Şık ve güzel kadınlar, fit ve havalı erkekler, pırıltı giysiler, şaşaalı partiler, elbette lüks…
Moda dünyası deyince hemen akla geliveren çağrışımları tamamen altüst etmese de bir miktar sorgulayan Şeytan Marka Giyer filmi 2006’da gösterime girdiğinde büyük ilgi görmüştü.
İlginin bir sebebi filmdeki Runway dergisinin “modanın kara kaplı kitabı” olarak anılan Vogue, Meryl Streep’in canlandırdığı Miranda Priestly karakterinin de efsane genel yayın yönetmeni Anna Wintour olmasıydı.
Şeytan Marka Giyer eğlenceliydi, insanın ağzında güzel bir tat bırakıyordu. Oyunculuklar iyiydi, Streep bu rolüyle Oscar’a aday oldu. Anne Hathaway ve Emily Blunt’un kostümleri kadar performansları da göz alıcıydı. Ama belki de en önemlisi 2006’daki moda dünyası bugüne kıyasla çok daha gizemliydi ve özenilesiydi. Davulun sesi gibi modanın pırıltısı da uzaktan hoştu.
Hâlâ o kadar merak ediyor muyuz?
Bugünlerde filmin devamının çekileceğine dair haberler her yerde. Variety dergisine göre filmin oyuncuları ikna edildi, iş senarist Aline Brosh McKenna’nın evet demesine kaldı.
Elbette çekilsin, ortaya gözümüze hitap eden, estetik duygumuzu sivriltmemize vesile bir film izleyelim. Yine de sormamak elde değil: Geçen 18 yıldan sonra moda dünyasını eskisi gibi merak ediyor muyuz? Etsek de Şeytan Marka Giyer gibi bir film merakımızı giderir mi?
S.M.Ö: Sosyal medyadan önce
2006’yı düşünelim. Modanın favori sosyal medyası Instagram yoktu. Henüz Facebook’ta “ilkokul arkadaşlarımızı aramaya” başlamamıştık. Bugün onsuz hayat hayal edemediğimiz iPhone bile yoktu.
Modaya yön veren sokak stili değil, Vogue gibi büyük dergilerdi. O günlerde Anna Wintour merak edilen gizemli bir karakterdi, kamuoyu önüne çok az çıkardı, o oranda da merak edilirdi. Dijital yayıncılık henüz bebekti, dergiler hala çok satıyor, en çok reklamı alıyordu. Bugün tam tersi; satmayan dergileri dijital mecralar taşıyor.
Miranda Priestly eski asistanının eline düşüyor!
Variety’nin haberine göre devam filminde tam da bu konu işlenecek. Miranda Priestly geleneksel dergi yayıncılığının düşüşe geçtiği bir dönemde kariyeri hakkında yeniden düşünürken eski asistanı Emily Charlton’la (Emily Blunt) karşı karşıya geliyor. Emily bünyesinde lüks markaları barındıran bir grupta üst düzey yöneticiliğe başlamış, Miranda’nın ihtiyacı olan milyonlarca dolarlık reklam bütçesini yönetiyor.
Ne güzel işte ‘Şeytan Marka Giyer 2’ değişimi yakalamış diye düşünmek mümkün ama değişen sadece reklam mecraları değil.
2006’da moda 60’lı 70’li yıllardaki kadar olmasa bile hâlâ statü sembolüydü. Daha çok ciddiye alınıyordu. Sosyal medya henüz icat edilmediği için herkes otoritelerin iki dudağının arasından çıkacak söze bakıyordu.
Şeytan ama iyimser dünyadan geliyor
Daha da önemlisi o yıllarda dünya daha iyimser bir yerdi. Ciddi sorunlar bugünkü kadar görünür değildi. İklim krizinin adı henüz iklim değişikliğiydi. Sürdürülebilirlik, etik moda gibi kavramlar geniş kitlelerin gündemine henüz girmemişti. Gelir dağılımı bu kadar belirgin, hayat bu kadar kaotik lüks bugünkü gibi “sessiz” değildi.
Moda dünyası elbette odağına bu konuları alarak da çekilebilir. Ama o zaman ortaya çıkan iş ilkindeki gibi insana kendini iyi hissettiren naif bir Hollywood filmi olmaz.
1998 -2004 arasında yayımlandığı altı sezon boyunca her bölümüyle konuşulan Sex and the City’nin devamı 20 yıl sonra ‘And Just Like That’ adıyla çekildi. Ne oldu? Karakterlerin özüne en azından bir miktar sahip kalmak istenince Carrie, Miranda ve Charlotte 2021 yılında uzaydan gelmiş gibi tiplere döndüler. Bugünün dünyasında fazla saf kaldılar.
Meryl Streep ne kadar iyi oynarsa oynasın bugünkü aklımız Miranda Priestly karakterini inandırıcı bulmayacak. Emily Blunt o kadar büyük bir bütçeyi yönetiyor olacak ki eski patronunu ezip geçmeyi tercih edecek. Etmezse film inandırıcı olmayacak, ederse ağzımızın tadı kaçacak. Bildiğimiz şeytan istediği kadar marka giysin yeterince kötü olamayacak.
Yine de akıllı insanların milyon dolarlar harcayıp çekecekleri bir film söz konusu. Belki de şapkadan bir tavşan çıkar.