Neden bilmiyorum, sosyal medyada ara ara önüme bağlamından koparılmış Caner Özyurtlu açıklamaları düşüyor.
Türkiye’de yönetmen, oyuncu, yapımcı ve senarist kimlikleriyle bilinen Özyurtlu ile tanışıyorum. Geçmişte bir süre aynı yazar ekibinde çalışmışlığımız da var, proje aşamasında kalan birkaç işimiz de.
Tanışmıyormuş gibi yaparak yazmış olmamak için bu detayı ekleyeyim. Caner’i yıllardır görmediğim gibi bu yazı öncesinde de kendisiyle haberleşmedim.
Bir cımbız ve tartışmalar
Caner Özyurtlu bir süredir Yunanistan’da yaşıyor. Türkiye sosyal medyası ve sosyal medya magazini yapan kimi sitelere göreyse “Yunanistan’a yerleştikten sonra yaptığı açıklamalarla gündem olmaya devam ediyor.”
Aslında durup dururken açıklama filan da yapmıyor. Zaten kişilik olarak da durup dururken açıklama yapacak bir karakteri olmadığını biliyorum. Bunu herkesin bilmesini bekleyemem tabii ama söz konusu açıklamalar karşılıklı sohbet içeren Youtube videolarından cımbızlanmış kesitler; onu da bilmek gerek.
Son olarak önüme düşen kesit şöyle: “Atina’da aylardır sohbet ettiğim telefoncu, kahveci, bakkal vs. hiçbiri daha mesleğimi sormadı. Kazandığım paraya göre belirlemedi bana olan tavrını. İlk defa sadece ‘var olduğum’ için saygı gördüğüm bir dönem yaşadım.”
Bu açıklamadan sonra özellikle sosyal medyada Caner Özyurtlu’ya ilişkin bir tepki dalgası yükselmiş. Tepkiler daha çok “yurtdışına taşındığı için ülkesini ve insanını kötülemek” gibi bir suçlama üzerinde yükseliyor.
Bence asla böyle bir şey yok ama bağlamından koparılınca yani bir sohbetin içinden böyle bir parça alınca haliyle öyle bir anlam yüklenebiliyor.
Ben de aynı konuda yazmıştım
Caner gibi yurtdışına taşınmış değilim, ama açıkçası bir süredir kafa yorduğum bir problem bu. Bu köşenin düzenli takipçileri hatırlayacaktır. Son olarak “plaza uydurukçası”na dair yazdığım 8 Mayıs tarihli bir yazıda bu sorunu şöyle irdelemiştim:
“Bir plaza beyaz yakalısının bir musluk tamircisinden, bir garsondan, yani genel olarak mavi yakalıdan kendini daha önemli sanması, öyle hissetmesi bence büyük bir sorun. Nihayetinde herkes işini yapıyor. Biri, sözgelimi ilaç sektöründe önemli bir ilacın ruhsat sürecini iyi yönetiyor olabilir ama bir sıhhi tesisatçı da işini iyi yaptığı için evimizi su veya lağım basmıyor. Burada ben daha önemli bir iş yapıyorum diye havaya girmenin hiç alemi yok. Avrupa’da yaşayanların da gözlemleyip aktaracağı gibi bu durum orada bizdeki gibi değil. Kimse mesleği üzerinden kendiliğinden bir kimlik veya üstünlük kazanmıyor. Öyle bir üstünlük olmadığı için de bunu diliyle, tavrıyla açıkça ortaya koymaya çalışmıyor. Bence bu uydurukça, biraz da bu çarpık kültürün üzerinde gelişiyor.”
Özetle konuda Caner ile paralel düşündüğümüz söylenebilir ama ben daha çok “beyaz yakalı” çalışanlar üzerinden yazmıştım.
Meslek, o mesleğin içindeki konum, ünlülük, ünsüzlük, arabanızın markası, oturduğunuz muhit yer yer çok önemli olabiliyor. İnsanın bütün bunlardan arındığı bir ortamda kendini daha rahat hissetmesi anlaşılabilir.
Bu sahiden bize özgü mü peki?
