Çocukluğumda Avrupa’da yaşamak üzerine geyik çevrilirken “ama orada karpuz bile dilimle satılıyormuş” demek adettendi. Avrupa’nın anlı şanlı sosyal devletine karşı, karpuzu dilimle değil bütün alma kozumuz masadaydı yani.
Günümüzde Türkiye’de de karpuz dilimli satıldığı için bir argüman yetmezliği belirdi. Bir yandan da mantıklı tabii. Dilimlenmiş karpuzun rengi ortada, kelek çıkma ihtimali yok, yalnız yaşıyorsan ya da az mevcutlu bir aileysen koca karpuz alıp bir kısmını çürütme riski de yok.
Ekşi Sözlük’te bir başlıkta müthiş tasvir edilen ‘yaz biterken gelen ulan az karpuz yedim hissi’nin verdiği burukluktan olacak, o son karpuzu yerken olmadık bir şey üzerine düşünürken buldum kendimi.
Karpuz sergisi olarak Twitter
Twitter başta sosyal medya platformlarını özellikle haber kuruluşlarıyla iş ilişkisinde karpuz sergisine benzetiyorum. Uyanık bir girişimci sergiyi yani platformu kurmuş ama tezgâh boş. Haberciler de o sergiyi dilim dilim kesilmiş karpuzlarıyla doldurmuş.
Bir yere kadar kazan-kazan bir ilişki var. Biri işlek yere platform açıyor, diğeri dilim dilim karpuzu diziyor sergiye.
Haber de dilimlenmiş karpuz gibi uzun ömürlü değil, bir kere yayınlandıysa çoğu kez o gün, hatta bazen birkaç saat içinde tüketilmesi lazım.
Tüketici dilimli karpuzu alıp evine gittiyse sorun yok. Örneğimizde dilimli karpuzu alıp sergiden uzaklaşmak, tweetteki haber sitesi linkini tıklamaya ve duruma göre tıkladığı siteye abone olmaya karşılık geliyor.
Linki tıklamadıysa ve haber ihtiyacını tamamen Twitter’dan giderdiyse orada sorun başlıyor. Bunun karpuz sergisindeki karşılığı da ‘karpuzu sergide yiyip, yetiştiriciye tık yok’ demek.
Serginin yani platformun sahibi karpuzdan para almasa bile, yanına yöresine reklam koyarak yahut mavi tik filan diye abonelik satarak yolunu buluyor.
Karpuzu yetiştirense, masrafları karşılamak için başka çareler aramaya başlıyor. Günümüzde Twitter haberciliğinin durumu aşağı yukarı böyle bir şey. Zaten genel olarak haber, bedeli ödenmesi gereken bir şey olarak görünmüyor artık.
Twitter’ın son uygulaması
Bu uzun giriş ve analoji aklıma Twitter (X)’ın harici web sitelerine olan bağlantılarda otomatik olarak oluşturulan başlıkları kaldırma uygulamasından sonra geldi.
Twitter kullananlar fark etmiştir. Artık harici bir link koyduğunuzda eskisi gibi linkin gideceği sitenin başlığını filan görmüyorsunuz, onun yerine garip bir görsel alanı ve görselin sol altında minik bir bağlantı adresi görünüyor.
Aşılmayacak bir engel değil elbette ama ardındaki niyet önemli.
Bütün şeytani uygulamalarına karşı Elon Musk’ın sevdiğim bir tarafı var. Hiç alt metin, niyet filan okumak zorunda bırakmıyor, eli her zaman açık. Bu uygulama öncesi de açık konuştu: Algoritma, Twitter’da geçen zamanı optimize etmeye çalışıyordu. Bu nedenle harici linklerin daha az dikkat çekmesi gerekiyordu, çünkü onlara tıklandığında Twitter’da daha az zaman geçiriliyordu. En iyisi bu platformda içeriği uzun biçimde yayınlayıp dışarıya link vermemekti. Aynı zamanda bu daha estetik bir uygulama olacaktı.
Musk’ın bu açık sözlülüğü bir tarafa, zaten geçen ağustos ayında The Washington Post, Twitter (X)’ın hoşlanmadığı web sitelerine giden bağlantılara tıklandığında, 5 saniye gecikme eklediğiyle ilgili bir analiz de yayınlamıştı.
