Metin Münir’in uzmanlık alanı ekonomiydi, Financial Times gibi prestijli yayınların Türkiye’deki temsilcisi olarak yıllarca çalıştı. Ama hayatı anlatan köşe yazılarının yeri ayrıydı. Gerçi onlara ‘Tapınak yazıtı’ demeyi tercih ederim. Net cümlelerden oluşan kısa yazıları o kadar güçlüydü ki karışık kafaları birkaç dakikada derler toplar, bulanık zihinleri berraklaştırırdı.
Uzun yıllar Girne yakınlarında Ozanköy’deki evinin bahçesiyle haşır neşir olduğu için midir nedir, dünyayı bir böceğin ya da köpeğin gözünden görmeyi de öğrenmişti sanki. Eve giren bir kelebeği anlatırdı, kelebek olurdunuz. O ağacı nasıl suladığını yazardı, ıslanan sizin elleriniz olurdu. Doğa tasvirleri çok çarpıcıydı.
Basit yazardı. İki dakikada okunan (çünkü ona göre iyi yazı kısa olmalıydı) yazıları, en fazla 12 dakikada yazdığını düşündürtürdü.
Halbuki bir röportajında, araştırmadan ve uzun uzun düşünmeden yazamadığını, haftada dört köşe yazısı için günde 24 saat haftada yedi gün çalıştığını şöyle anlatmış: “Çok zor, çok uzun düşünerek, çok vakit harcayarak yazı yazarım. Her yazı tırmanılacak yeni bir dağdır… Eğer bir okur beni okumak için beş veya on dakikasını harcıyorsa, harcadığım zamana değmiş desin, istiyorum. Daha önce duymadığı bir şey duysun, bilmediği bir şey öğrensin, aklına gelmemiş açıların da var olduğunu fark etsin. Karanlık olduğunu sandığı bir yerde ışık olduğunu anlasın. Gülümsesin. Yazarla okur arasında bir alışveriş var – bu alışverişten her zaman okur kârlı çıksın istiyorum. Kazıklanmasın.”
Metin Münir için bir ‘son yazı’
Metin Münir iki yıldır Diyaloggazetesi.com’da yazıyordu. Son yazısı öldüğü gün yayınlandı. Muhtemelen bir gün önce yazmıştı. Bir röportajında “Hemen hemen her gün öğleden sonra uyurum. Yazımı bitirememişsem, uyuyamam. Bu nedenle yazı muhakkak uyku saatinden önce hazır olmalıdır” dediğine göre öğle saatlerinde bitirdi yazısını.
Öldüğünün ertesi gün, yani bugün yazı günü olmadığından, en azından öldüğü gün bir de yazı yetiştirme derdine düşmemiş olduğunu düşünmek güzel.
Ona yakışan bir yazıyla veda etti Metin Münir. Hayatın anlamını kainat ölçeğinde sorgulayan, net bilgilerle ve can alıcı sorularla dolu bir yazıyı, son olduğunu bilmeden yazdı ve gitti.
Ben de onun için alternatif bir son yazı seçtim.
Yazıları kalanlara deniz feneri olmaya devam etsin. Umarım ‘Yere düşen limonun düşündürdükleri’ ile hiç tanımayanlar da onu keşfetsin.
Yere düşen limonun düşündürdükleri
Her şey ama her şey, sonunda onu meydana getiren atomlara bölünecek, başka canlılar için hammadde olacak
Bir meyve ağaçtan düşerse yere çarptığı noktadan çürümeye başlar.
Bunun neden böyle olduğunun bilimsel bir açıklaması vardır, muhakkak, ama ben bilmiyorum.
Beni ondan sonrası ilgilendiriyor.
Ağaçtan düşen iki limonu yerden alıp eve getiriyorum ve mutfak masasının üzerine koyuyorum.
Benim evde mutfak masası -Edip Cansever’inki gibi- üzerine herhangi bir şeyin konabileceği bir yerdir.
Şu anda, mesela, üzerinde bu yazıyı yazmakta olduğum bilgisayar dâhil şunlar var: Arabamın anahtarı, tükenmez kalem, kol saatim, vantilatörün uzaktan kumandası, arasında tükenmez bir kalem olan not defterim, tuzluk ve karabiberlik, zeytin kabı, mandalina ve shea yağlı organik cilt kremi, birisi bu yazıya ilham kaynağı olan iki limon, başka bir cilt bakım kremi, üzerinde şapkam olan bir kâğıt mendil kutusu, üzerinde tükenmez kalemi ile ikinci bir not defteri, organik harnıp pekmezi, içinde hardal, tuz, bal vs bulunan bir tabak, cepte taşınabilecek bir paket kâğıt mendil ve bir tepsi içinde tohumları ayıklanmak üzere sökülmüş kuru arpa çiçekleri.
Dönelim limona.
Limon çürümeye başlarken üzerine meyve sinekleri konmaya ve yıpranmış yerinden başlayarak onu yemeye başladılar.
Bu sinekler benim için büyük bir merak konusudur.
Bereli limon masanın üzerinde belirinceye kadar neredeydiler, mesela? Limonun masanın üstünde olduğunu nasıl öğrendiler?
Ama konum bunlar da değil.
Konum, doğanın sahip olduğu muazzam temizleme mekanizmasıdır.
Ömrünü tamamlamış bütün canlı şeyleri yok eden bir başka canlı veya kimyasal bir süreç var.
Demir paslanacak, odun çürüyecek, süt kesilecek, peynir küflenecek, çimento dökülecek…
Öldürülüp yola atılmış yılanı veya arabanın çiğnediği kirpiyi kargalar ve karıncalar yiyecek.
Aslandan artakalan ceylan akbabalara ziyafet olacak.
Kargaları, karıncaları, aslanları ve akbabaları da bekleyen benzer düzenlemeler var.
Her şey ama her şey, sonunda onu meydana getiren atomlara bölünecek, başka canlılar için hammadde olacak.
Limon babında bu süreçleri başlatan sinekler ve çürüme olgusudur. Limonu olduğu yerde bıraksam ve sinekleri rahatsız etmesem -ki etmiyorum- sinekler ve çürüme onu masanın üstünde bir leke oluncaya kadar tüketmeye devam edecek. Sinekleri kuşlar yiyecek. Kuşları…
Eğer limonu toprakta bıraksaydım olduğu yerde küflenecek ve onu meydana getiren ağaç için gübre olacaktı.
Hiçbir şeyin çürümediği, paslanmadığı, küflenmediği veya başka bir şekilde un ufak olmadığı bir dünya olamazdı.
Doğanın yaptığı hem kendini temizlemek hem de işini görmeye devam etmek için hammadde yaratmaktır.
Ben -bütün canlılar gibi- hem benim hem de beni meydana getiren atomlar. Ben kendime ait olabilirim ama beni meydana getiren atomlar benim değil. Onlar bana verildikleri gibi, başka maksatlar için kullanılmak üzere, geri alınacaklar.
Ben öleceğim ama yaşam devam edecek.
Bununla bir sorunum yok.