Ancak burada bizim de bir ezberimiz olabilir. Nitekim, üzerine düşünürken bu sadece bizim toplumumuzla sınırlı bir yanılgı ya da kabalık olmayabilir diye bir şüphe düştü içime. Bu şüphe içimi kemirirken bir iletişimci olarak geçen aylarda Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un kampanyasına dair aldığım notlar aklıma geldi.
Scholz kampanyasını “saygı” kavramı üzerine kurmuştu. Scholz özellikle The Guardian’a verdiği geniş röportajda Harvardlı Filozof Michael Sandel’a atıfla “liyakat tiranlığından” söz ediyordu.
Burada liyakat kavramıyla sorunu olduğu anlaşılmasın diye de şunu özellikle vurguluyordu: “Liyakat konusunda yanlış bir şey yok. Fakat bu sadece en çok kazananlarla ve üniversite diplomasına sahip olanlarla sınırlı kalmaması gereken bir şey. Güvenlik görevlisinin de liyakati vardır. Kol emekçileri akademisyenlerden daha az saygı görmeyi hak etmiyor.”
İşte Scholz’un kampanyası da daha az saygı gören ama eşit saygıyı hak eden gruplara sesleniyordu.
Almanya Başbakanı Scholz’a kazandıran strateji
Scholz’a göre Britanyalıların Brexit, ABD’lilerin ise Trump’a oy vermesinin ana nedeni toplumun insanların liyakatini eğitim veya mesleklerine göre belirleme eğilimiydi.
Scholz bu yüzden insanların derin sosyal güvensizlikler yaşadığını ve yaptıklarının takdir edilmediğini hissettiklerini düşünüyordu. Örneğin kendisi gibi avukatlar toplum için işçilerden veya zanaatkarlardan daha önemli değildi.
İşte Scholz bu nedenle kendini aşağılanmış hissedenlere hitap ederek onları popülist sağın kıskacından kurtarmayı hedeflemişti. Scholz’un Almanya’daki seçimi kazanmış olması da aslında bu stratejinin doğru olduğunun bir kanıtı. Aynı zamanda hem Caner Özyurtlu’nun hem de benim bunun bize özgü olduğunu sanma yanılgısının da kanıtı olabilir. Benim tespitim beyaz yakalılarla, Caner’in tespiti Yunan toplumu gözlemiyle sınırlı olduğu için tam bir yanılgıdan söz edilemez.
Ancak bunu bize özgü saymak bir perspektif darlığı içeriyor. Görüldüğü üzere bunun Britanya’sından ABD’sine, hatta Almanya’da seçim kazanan stratejiye ilham olmasına kadar geniş erimli bir problem olduğu anlaşılıyor.
Kilit kavram: Saygı
Yine bu köşede mayıs ayında yazdığım bir yazıda yapay zekânın orta sınıfın yeniden inşasına dair bir umut olduğunu David Autor’un Noema’daki makalesine atıfla savunmuştum. Autor o makalede tıpkı Almanya Başbakanı Schulz’un yaklaştığı yerden yaklaşıyor olaya.
Diyor ki, “aramızdaki şanslılar için çalışmak amaç, topluluk ve saygı sağlar. Ancak son 40 yılda bilgisayarlaşma ilerledikçe ve eşitsizlik daha yaygın hale geldikçe işlerin önemli bir bölümünün kalitesi ve saygınlığı azaldı.”
İşte yapay zekâ da bu elit uzmanlık çağını terse çevirme potansiyeline sahip bir teknoloji olarak yükseliyor. Çünkü daha az eğitimli insanlar da saygı gören bu meslekleri yapabilir hale gelebilir. O zaman, insanlara mesleğini sorarak değer biçme kabalığı da azalarak biter diye umut ediyorum.
Mikro çaplı bir sosyal medya tartışmasından yola çıktım belki ama başta zamanımızın siyasetçileri olmak üzere, hepimizin çıkaracağı önemli dersler var burada. Kilit kavram ‘saygı’ ve bunun insanın mesleğinden, kazandığı paradan bağımsız, sadece varoluşuna ilişkin bir değer olması gerekiyor.