Musk çılgın değil tutarlı
Elon Musk hakkındaki “çılgın adam” anlatısının bir şeyleri maskelediğini düşünüyorum. Çünkü Musk, kendi işi konusunda gayet tutarlı. Twitter’ı satın aldığından beri daha kârlı ve daha az maliyetli bir yer haline getirmek için bütün tuşlara tek tek basıyor.
Bu örnekte de: “Harici linkleri tıklama, platformdan ayrılma, daha fazla reklam gör ve böylece daha fazla para kazanalım” diyor kısaca. Hatta ‘daha uzun yazmak istiyorsan parasını ver Blue’ya abone ol, böylece haberini de tweet olarak yaz, çok yanıt gelirse seninle gelirimi de paylaşırım’ diyor.
“İstersen platform üzerinden abonelik modelini aç, gelen parayı kırışırız” gibi seçenekler de var.
Yani artık iş, ‘Twitter’dan haber siteme trafik çekeyim işi’ değil. Zaten bir tweet uzunluğunda haber yazarak -tamamen Musk’ın istediği gibi- ne idüğü belirsiz sözde haber hesapları da platformdaki haber ekosistemini önemli ölçüde domine ediyor şimdiden.
Haberciler Twitter’dan ayrılmalı mı?
Öyleyse özellikle büyük ya da ciddi haber kuruluşları için Twitter’dan demir alma günü geldi diyebilir miyiz?
ABD’li ünlü istatistikçi ve siyasi analist Nate Silver, bu durumu bloğunda New York Times örneği üzerinden tartışmış. New York Times’ın (NYT) Twitter’dan aldığı trafiğin, genel trafiği içinde çok küçük olduğunu belirten Silver, eğer ayrılma kararı alırlarsa, diğer yayıncıların ayrılması hareketini de başlatabilirler tahmininde bulunuyor.
Çeşitli veriler ışığında da “NYT’nin Twitter’da olmaması, NYT’nin değil Twitter’ın zararına olur” sonucuna varıyor. New York Times’ın daha önce muhabirlerinden Twitter’ı bırakmalarını talep ettiğini ve kurum olarak da bu ihtimalin uzak olmadığını hatırlatıyor.
NYT gibi dijital abonelikleri arşa çıkmış büyük bir oyuncu için bu bir düşünce olabilir. Ancak küçükleri düşününce, “ben de buradayım” demenin en kestirme yolu Twitter (X) olduğundan iş kritikleşiyor.
Twitter (X)’ın Türkiye gibi muhalefetin buluşma yeri haline geldiği ülkelerde durum daha da ciddiyet kazanıyor. Burada yol ikiye ayrılıyor, ya gerçekten habercilik yapmak isteyen haber kuruluşları platformlara karşı ortak hareket etmenin bir yolunu bulacak ya da Twitter’ın haberciliği daha fazla sömürmesine hep birlikte sessiz kalacaklar.
Twitter başta, sosyal medya platformlarını artık sadece bir platform olarak görmek mümkün değil. Onlar artık birer yayıncı. İçeriği algoritmalarla öncelik sırasına dizip, internetin kuruluş mantığına aykırı olarak harici linkleri yok etmeye çalışıyorlar.
“Gerekirse benim alt yayıncım ol ama benim platformumun haricinde iş yapma, o durumda biz rakibiz” mesajını daha ne kadar güçlü verebilirler bilmiyorum.
Son okur ya da izleyicinin bunu fark etmesini beklemek şu aşamada lüks olur. Haberciliği bu platformların içinde ya da dışında, yeni medya ortamında yaşatmanın yolunu habercilerin kendilerinin bulması gerekiyor.
Diyebilirsiniz ki, ‘Youtube gibi gelir paylaşımı yapan modeller de var ve geleneksel medyanın bazı isimleri orada kendini buldu.’ O başka bir yazının konusu ama onun da büyük riskleri olduğunu şimdilik not düşeyim.
Gazeteciliğin nasıl medya dışı sermayeden ağzı yeterince yandıysa, platform bağımlılığından da ağzı yanabilir. Bu nedenle daha ‘platform bağımsız modeller’ üzerine hep birlikte düşünmek gerekiyor.
Hani nasıl söylenir, en iyisi başladığımız yere dönelim; “yaz biterken gelen ulan az karpuz yedim hissi” misali bir his var içimde.