Küçük bir özetle başlayalım. Sam Altman kimdir? Sam Altman, OpenAI CEO’sudur. OpenAI nedir? İnsanlığa karşı sorumlu yapay zekâ geliştirmek için, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak faaliyete geçip, zaman içinde bu misyonundan uzaklaşmış bir ticari şirkettir.
Son olarak geçen hafta Baş Teknoloji Sorumlusu Mira Murati, Baş Araştırma Sorumlusu Bob McGrew ve Barret Zoph’un istifasıyla da daha önce başlayan ticarileşme süreci tamamlanmış oldu.
Kuşkusuz geçen mayıs ayında Baş Bilim İnsanı Ilya Sutskever ve onun hemen ardından gelen Jan Leike’nin istifası kadar önemli değil bu istifalar.
Bununla birlikte, artık geçmiş ideallere dair hiçbir şey kalmadığı da kesinleşiyor gibi. Şimdi gelsin yatırım turları, bol sıfırlı kâr hedefleri.
Altman’ın Zekâ Çağı müjdesi
İşte tüm bunlar olurken Sam Altman kendi blogunda “Zekâ Çağı” başlıklı bir yazı yayınladı.
Oldukça ‘tekno iyimser’ bir perspektiften yazılmış bu yazı yaşadığımız ya da yaşayacağımız çağı “Zekâ Çağı” diye tanımlıyor. Yani nasıl olduysa, o zekânın başındaki ‘yapay’ vurgusu uçuvermiş. Hemen arkasından iklimi düzeltmek, uzay kolonisi kurmak ve tüm fiziğin keşfi gibi şaşırtıcı zaferlere yürüyeceğimiz müjdeleniyor.
Burada ilk sorulması gereken soru şu: Neden yapay zekâ değil de zekâ çağı tanımı tercih edildi? Bu basit bir tercih değil çünkü. İngilizce ifade edersek, AI’dan (Artificial Intelligence) IA’ye (Intelligence Age) geçiliyor.
Bu aslında OpenAI’nin kâr amacı gütmeyen bir kuruluştan bir ticari şirkete dönüşmesinden bağımsız bir hamle olarak düşünülemez.
“Yapay” kelimesinden kurtulmak istiyorlar ki bu teknolojiyi geliştirenlerin sorumluluğu da sınırlı kalsın. Teknolojinin gelişim çizgisini daha doğal bir gerçeklik gibi sunma çabası bence bu. Yani hiç masum bir sadeleştirme değil.
Sorumlu bir yapay zekâ gelişimi için oradaki “yapay” vurgusuna şiddetle ihtiyacımız var. Bu yüzden de şiddetle itiraz etmeliyiz.
Bugünkü interneti hangi yasa maddesine borçluyuz?
Bunu üretken yapay zekâ çağının çok öncesine uzanan bir örnekle açıklamak istiyorum.
İnternetin bugün kullandığımız halini, yani sosyal medyayı aslında ABD’de 1996 yılında çıkmış İletişim Uygunluğu Yasası’nın 230. Maddesine borçluyuz.
Bu madde özetle, platformların ve servis sağlayıcıların kullanıcıların ürettiği içerikten sorumlu tutulamayacağını söylüyor. Bu madde olmasa hiçbir sosyal medya platformu kurulamazdı. Çünkü yayıncılar gibi her yazılandan sorumlu olur ve o kadar davayla başa çıkamazlardı. İşte ‘Madde 230’ sayesinde yayıncı olarak değerlendirilmekten kurtuldular.
Ancak bu durum internetin emekleme döneminde oldu. Bir forumda bir kullanıcının yazdığı yorum yüzünden internet sitesini dava etmek gerçekten anlamsızdı ama bütün akışın bir algoritma tarafından önceliklendirildiği sosyal medya çağında bu yasa tamamen yanlış bir yerde duruyor (Daha önce defalarca işlemiştim. Örnek olarak bkz. Bu yasa kimi koruyacak ve Ekşi Sözlük internettir başlıklı yazılar).
Bir yayıncı gibi içerikleri öne çıkaran ve reklam alan platformlarla geleneksel yayıncılar arasında devasa bir haksız rekabet ortamı oluşuyor böylece.
Bu sorumluluk istisnası ne sağlıyor?
Aslında burada da başrolde yapay zekâ var. Çünkü ilgi alanlarına göre herkese kendine özel akış sunan algoritma da bir yapay zekâ. Verilere göre ayrı ayrı her bir kullanıcının en çok neyle ilgilendiğine dair bir öngörü geliştiriyor ve akışı da ona göre diziyor.
