Narin’in öldü diye üzülmemek, öfkelenmemek, nasıl bir toplumda yaşadığına bakıp korkmamak mümkün mü. Ama unutmayalım ölümüne korkan, ölümüne acı çeken ve ölen sen ben değiliz, 8 yaşındaki Narin. Peki ne yapalım da yarın bugünden biraz daha iyi olsun?

Sekiz yaşındaki Narin Güran’ın sarsıcı ölümü bir türlü aydınlanmıyor. Soruşturma derinleştikçe durum netleşmiyor, sanki daha da karmaşıklaşıyor. Yine de işin içinde birden çok kişi olduğunu biliyoruz, hem de en yakınlarından, hatta ailesinden.

Cinayet çözülemediği için işin polis adliye kısmı hala öncelikli. Halbuki konuşmamız ve yapmamız gereken o kadar çok şey var ki…

Deniz Bolsoy klinik psikolog, siyaset bilimi yüksek lisans derecesi var.  Aynı zamanda bir feminist, şiddet mağduru kadınlara terapi desteği veriyor. Bolsoy sistemli ve örgütlü mücadeleye inanıyor bu yüzden sivil toplum faaliyetlerinde aktif.

Narin Günar cinayetinden yola çıkarak şiddete izleyici olarak maruz kalan bireylerin psikolojisini yerli yerine oturtmaya çalıştık. Kadın cinayetlerinin önlemek için sahip olduğumuz sivil toplum gücünü nasıl aktif hale getirebileceğimizi tartıştık.

Çoğumuzun elinden yine olanı biteni seyretmek dışında bir şey gelmedi. Öfke, isyan ama en çok da çaresizlik hissediyoruz.

Çaresizlik duygusu sisteme olan inancın sarsılmasından kaynaklanıyor. Aile içi şiddete uğrayanların ne kadarı hukuka başvuruyor bir tahminde bulunabilir misiniz. Sadece yüzde 7,6’sı. Çünkü sistemin onu koruyacağına inanmıyor. Sistemle mücadele etmek lazım.

Önce kendimizden başlayalım. Bireysel düzeyde oturup izlemek dışında bizi harekete geçirecek olan nedir?

Narin Güran’ın ölümü korku, öfke, üzüntü gibi duyguları tetikleyici etki yaptı. Burada önemli olan şu: Bu duygularla nasıl baş ediyoruz. Güçlü duygularla baş etmek için ilkel yöntemler kullanabilirsin, olgun yöntemler kullanabilirsin.

İnkar mesela ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Böyle bir şey oldu ama münferit bir olay dersin. Az gelişmiş bölgelere özel, alt sınıflar özgü diye düşünürsün. Düpedüz inkar çünkü doğru değil. Her kesimden kadın ve çocuk şiddet görüyor. Linç mesela ilkel bir duygudur, bir suçlu bulursun bütün öfkeni ona yönlendirip rahatlarsın. Sistemle mücadele edebilmek için önce birey olarak duygularımızı olgun yöntemlerle yerli yerine koyabilmeliyiz.

Duygular kısmına tekrar geliriz ama önce, neyle mücadele edeceğimizi bilmek açısından. Sistemi biraz daha net tanımlayalım mı?

Ataerkil sistemden söz ediyorum. Cinsiyet eşitsizliğinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dönüşmesine katkıda bulunan her türlü eylem, yasa, iktidar ilişkisi, bunların her gün yeniden üretilmesi… Kız çocuğunun ailenin erkek bireyleri tarafından cinsel olarak, işçi olarak kullanıldığı ve bunun garipsenmediği bir sistem.

Sistem erkeğin ölmesine izin vermiyor

Sistemle nasıl mücadele edileceğine dair çok etkileyici  bir örnek var elimizde. Kan davası ile namus cinayeti arasındaki fark şudur. Kan davasında ölenler erkek, namus cinayetinde ölenler kadın. Bir cinayetin kan davası sebebiyle işlendiği ortaya çıkınca cezalar ağırlaştırılıyor. “Namus” sebebiyle işlendiği ortaya çıkınca ceza indirimi oluyor. Gerçi “namus cinayeti” tabiri 2004 yılında değişti ama onun yerine tahrik indirimi veriyor. Bu konuda Sosyolog Dicle Koğacıoğlu’nun önemli bir makalesi var. Bazı şeylerin değişmesi mümkün. Değişmesi derken kan davası cezaları ağırlaşınca olaylar da azalmış. Sistemli mücadele edince olmuş işte.

O mücadeleyi hangi platformda vereceğiz?

Bir sivil toplum kuruluşunda mesela. 80’lerden itibaren STK’lar güçlenmeye başladı Türkiye’de. Devletin gücünü dengelediler. Medeni kanunun değişmesinde bu örgütlü sivil toplumun etkisi var. Sanki etkimiz olamazmış, bu STK’ların gücü yokmuş gibi düşünüyorlar. Halbuki etki alanı geniş STK’lar var. Mesela Mor Çatı, AÇEV önemli işler yapıyor. Gerçi biz de örgüt deyince suç işlenen yer, dernek deyince çay içilen yer geliyor akla! 

Başka Narinler de ölecek, o sırada sen ne yapıyor olacaksın?

Halbuki biz sosyal medyaya hapsolduk kaldık, histerik bir şekilde paylaşıyoruz da paylaşıyoruz.

Sosyal medya olsun tabii, oradan paylaşım da yapalım ama oradan çıkan sesin etkisi bir hafta sürer. Sosyal medyadan söverek görevini yapmış hissediyorsan yapmıyorsun. Bir şey yapmadığını düşünerek kendini suçlu hissediyorsan sorumluluğunu gölgeliyorsun. O hisle kendine bir anlamda ceza verip “cezanı çektiğin için” rahatlıyorsun. Ya da en çok ben sövüyorum demek ki en çok ben umursuyorum gibi bir yanılgıya kapılıyorsun. Sen bu işle ilgili gerçekten emek veriyor musun yoksa o sırada sinir krizi mi geçiriyorsun? Bundan üç ay sonra altı ay sonra ne yapıyor olacaksın? Hiç istemesek de başka Narinler olacak. O zaman da mı isyan edeceksin yoksa bir yerde sürdürülebilir şekilde emek harcıyor mu olacaksın? O yüzden hem kendimiz hem de toplum için yapacağımız en iyi şey örgütlenip dayanışma içinde mücadele etmek.