1. Geçmişi bırak geleceğe bak: İleribildirim
The Wall Street Journal’da 12 Eylül’de yayımlanan bir yazı “Geribildirim geride kaldı” diyor: “Yeni kelime ileribildirim.” İş hayatı üzerine yazanlar bir süredir bu kavramı didikliyor, ikisinin arasındaki farkı anlatıyor.
Geribildirimin terk edilmesinin önemli bir sebebi yarattığı olumsuz çağrışım. Teoride hiyerarşiye takılmadan her kademenin birbirine geribildirim verebileceği söylense de pratikte yönetim kademesindekiler çalışanlara geribildirimde bulunur. Yine teoride geribildirim olumlu da olabilecekken çoğunlukla olumsuzluklara işaret eder.
İleribildirim ise adı üstünde geçmişte yapılmış bir işle değil, o işin ileride nasıl daha iyi yapılabileceği ile ilgileniyor. Bu haliyle gelişimi teşvik ediyor. İK yöneticilerine göre özellikle Z ve Y kuşakları daha çok olumlu şey duymak istediklerinden geribildirim kısmının kısa tutulup gelecek odaklı yüreklendirmeler daha çok işe yarıyor.
Geribildirim benim her zaman önemsediğim bir konu. İster olumlu ister olumsuz olsun, ister aşağıdan ister yukarıdan gelsin, yapılan işin “görüldüğünü,” üzerine yorum yapılacak kadar önemsendiğini gösterir.
Son zamanlarda geribildirim yani yapılan işin değerlendirilmesi ihtiyacının özgüven eksikliğiyle bir ilgisi olabilir mi diye düşündüğüm oldu. Ama profesyonel hizmet sektöründe çalışan ve geribildirim konusunda benden bile inançlı olan bir arkadaşımla konuşunca ben de tazelendim.
Ona göre iş dünyasında insanların gerekli yetkinliğe erişmesi en fazla birkaç sene sürüyor. Sonrasında gelişmesini sağlayan aldığı geribildirimler oluyor: “Tabii ki kalitesi çok önemli. Ama geribildirimi ciddiye alıp kurum kültürünün bir parçası yapan şirketlerde zaten kaliteli feedback veriliyor. Alan da veren de konuyu kişiselleştirmiyor.”
Geribildirim ve ileribildirim birbirinin tersi gibi görünse de ona göre aynı şey. “Sadece birinde geçmişe, diğerinde geleceğe vurgu daha fazla. Bu da zamanın ruhuyla ve pozitif olanda enerji bulan genç kuşakların beklentileriyle uyumlu.”
Z kuşağı “memur gibi” çalışmak istiyor: İş-yaşam sınırları
İşin sadece işte yapılabildiği, ofisten çıkınca şalteri kapatabildiğimiz günlerde iş-yaşam dengesini kurmak için ofisten çıkmak yeterliydi. İş yaşam sınırı herkesi her an ulaşılabilir kılan mobil teknolojilerle bulanıklaşmaya başladı. Okunması gereken raporlar, cevaplanması gereken emailler, çözülmesi gereken krizler cebimize geliyor diye şikayet ediyorduk. Meğer onlar iyi günlermiş. Pandemide işle birlikte okul hayatı da eve taşındı. 24 saat evde geçmeye başlayınca zaman kavramı da flulaştı.
Bu bizi nereye getirdi? Y ve Z kuşağı kendi söylesin:
“Gerekirse daha az kazanayım, kendime ve hayata zaman ayırabileyim.”
“Mesleğime eskisi gibi duygusal yaklaşmıyorum.”
“Sadece geçimimi sağlamak için çalışıyorum.”
En çarpıcısı: “Memur gibi 9-5 çalışmak istiyorum.”
Peki bunlar yüzde 60’ı “En büyük hayalim kendi işime sahip olmak” diyen Z kuşağının beklentilerine ters sayılmaz mı? Pek sayılmaz, çünkü bu kuşağın kendi işini kurma hayali temel değerinden ve özgürlük üzerinden şekilleniyor. Bunu yapamayacaksa da “memur gibi çalışmayı” yani işten çıkınca işi unutmayı istiyor.
Geleceğin sosyal trendlerinin tartışıldığı Culture Next’te paylaşılan bir Ipsos verisine göre Türkiye’de çalışanların yüzde 79’u iş ve özel hayatı arasında net sınırlar çizmek istediğini söylüyor. Bir anlamda “Denge zaten şaştı, en azından bir sınır çizelim” diyor.
3. Her şeyi birden yapmaya çalışırken aklımız “maymun” oldu
Bir dönem herkesin CV’sini süsleyen birden fazla işi aynı anda yapmak anlamına gelen multitasking (çoklu görev) becerisinin verimli olmadığı bir süredir biliniyordu. Şimdi bunun işe yaramadığı gibi ruh sağlığına ne kadar zarar verdiği de anlaşılıyor.
Bugün multitasking’i değil ‘taskswitching’i konuşuyoruz.
Bilgisayarlar aynı anda birden fazla işi yapabilir. Ancak söz konusu insan olunca zihinsel efor gerçek anlamda ancak bir işe kanalize olur. Aynı anda bir sürü işi yürütüyormuş gibi görünsek de gerçekte birinden öbürüne atlar dururuz. Tıpkı ağaçta bir daldan diğerine atlayan maymunlar gibi!
İlk olarak Budizm’le çıkan ‘Maymun aklı’ kişinin düşüncelerinde huzursuzluğu ve kontrol eksikliğini tanımlıyor. Zihnin kontrolünün kaybolması dikkat eksikliğinden anksiyeteye bir dizi mental sorunu beraberinde getiriyor.
Culture Next’in bölümlerinden biri de dünyanın içinde bulunduğu çoklu kriz ortamında korumak zorunda olduğumuz ruh sağlığıydı. Rakamlar çok çarpıcı. Türkiye’de insanların yüzde 83’ü “Mental sağlığım için daha fazlasını yapmalıyım” diyor. Bu oran dünyada yüzde 80, Avrupa’da yüzde 71.
Türkiye ve dünyanın sağlık gündeminde dört ana başlık var.
Kanser: Türkiye: yüzde 44-Dünya: yüzde 40
Stres: Türkiye: yüzde 40-Dünya: yüzde 30
Zihinsel sağlık: Türkiye: yüzde 32-Dünya: yüzde 44
Obezite: Türkiye: yüzde 20-Dünya: yüzde 25
Stresi de bir tür zihin sağlığı sorunu olarak görürsek hem Türkiye’nin hem dünyanın açık ara en büyük sağlık sorunu mental hastalıklar. Hayat hızlanıp dış uyaranlar artıkça, iş yükü ağırlaşıp zaman sıkıştıkça maymun aklımız bizi o yüzdenin içine sürüklüyor.