Gölet kenarındaki pazar yürüyüşümüz kızımın “Aaa Griyffindor, aaa Hufflepuff” çığlıklarıyla kesiliyor.
Bu kadar heyecanlanacak ne oldu ki diye durup bakıyorum. Heyecanın sebebinin Harry Potter konseptli bir kafenin camında asılı flamalar olduğu anlaşılıyor. Mıknatısla çekilmiş gibi mekâna giriyoruz.
Kostümler, fotoğraf çektirme köşeleri ve her biri Harry Potter evrenine ait çarpıcı detaylarla süslü kafede güçlükle yer bulup oturuyoruz.
Menüdeki ürünler de haliyle o evrene ait bir konseptle hazırlanmış. Unicorn Kanı, Gevezelik İksiri, Yaşlandırma İksiri gibi tuhaf içecekler var. Neyse ki Harry Potter evrenindeki tabirle biz muggle’lar, yani büyücülük yeteneği olmayan faniler de unutulmamış. Çocuk kostümler ve dekorlar arasında fotoğraf çektirirken bizler de el mecbur kahve içip vakit geçirelim istemişler.
Hogwarts yöresine ait olmasa bile dibek kahvesinden menengiç kahvesine kadar yerel kahveler de mevcut bu yüzden. Tercihimi dibek kahvesinden yana kullanıyorum. Bir de Churchill istiyoruz.
Her şey o kadar kötü ki…
Önce dibek kahvesi geliyor. Tek kelimeyle berbat, iki kelimeyle berbat ötesi. Dibek veya kahveyle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi hiç değilse sıcak su niyetine içilemeyecek kadar soğuk.
Hazır şişede alındığı için sodayı kötü yapamayacaklarını düşünüp Churchill’e güveniyoruz. Menüde yer almasına rağmen mutfak yoğun olduğu için özür dileyerek Churchill’i servis edemeyeceklerini söylüyorlar. Bilmeyen varsa diye anlatayım; soda, limon ve tuzdan oluşan basit bir içecek Churchill. Günün en civcivli saatinde bir işhanı çay ocağında bile hızla hazırlanır.
Kahve gurmesi olmadığım için kahveden de beklentim basit bir çay bahçesi ya da işhanı çay ocağında yapıldığı kadar normal olması. Ne var ki öyle bir imkân yok. Muggle olduğumuz için mi cezalandırılıyoruz diye, kızımın seçtiği Adamotu isimli, Harry Potter konsepti dahilindeki çikolatalı tatlının da tadına bakıyoruz. Çok güzel fotoğraf veriyor ama tadı vasatın epey altında.
Biz yetişkinlerin bir kafeden en düşük düzeydeki beklentileri karşılanmasa da yedi yaşındaki kızımın keyfi yerinde. Yenip içilenin kötülüğüyle hiç ilgilenmiyor. Zaten tüm yiyecek ve içecekler rengarenk ve fotoğrafı çekildiğinde çok güzel görünüyor. Çocuk için geriye tek dert kalıyor. O da çıkarken kafede satılan Harry Potter temalı oyuncak ve ürünlerden satın aldırabilmek.
Huysuz yazarın çaresizliği
Üstüme vazife değil, yeme içme yazarlığına soyunmuş değilim. Sadece sosyal medya çağında bir kafenin temel işlevlerinden sıyrılarak dönüştüğü şey konusundaki şaşkınlığımı anlatmak için böyle detaylı yazdım.
Çünkü burası tıklım tıklım dolu bir yer. Herkese Hogwarts ahalisi tarafından büyü yapılmış gibi. Fotoğraf çektirmek, hızla paylaşmak, kostüm sırasına girmek gibi bir tatlı telaşla dolup taşıyor. Adı kafe olan bir yerde normal bir kahvenin bile yapılamaması benden başka kimsenin umurunda değil sanki. Alan memnun, satan memnun.
Bir ben, kendi kendime, gelen hesaba bakıp “şimdi kahve olduğu iddia edilen bu berbat sıvıya bu parayı mı vereceğim” diye huysuzlanıyor gibiyim. Görülen o ki lisanslı ürünler de hızla gidiyor. Her şey biraz daha otantik olmak ve etkileşim kazanmak için.
Üç beş like uğruna kahve yapmanın bile becerilememesini görmezden geleceğiz belli.