Bu nedenle günümüzde sosyal medyada takip ettiğimiz arkadaşlarımızı görmek bile bir mesele haline geldi. Dahası -platformlar içeriğin yayılmasından sorumlu olmadığı için- bot dediğimiz, gerçek bireyleri temsil etmeyen troll orduları da kolayca yaratılabiliyor.
Düşünün, kullanıcıların yazdığı ve algoritma tarafından öne çıkarılan içerikten platform sorumlu olsaydı eğer, trollere, botlara bu kadar alan açılabilir miydi?
Bir de bu sorumluluk istisnası insanların ifade özgürlüğüne bağlanarak savunuluyor. Oysa insanların ifade özgürlüğü platformun bazı iletileri öne çıkararak yayması, bazılarını da kimseye göstermemesi demek değil.
Dahası ifade özgürlüğü insanlara ait bir hak, robotların hakkı değil. Bireyler ifade özgürlüğüne sahip olmalıdır evet. Ancak belli bireylerin, algı operatörlerinin yönlendirdiği yüzbinlerce, milyonlarca botun ifade özgürlüğü diye bir şey olamaz.
İşte bu algoritmanın bir yapay zekâ olduğunu unutursak o süreç de doğallaşır.
Bir iletiyi yaymamakla sansürlemek aynı şey değil
Yuval Noah Harari de “Neksus: Taş Devri’nden Yapay Zekaya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi” adlı kitabının çıkmasının ardından Vox’ta katıldığı bir podcast bölümünde tam da bu noktaya dikkat çekmiş:
“Facebook algoritması nefret dolu bir komplo teorisi yayıyorsa, Facebook bundan sorumlu olmalıdır. Facebook, “Ama komplo teorisini biz yaratmadık. Bunu bir kullanıcı yarattı ve biz onları sansürlemek istemiyoruz,” derse, biz onlara, “Sizden onları sansürlemenizi istemiyoruz. Sadece yaymamanızı istiyoruz,” deriz. Ve bu yeni bir şey değil. New York Times’ın editörünün, ön sayfanın en üstüne ne koyacağına karar verirken, güvenilmez bilgi yaymadıklarından emin olmasını bekliyoruz. Birisi onlara bir komplo teorisiyle gelirse, o kişiye, “Ah, sansürlendin. Bunları söylemene izin verilmiyor,” demezler. “Tamam, ama bunu destekleyecek yeterli kanıt yok,” derler. Dolayısıyla, tüm saygımla, bunu söylemeye devam etmekte özgürsünüz, ancak bunu New York Times’ın ön sayfasına koymayacağız.” Aynı şey Facebook ve Twitter için de geçerli olmalı.”
Neden Yapay Zekâ Çağı demeliyiz?
İşte Harari’nin de ifade ettiği gibi mesele tam da bu. İnsanlar platformlara bir şeyler yazıyor olabilir.
Normal şartlarda sadece kendi çevrelerinin göreceği şeyleri milyonlarca insana yayan şey bir algoritma. O algoritma da bir yapay zekâ. ‘Yapay’ olduğunu bildiğimiz sürece onunla mücadele edebiliriz. Bu ayrımın yok olmasına tam da bu gibi nedenlerle asla izin vermemeliyiz.
Bu yazıyı sosyal medyadan tıklayıp okuduysanız eğer, bu da bir algoritma sayesinde. Hiç görmeyebilirdiniz de. Niye gördüğünüzü ya da görmediğinizi bilmeniz için bundan birilerinin sorumlu olması gerek. Bu sorumluluk da öyle yasa istisnalarıyla filan geçiştirilmemeli.
Dünyanın her yerindeki benzer yasalara ilham olmuş ‘Madde 230’ bu nedenle çağdışı bir madde. Yapay zekâ geliştiricilerinin de bu gibi istisnalara sahip olmaması gerek.
Bunun için farkındalık oluşması gerekiyor. Bu farkındalık yapay zekânın muazzam potansiyeline karşı çıkmak veya kaba anlamıyla teknoloji karşıtlığı değil kesinlikle.
Yapay zekâyı olağanüstü faydaları ve riskleriyle birlikte ele almaktan ve onu ticari kuruluşların kârlılık hırsına kurban etmemekten söz ediyorum.
Yani bu çağın illa bir adı olacaksa, o isim ‘Yapay Zekâ Çağı’ olmalı ve onu geliştirenlerin sorumluluğu asla unutulmamalı.