Kadın Voleybol Milli Takımını’nın sponsoru Vestel’in ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ reklam dizisinin yeni filmlerini izlemediyseniz bir bakın derim. Her biri yaklaşık 10 saniyelik. Takside, şoförün radyodan futbol maçı dinlediğini sanıyoruz, binen yolcu skoru sorunca voleybol olduğunu anlıyoruz. Mahallenin delikanlı abisi pas istiyor, gelen topa manşet çıkarınca çocukların voleybol oynadığını görüyoruz. Halı saha ve sokak reklamları da benzer sürprizlerle bitiyor. Hepsinin sonunda aynı sloganı duyuyoruz: Biz Voleybol Ülkesiyiz.
Altı hiç de boş bir slogan değil bu. Hem Kadın Milli Takımı hem kulüpler son on yıldır dünya çapında başarı kazanıyor. Paoala Egonu, Tijana Boskovic, Isabella Haak gibi uluslararası başarılı sporcular Türkiye’de; dünyanın en değerli liglerinden biri burası.
Markalar yıldız oyuncularla yan yana durma konusunda hiç olmadığı kadar istekli. Red Bull Hande Baladın’a, Nike Zehra Güneş’e, Ebrar Karakurt’a sponsor oldu. Elidor reklamlarında Ebrar’ı, yalnızca voleybolcu olduğu için değil, kimliğinin sınırını kendi çizme gücüne sahip bir kadın olduğu için de ne büyük keyifle izledik. Hep bunlar voleybolun gücü.
Önce bayıldık, sonra sorduk
Gelgelelim Vestel’in, izleyeni ters köşeyi yatıran sürpriz sonlu reklamları 10 Haber ekibini ikiye böldü. Aslında hepimiz takside voleybol maçı dinlenmesi, erkeklerin halı sahada voleybolla ter atması fikrine bayıldık. Ama sonra bazılarımız sordu: Voleybolu da mı futbol ve erkekler üzerinden anlatmak zorundayız? Bütün bu futbol göndermeleri bile, voleybol değil futbol ülkesi olduğumuzu göstermiyor mu? Neden bu reklamlarda hep erkekler var, bizi ‘voleybol ülkesi’ yapan kadınlar değil mi!
Maltepe Üniversitesi’nden Doçent Dr. Melike Türkan Bağlı, Voleybol Aktüel dergisinde tam da bu konudan bahsediyor: “Reklam filmlerinin en sonundaki ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ nakaratı, voleybolun hayatımıza ne kadar girmiş olduğunu ve ne kadar sevildiğini anlatmak üzere söylenmiş olsa da bu ilgi ve sevgi tezahürü futbol dili açısından kuruluyor. İlginin derecesini vurgulamak için kullanılan kalıplar, futbola ait toplumsal konvansiyonu ve alışkanlığı gösteriyor. Gerçekten voleybol ülkesi olup olmadığımız tartışmasının ötesinde, reklamlar alt metin bakımından net bir şekilde futbol ülkesi olduğumuza dair bir kabulün üzerinde yükseliyor, futbolu ölçüt olarak alıyor ve voleybol sevgisini futbol dolayımıyla anlatıyor.”
Yazar, bu eleştiriden sonra bir de tehlikeye dikkat çekip soruyor: “Maalesef futbol vesilesiyle şahit olduğumuz fanatizm, bölünme ve şiddet gibi olumsuzlukların, futbol dili aracılığıyla gizli bir şekilde voleybol kültürüne sıçrama tehlikesini ortadan kaldırmak için acaba ne yapabiliriz?”
Bütün kaygılara rağmen…
Doğrusu yazarın söyledikleri doğru, endişeleri haklı. Küfrün ‘ruhun hava kapakçıkları’ olduğuna inanan ben bile artık cinsiyetçi olanlarına tahammül edemiyorum. Yalnızca itici değil çok da demode buluyorum. Yazarın yeni bir voleybol dili yaratma önerisi de gayet yerinde. Futbola voleybol elbisesi giydirmek yerine voleybolun kendisini ortaya çıkarmak zor ama tabii ki daha anlamlı.
Ama bir şey var ki bütün bu çekincelerin, kaygıların, itirazların üstüne çıkıyor. O da, yaşam alanımızı genişletmek için sevmediğimiz şeylerle itişip kakışmayı göze almamız gerektiği. Nasıl ki ‘sokak tehlikeli diye eve kapanmak’ hayatımızı küçültüyorsa, futbol kirletmesin diye voleybolun steril ama sınırlı dünyasıyla yetinmek de voleybolu küçültüyor. Yalnızca voleybol değil her şey için böyle bu. O yüzden ille de bir tarafı seçmek gerekirse bu reklamın mesajı bana doğru geldi.