Donald Trump’a suikast girişimi sonrası sosyal medya bir laboratuvar gibiydi. Hakikat sonrası, komplo teorileri veya genel olarak bilgi ekosistemi alanında çalışanlar deliye dönmüştür diye düşünüyorum.
Sadece o günkü sosyal medya davranışları üzerine dünyanın her yerinde yüzlerce tez yazılabilir çünkü. Öyle ki seç beğen al; açık büfe herkese göre bir gerçek, her keseye uygun teori vardı ortada.
Teorilerden teori beğen
Biden taraftarıysanız bu olayı Trump’ın kendi kendine kurguladığına dair her detaya ulaşabilirdiniz. Cumhuriyetçiyseniz Demokratlar güdümündeki derin Amerika’nın Trump’ın yeni başkanlığını engellemek için suikast tezgahladığına dair nice teoriyle yüzleşebilirdiniz.
Bu başarısız girişimi yenileceğini anlayan Biden’ın yaptırdığından kuşku duymayanlar vardı. Kimilerine göre bu Çin’in veya Antifa’nın bir eylemiydi. Kimileri Gizli Servis kendisi tezgahladı ya da tedbirleri gevşeterek göz yumdu diyordu. Öyle ki eski adıyla Twitter yeni adıyla X’in sahibi Elon Musk bile Gizli Servis’in buna kasıtlı olarak izin verdiğine ilişkin iddiaları pervasızca paylaşabiliyordu. “Gizli Servis’i bilinçli olarak kadın ajanla doldurdular” ondan oldu diyen bile vardı.
Tüm bu iddialara ve daha fazlasına ilişkin onca yanlış bilgi, sahte görüntü ve teori havada uçuşuyordu. Bunların içinden kendi dünya görüşünüze uygun birini alıp ona inanmanız çok olasıydı. Üstelik bu sadece sosyal medyaya yansıyan bir şey de değildi. Geleneksel medya kanalları da bu teorilerin temsilcileriyle dolup taşıyordu.
Artık herkes biraz Trump
Açıkçası Donald Trump’ın temsil ettiği her şey, her değer bu suikast girişimiyle birlikte sahnedeydi. İşte şimdi herkes biraz Trump olmuştu. Seçim sonucu ne olursa olsun, Trumpçılık kazanmıştı.
Doğrusu ABD medyası ve sosyal medya ortamını incelerken aklımdan geçen asıl şey buydu. Daha ötesinde nicedir üzerine yazıp çizdiğim “yanlış bilgi” sorununa ilişkin de yeni bir perspektif ortadaydı.
Belki de asıl sorun “yanlış bilgi” değil, insanın kendisi yani doğasıydı. Hatırlayanlar olacaktır, 12 Mayıs tarihinde bu köşede yazdığım bir yazıda nihayetinde hakikatin de bir güç oyunu olduğunu, “paylaşılan gerçekliğin” tarihinin çok da eskiye dayanmadığını tartışmıştım. Donald Trump’a suikast girişimi sonrası insanlık tarihinin paylaşılan gerçeklikten önceki dönemine geri döndük belki de. Aslımıza mı rücû ettik, ne dersiniz?
“Yanlış bilgi” değil “yeni bilgi” sorunumuz var
Sizin ne diyeceğinizi bilemem ama bilişsel bilim insanı Hugo Mercier bugüne kadar benim bu konularda savunduğum çoğu şeye karşı çıkıyor. Mercier’e göre “yanlış bilgi” ya da sahte haber düşündüğümüz kadar etkili bir silah değil.
Sosyal medyanın yükselişi nedeniyle yanlış bilginin daha tehlikeli hale geldiğine de inanmıyor Mercier. Bir zamanlar sosyal medya üzerine çok konuştuğumuz “yankı odaları” sorununun da internetten çok öncesine dayandığını söylüyor.
