla pandeminin etkilerini kat kat artırdı. Çelişkileriyle vazgeçilmezimizdi. 

Bazı teknolojilere öyle alışıyoruz ki, onların hayatımızı nasıl değiştirdiğini bile unutuyoruz. Hele hele internet öncesini bilmeyen genç kuşaklar için bunu anlamak daha zor. 

Ancak internetin, sosyal medya sonrası tüm olumsuzluklarına rağmen hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını bir durup düşünürsek, işler biraz değişiyor. 

Bu yazıda herhangi bir veriden yararlanmadan “internet insanlığı mutlu eder” tezini ortaya atsam, muhtemelen alay konusu olurdum. Ancak 168 ülkede, 16 yıla dayanan bir araştırma internete erişimin mutlulukla bir ilgisi olabileceğini söylüyor. 

O zaman da bize “iyi ki varsın internet” demek düşüyor. Sen iyisin de çevren kötü belki de.