Normal esnaf kalmadı serzenişleri arasında
Biraz daha sokak esnafına indiğinizde bu çılgınlığın başka bir versiyonu karşımızda. Daha önce karşılaşmadıysanız Google’da ya da sosyal medya platformlarında “Normal esnaf kalmadı” sorgusunu bir aratın derim.
Ürün sunarken dans edenler, tuhaf tuhaf hareketler yapanlar, limon sıkanlar, tuz dökenler olmadık şeyleri birbirleriyle karıştırıp yeni bir şey icat ettiklerini sananlar derken “bir gün herkes 15 dakikalığına Nusret olacak” simülasyonunun içine düşmüş gibiyiz.
“Normal esnaf kalmadı” diye şikâyet eden çok ama kazançlı bir iş olmalı ki Eminönü’ndeki yılların agresif çiğköftecisi Ali Abi’yi, hatta Seinfeld’deki Nazi Çorbacı’yı bile aratacak bir tuhaflığın içinde yaşıyoruz.
En normal mekânın dekorasyonu bile sosyal medyada havalı ya da ilginç görünsün diye ayrı bir titizlikle ele alınıyor. Mekanların iç mimarisi instagram noktaları gözeterek yapılıyor. Buna itirazım yok. Ancak yenen içilen şeylerin lezzeti çoğu kez dekorun hakkını veremiyor.
Enflasyonist ortamda fiyatların yarattığı şaşkınlık haber değeri taşımıyor zaten artık. Alışmışla kudurmuş arasında bir yerde salınıyoruz.
Bir yere gitmek mi, gittiğini göstermek mi?
Bu çılgınlığın ayak seslerini bundan altı yıl kadar önce Ukrayna’nın Batı ucundaki turistik şehirlerden Lviv’de dolaşırken hissetmiştim.
Savaştan sonra halleri nicedir bilmem ama neredeyse tüm mekanların bir konsepti vardı. Parolayı söyleyerek girdiğiniz, gerçek bir sığınaktan dönüştürülmüş bar, bütün fiyatların üç sıfır fazla yazıldığı, tuvaletindeki klozetlerin bile taht şeklinde olduğu zenginlik parodisi yapan yer, sado-mazoşist temalı bar derken konseptler birbiriyle yarışıyordu.
Haliyle tüm bu mekanlar sosyal medyaya malzeme üretmek için özel olarak tasarlanmıştı. Ülkemizde bu işin daha çok esnafın şahsında bir ilginçlik olan versiyonlarını görüyoruz. Bir de yemek sunumlarının orijinalliği tabii.
“Bir yere gidip de birkaç sosyal medya paylaşımı çıkaramadıysan oraya gitmiş sayılır mısın?” Soru bu. Sonra da işte “normal esnaf kalmadı” diye isyan ediyoruz.
Restoranlar haksız mı?
Instagram’ın yükselişi yemek kültürünün değişiminde oldukça etkili. 1979’da kurulan, yani internet öncesi çağdan gelen restoran derecelendirme kuruluşu Zagat’a göre kullanıcıların %75’i sadece yalnızca sosyal medya fotoğraflarına göre restoran seçiyor ve % 60’ı da Instagram’da yemek pornosu diye tabir edilen içerik arasında geziniyor.
Hal böyle olunca restoranlar da sosyal medyada paylaşılabilir gıda trendine hizmet ediyor. Sosyal medyanın içine doğan kuşağı geçtim de ilkokulda arkadaşları özenmesin diye beslenme çantasında muz götürmeyen tek kanallı televizyon kuşağı bile harıl harıl yediğini içtiğini paylaşıyor.
Bir yandan da gıda enflasyonu ve olağanüstü bir yoksulluk var biliyorsunuz. Olağanüstü bir görgüsüzlük ve olağanüstü bir yoksulluk. İkisi aynı anda yaşanıyor.
İleride nasıl topluca delirdiğimizin hikayesini yazarken “bütün sektörler aynı hızla anormalleşirken birinciliği esnafa verdiler” diye başlayacağız belli ki.
Esnafın normali azaldı eyvallah, müşterisinin hali nicedir?
İnternet öncesi çağda gittiğimiz yerlerin ve görüştüğümüz kişilerin tek tek belgelenmesinin adı fişlemeydi örneğin. Şimdi bunu gönüllü yaparken bir yandan da diyoruz ki esnaf delirdi. Öyle mi oldu sahiden?