Ona göre asıl sorun, insanların sosyal medyada yanlış bilgiye maruz kalarak fikirlerini çok hızlı ve kolay bir şekilde değiştirmesi değil, tam tersine değiştirmemesi. Her konuda kalıplaşmış yargılarımız var ve yeni bilgiler onları değiştirmekte güçlük çekiyor. Bunu şöyle açıklıyor: “Beynimizin evrimleşme şekliyle bugün kendimizi içinde bulduğumuz ortam arasındaki uyumsuzluğun ana nedeni tam da yeterince yeni bilgiyi kabul etmememizdir.”
Yani Mercier’e göre asıl sorun, daha önceki inanışımıza ilişkin yanlış bilgiyi görünce ona kolayca kapılıp gitmemiz (Burada tabii kalıplaşmış yargılarımızın nasıl oluştuğu asıl mesele). Ancak bu kutuplaşma ortamında sorun “yanlış bilgi”nin kendisinden çok ona maruz kalanların kendilerini ikna edip dirençlerini kırabilecek kadar güvenecekleri yeni bilgi kaynaklarıyla karşılaşmaması olabilir.
Öyle ki, “yanlış bilgi” diye tariflediğimiz şeye inanmaya zaten hazır bir kitle var. Bunlar sadece kendi görüşlerinin en fanatik temsilcileriyle karşılaştıkları için de görüşleri pekişiyor. Yani “yanlış bilgi” aslında onlara yeni bir şey söylemiyor, zaten düşündüklerini güçlendiriyor. Altını tekrar çizmek gerekirse, burada asıl sorun “yanlış bilgi” değil “yeni bilgi”ye direnç olarak karşımıza çıkıyor.
Ismarlama gerçeklik olgusu
Stanford İnternet Gözlemevi Teknik Araştırma Müdürü Renée DiResta bu olguyu “ısmarlama gerçeklik” terimiyle açıklamış. Zira biz bu çarpıtılmış gerçeklikleri çoğu kez geçmiş inanışlarımıza uygun olarak ısmarlıyoruz.
New York Times yazarı David French, DiResta’dan aldığı bu şık pası şöyle tamamlamış: “Yanlış bilgileniyoruz çünkü aldığımız yanlış bilgilerden hoşlanıyoruz ve daha fazlasını öğrenmek için sabırsızlanıyoruz. Piyasa bize istediğimiz tüm yanlış bilgileri sağlamaktan çok ama çok mutlu. Algoritmalar tercihlerimizi tanır ve tıkladığımız ilk hikayenin temalarını yansıtan veya güçlendiren bir sonraki videoyu veya makaleyi sunar. Medya kuruluşları ve politikacılar çevrimiçi eğilimleri fark ediyor ve bazen kasıtlı olarak, bazen de yanlışlıkla yanlış anlatıları güçlendiren ve alternatif gerçeklikler inşa eden kendi içeriklerini sunuyorlar.”
Asıl tehlike Trump’ın kendisi değil
İşte Donald Trump’a suikast girişimi sonrası oluşan ortam hızlandırılmış bir şekilde tüm bu teoriler hakkında tekrar düşünmemizi ve gözlem yapmamızı sağladı. Nihayetinde Trump insanların bu zaafları üzerinden sosyal medyanın amplifikatör etkisiyle belirmiş bir figür. O tıpkı Lermontov’un Peçorin’i gibi “zamanımızın bir kahramanı.”
Onun yarattığı ve kışkırttığı ortamsa, herkesin zaten doğasında, evrimsel sürecinde olan yeni bilgiye karşı direnç olgusunu güçlendiriyor olabilir. Üzerimize her taraftan alternatif gerçeklik yağan ortamda çaresizce en kalıplaşmış yargılarımıza sığınıyoruz belki de. Bu da bizi Trump’a bir adım daha yaklaştırıyor.
Bence asıl tehlike, Trump’ın kendisinden ziyade bizi dönüşmeye zorladığı şey. Yani tüm çıplaklığıyla doğamız.