Türkiye’de 2000’li yılların dizi patlamasının 2006 tarihli Yaprak Dökümü ile başladığını düşünürüm.
O yıllarda bu dizinin reklamlarını yapan ekipte yer aldığım için dizinin başından sonuna kadar tüm süreci yaşadım. Sadece bu dizinin değil, Aşk-ı Memnu, Dudaktan Kalbe, Ezel, Fatmagül’ün Suçu Ne, Halil ile Menekşe gibi birçok dizinin yayın sürecini içeriden deneyimledim.
Dönemin izleyici davranışlarını öğrenme ve toplum reflekslerini anlama açısından unutulmaz bir deneyimdi.
Prime-time’da yayınlanan bu dizilerin nerede yükselip nerede düştüğünü her hafta analiz etme şansı bulmak bence bu toplumu tanımak için eşsiz bir fırsattı.
Ferhunde Kötü, ama Sor Bakalım Neden Kötü?
İşte saydığım dizilerin ilki olan Yaprak Dökümü‘nde asıl büyük kırılmanın kötü karakter Ferhunde ile izleyicinin empati kurabileceği bir senaryo akışıyla gerçekleştiğini gözlemledim.
Senaristler Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu, Ferhunde’yi Reşat Nuri Güntekin’in özgün eserinde ve önceki uyarlamalarda olmadığı kadar derinlikli şekilde ele almış, Deniz Çakır’ın oyunculuğu da karaktere büyük katkı sağlamıştı.
Artık Ferhunde’nin daha detaylı bir geçmişi vardı. Bu geçmiş izleyicinin onunla empati yapmasını sağlayabiliyordu.
Bugünlerden bakınca kötü karakterin boyutlu işlenmesi sıradan görünebilir, ama 18 yıl öncesinin televizyon ortamı ve yerli dizileri için bu yenilik önemliydi. Bu özellik dizinin farklı bir yer edinmesini sağladı.
Çünkü zamanın ruhu değişmişti; televizyonun eğitici-öğretici bir platform olarak görüldüğü tek kanallı yıllar geride kalmış, artık eğlendirici, katharsis sağlayıcı yönü öne çıkmıştı. Reşat Nuri Güntekin’in 1930 model Ferhunde’si de bu ruhla dönüşmüştü.
Menendez Kardeşler’in Hikayesi
ABD’de 1989’da anne ve babalarını öldüren, o tarihten beri hapiste olan Lyle ve Eric Menendez Kardeşler’e yeniden şartlı tahliye yolu açılmasına yönelik haberi görünce şaşırdım.
Sosyal medyanın, güncel dizi ve belgesellerin yargı süreçlerini etkileyebildiğini artık biliyoruz. Ancak bu örnek farklı; çünkü hükmü 30 yılı aşkın süre önce kesinleşmiş bir davanın yeniden gündeme gelişi söz konusu.
Anne ve babalarını av tüfekleriyle vahşice öldüren bu kardeşlerin o yıllarda babalarının cinsel istismarı ve annelerinin buna kayıtsız kalışıyla ilgili ciddi iddiaları vardı. Bu iddialar 1990’ların başındaki ilk davada jürinin kafasını karıştırarak sonuç alınamamasına sebep olmuştu.
Ancak tekrar görülen davada bu iddialar göz önüne alınmadı ve kardeşler şartlı tahliye olmaksızın müebbet hapse mahkûm edildi. Dönemin “Canavarları” bu kez yeni bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Tıpkı Ferhunde gibi.
Menendez’lere Şartlı Tahliye Yolu
Savcılığın yeniden şartlı tahliye yolunu açma talebi daha çok “Canavarlar: Lyle ve Eric Menendez’in Hikâyesi” dizisi ve onunla bağlantılı Netflix belgeseline bağlansa da, bu akım aslında 2020’de TikTok’ta başladı.
1990’ların başında görülen davada henüz doğmamış bir nesil davanın detaylarına odaklanmaya başladı ve olaylar gelişti. ABD’de özellikle “Me Too hareketinden” sonra cinsel istismar vakalarına daha hassas yaklaşılması Menendez Kardeşler’in durumuna yeni bir boyut kazandırdı.
Tahliye çıkıp çıkmayacağını bilemeyiz, ama yeni medyanın yargıyı etkileme sürecinin tersine işlediğini görüyoruz. Genelde bugünün şartlarıyla geçmişin insanlarını yargılar ve linç ederdik; bu kez geçmişte suçlu bulunanlara daha şefkatli yaklaşılıyor. Dünyaca ünlü sosyal medya etkileyicisi Kim Kardashian bile NBC’de tahliye lehine yazı yazıyor.
Hükmü Yeni Medya Algoritmaları mı Verecek?
Burada büyük bir hukuk tartışması var. Yargının bolca dram barındıran kurgu yapımlardan ve sosyal medya etkileyicileri aracılığıyla şekillenen algıdan etkilenmesi her zaman iyi sonuç verir mi?
Guy Debord’un Gösteri Toplumu eserinde dikkat çektiği “olumlama” burada akla geliyor: “Gösteri kendini tartışılmaz ve erişilmez devasa bir olumluluk olarak sunar. ‘Görünen şey iyidir. İyi olan şey görünür’ der, başka bir şey demez.”
Şimdi yeni medya ortamında gösteri üzerindeki hakimiyeti yeniden düşünelim; Netflix’in büyük prodüksiyonlarla aynı anda bu kadar çok eve girmesine kim karar veriyor? TikTok ve Instagram’ın algoritmalarına kimler hâkim?
Menendez Kardeşler davasında dizileri ve belgeselleri izlerken veya binlerce TikTok iletisinden etkilenirken kafamız karışmış olabilir; ama yargı üzerinde böyle bir etkinin oluşması başlı başına önemli.
Adli Sürecin Yeni Aşaması: Netflix Yolu
Olaylar böyle gelişince “Soruşturma, Kovuşturma, İstinaf ve Temyiz, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden oluşan adli sürece Netflix, TikTok, X (Twitter) ve Instagram yolu mu eklendi” sorusu akla geliyor.
Sosyal medyanın bazı davalarda tutuklattığı veya serbest bıraktırdığı vakaları zaten yaşıyoruz. Birçok avukat arkadaşımın “bu dosyada tutuklanmaya yetecek delil yok” dediği davalarda sosyal medya linciyle tutuklamalara tanık oldum.
Türkiye’de geçmişte kalmış hangi davalar yeniden gündeme gelebilir? Tam tersine sosyal medya unutunca davalar da kaderine mi terk edilir? Bunların gündeme gelmesi iyi mi olur kötü mü? Buna Netflix yapımcıları mı, sosyal medya algoritmaları mı, etkileyiciler mi, yoksa toplum vicdanı mı karar verir?
Çok boyutlu bir tartışma var karşımızda.
İnternetin bile henüz son kullanıcıya ulaşmadığı bir çağda suç işleyip tutuklanan Menendez Kardeşler serbest kalmayı başarırsa bu iş orada kalmaz.
O zaman “Senin dava Netflix’e gitti mi, sosyal medya süreci başladı mı” soruları daha çok karşımıza çıkar.
Peki buradan adalet çıkar mı? Daha çok tartışmalıyız. Tartışmadan önce yine Gösteri Toplumu‘na dönelim: “Tersyüz edilmiş hakikatin maddî temellerinden kurtulmak; işte çağımızın kurtuluşunu oluşturan şey budur.”
Bu kurtuluşun Netflix veya TikTok gibi platformlar ve onların dikkate endeksli algoritmalarıyla sağlanacağını düşünmüyorum.