Ferhan Şensoy giderayak bıraktığı en güzel hediyelerden biri olan Soru-Cevap isimli podcast serisinin bir bölümünde anlatır: “Elveda SSK’da Şükrü diye pis bir karakter var. Kediye tecavüz etmeyi düşünüyor. Tiyatroya mektup yağıyor. “Ayıp değil mi Ferhan Bey, size hiç yakıştıramadım?” Şükrü ile Ferhan’ı aynı yere koyuyor. Şükrü denyosunun bir roman karakteri olduğunu algılayamıyor. Yazar gördüğünü yazar, bu toplumun böyle bir kaçınma sistemi var. Lan horoza tecavüz ediliyor bu memlekette, Ferhangi Şeyler’de anlatıyorum. Cinsel evrimini tamamlayamamış bir toplumuz. En basit ihtiyaçlara bile ayıp, günah diyoruz. Olan damacanaya oluyor.”
Bu alıntıda bahsedilen Elveda SSK isimli romanın 2005 yılında çıktığını hatırlarsak Ferhan Şensoy’un “her şeye duyar kasanların” radarına sosyal medyanın bile öncesinde girdiğini söyleyebiliriz.
Üstadımızın anlattığı türden hedefini şaşırmış duyar kasmalar günümüzün yeni medya ortamında ise bambaşka bir boyut kazandı. Öyle ki sosyal medya çağına yetişemeyen yazar ve komedyenleri bile arşivlerden yakalayıp yaşadığı dönemin şartlarını hiçe sayarak iptal etmek bir kültürel aktivite haline geldi.
Bugünün değerlerine göre makul sayılan bir espri yapıp sosyal medyaya bırakmış olabilirsiniz ama 10 yıl sonra o esprinin sizi bulup linç ettirmeyeceğinden asla emin olamazsınız. Böyle bir ortamda yaşıyoruz artık.
Armageddon’un tek derdi komik olmak değil
Bu ortama en açık savaş açanlardan biri de İngiliz komedyen Ricky Gervais şüphesiz. Ricky Gervais’in son stand-up gösterisi Armageddon (Kıyamet) 2023’ün son günlerinde bir yılbaşı haftası sürprizi olarak Netflix’te gösterime girdi. Beklediğim kadar sert ve netti.
Türkçede daha çok ‘ota boka duyar kasmak’ diye bildiğimiz, ABD başta İngilizce konuşulan dünyada wokeçuluk diye anılan kavramı hedef tahtasına oturtan zıpkın gibi bir gösteri.
Böyle şeyleri “izledim, hiç komik değildi” gibi aceleci şekilde değerlendirenleri çok dikkate almam. Armageddon ile ilgili de hem İngilizce konuşan dünyada, hem de Türkiye’de böyle yorumlar okudum.
Gösteriyi o yorumları dikkate almadan izledim ve ilkin bu gösterinin zaten öyle soluksuz kahkaha attırmayı dert etmediğini düşündüm. Çünkü bana kalırsa Gervais klasik bir stand-up yapmaktan ziyade, artık neden rahat rahat mizah yapılamadığına dair yer yer sert, yer yer komik bir bildiri sunmak istemiş. Bunu da gayet iyi yapmış.
Evet, biraz tekrara düşmüş, eski şovlarına nazaran az buçuk zayıf kalmış ama yine de zor bir işi iyi kotarmış diye düşünüyorum.
Kelimelerin değişimi
Ricky Gervais bu gösteride öncelikle kelimelerin zaman içinde anlam değiştirmesine vurgu yapıyor. Eskiden birine faşist demenin ağırlığıyla bugün faşist demenin kolaylığını kıyaslıyor örneğin.
Eskiden duyarlı demekle şu an duyarlı demenin farkının altını şöyle çiziyor sonra: “Duyarlı kelimesi hala eski anlamına geliyorsa, kendi ayrıcalığının farkında olup eşitliği artırmaya, baskıyı en aza indirmeye çalışmak ve ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobiklik karşıtı olmaksa… Kesinlikle duyarlıyım. Ama “duyarlı olmak” artık insanları fikirleri yüzünden ya da gerçekleri söyledi diye kovduran, bağnaz, otoriter bir zorba olmaksa hayır, duyarlı değilim. S.kerler.”
Politik doğruculuk baskısı içinde, en yuvarlak ve risksiz laflara sıkıştığımız ortamda bana ilaç gibi geldi doğrusu. Yine de nerede yaşadığımı biliyorum ve asla o kadar cesur olamayacağımın farkındalığına sahibim. Bu kadarını bizim komedyenlerimizden de beklemiyorum o nedenle.
Hatta “Her şeyin de şakası yapılmaz kardeşim, kutsalımız var”cılar karşısında zor durumda kalan komedyenlere, yaptığı espriden çok hoşlanmasam bile, destek vermek isterim. Böyle durumları bazen suskunla geçiştirmek içime dert olmuştur. Çünkü ortada gerçekten mizah çabası varsa sınırlarının nereden daraltıldığı daraltılıyor olmasından daha önemli değildir.
Duyarın ekonomisi
Olayın Ricky Gervais’in girmeyi tercih etmediği ya da belki kendi mizahıyla bağdaştıramadığı bir yönü daha var. Bazı popülist söylemleri nedeniyle biraz mesafeli yaklaşmayı tercih ettiğim, eskinin CEO’su, bugünün Cumhuriyetçi Parti (ABD) politikacısı Vivek Ramaswamy’nin woke kültürüne dair yazdığı Woke A.Ş. kitabı (Türkçede Fihrist Yayınları, Aralık 2022) kavramın arkasındaki endüstriyi açık etmeye odaklanıyor.
Bir biyoteknoloji şirketi kurucusu ve eski bir CEO olarak da içeriden bir bakış atmış haliyle. New York Times yazarı Ross Douthat’in Woke Kapitalizmi tabirine benzer şekilde bu olguya Wokenomics diyor Ramaswamy.
Bu kitap için WallStreetBets forumundaki bir Reddit kullanıcısından yaptığı alıntı ise olayı ilginç bir perspektifle özetliyor: “halka arz ettikleri şirketin yönetim kurulunda Latin ya da siyahi birinin olmasına son derece özen gösteriyorlar; ancak bir petrol zengininin mücevher koleksiyonuna yahut özel jetine gidecek bir rüşvet fonu tasarlayarak Malezya halkından dolar aşırmakta hiçbir sorun görmüyorlar.”
Birlikte öfkelenmek daha kolay
Bana kalırsa mizahın en güzel hali insanın kendisinin de içinde olduğu durumlarla dalga geçebilme hali. Zorluklara karşı birlikte gülmeyi başarabildiğimiz ölçüde sağlıklı toplum haline geliyoruz. Yani bu bizim bir nevi zorluklarla mücadele etme biçimimiz. İşte pes ettiğimiz yerde de bu mizah karşıtlığı başlıyor. “Onun mizahı olmaz, bunun esprisi yapılmaz” diye diye alan daraltıyoruz.
Genç yaşta trafik kazasında kaybettiğimiz Grup Vitamin kurucularından Gökhan Semiz’in mezar taşına da yazılan “Birlikte gülemeyen insanlar birlikte gelecek kuramazlar” sözü de işte tam buraya düşüyor.
Günümüzün yeni medyası bizi birlikte gülecek yerde birlikte öfkelenebileceğimiz yankı odalarına sokmayı daha kazançlı buluyor. Çünkü tıpkı Wokeconomics gibi öfkenin de bir etkileşim değeri var. Hakeza duyar kasmanın da öyle.
Hani bazen sosyal medyada Türkiye’ye özgü olaylar görünce “başka yerde yaşamam” diye ironi yapıyoruz ya, ironisi fazla onun. Öfkenin ve duyarın ekonomisine karşı gülümsemenin birleştirici gücünde buluşalım.
Birlikte gülmek yoksa birlikte gelecek de yok.