İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın ölümü hem ülke içinde hem de ülke dışında gerginliğin hakim olduğu bir döneme denk geldi. Gazze’de yaşananlar her an İran’ı da içine çekebilecek bölgesel savaşı tetikleyebilecek bir noktada. Ancak İran’ın tek sorunu bu da değil, son iki yılda özellikle de Mahsa Amini protestolarından sonra iç siyasette büyük bir gerilim mevcut. Tüm bunlara rağmen Reisi, Hamaney’den sonra İran’ın en güçlü ismi olarak görülüyordu; 85 yaşındaki dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in ölmesi durumunda o pozisyona geçecek kişi olarak işaret ediliyordu. Ancak helikopterde hayatını kaybeden tek kritik isim o değil, öte yandan Devrim Muhafızları ile arası çok iyi olan, deyimi yerindeyse Süleymani’nin anısını yaşatan Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da kritik bir figürdü.
Tahran’da gazeteci ve araştırmacı olan Abbas Aslani İran’ın Reisi’nin ölümünün ardından kaosa sürüklenmesinin önüne geçmek için her şeyi kontrol altında tutacağını söylüyor. Aslani “Kabine bugün acil toplantı yaptı. İnsanları her şeyin yolunda olduğuna inandırmak istiyorlar” dedi.
Ruhani liderin ‘günah keçisi’
İran anayasasına göre cumhurbaşkanı ölürse görevi cumhurbaşkanı yardımcısına devrediliyor. Reisi öldüğü için görevini geçici olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Muhbir üstlendi. Ancak ülkenin 50 gün içinde yeni bir cumhurbaşkanı seçmek için sandığa gitmesi gerekecek. Şimdiye kadar Dışişleri Bakanlığı’nın siyasi işlerinden sorumlu Ali Bagheri Kani de hayatını kaybeden Abdullahiyan yerine yeni dışişleri bakanı olarak atandı. Bagheri Kani daha önce İran’ın ABD ile yaptığı nükleer program görüşmelerinde baş müzakereciydi.
Geriye doğru gittiğimizde Reisi döneminde Hasan Ruhani döneminden çok daha katı bir iç ve dış politika yürütüldüğünü görüyoruz. İlk kez İran’dan İsrail’e doğrudan füze ve roket saldırıları düzenlendi. Ayrıca son dönemlerde ABD’yi gerecek bir şekilde nükleer programın üzerine daha çok gidileceği yönünde açıklamalar yapılıyor. Abdullahiyan ise İran’ın dışa açılan kapısıydı. Savaş süresince Hamas ve Hizbullah yetkilileriyle görüşmeleri Abdullahiyan gerçekleştirmişti.
Reisi cumhurbaşkanı olsa da ülkenin kaderinin nihai belirleyicisi dini lider olduğu için cumhurbaşkanlığının önemi daha ziyade sembolikti. Bazı yorumcular İran’daki cumhurbaşkanlığı makamını dini liderin eleştirilmesinin önüne geçen bir “günah keçisi” olarak tanımlıyor. Ülke genelinde Reisi için yas tutulduğu gerçek. Reisi ve heyetindekiler kaybolduğunda camilerde toplanan destekçileri onun için bol bol dua etti. Ancak sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de var.
Bunların başında Mahsa Amini protestolarında şahlanan “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) protestolarında rol oynayan ve yönetimin katı kıyafet kurallarına rağmen sokağa başörtüsüz çıkmaya devam eden kadınlar geliyor. Ayrıca Reisi’nin 1988’de 28 yaşında bir savcı yardımcısıyken kurulan gizli Ölüm Komitesi mahkemelerinde Halkın Mücahitleri grubuna mensup 30 bin kadar siyasi mahkumun öldürülmesinde rol oynadığını unutmayan İranlılar var.
Bu nedenle Reisi’nin ölümüyle aradaki boşluğun kolay kapanacağını düşünenler de var. Tel Aviv merkezli Ortadoğu Ekonomik ve Siyasi Analiz Şirketi yöneticisi Meir Javedanfar CNN International’a Reisi’nin ekonomi açısından o kadar da başarılı bir lider olmadığını söyledi. Javedanfar “İran’da cumhurbaşkanının eli kolu genelde bağlı olur çünkü çok fazla sorumlulukları olmasına rağmen yürütme yetkisi gerçekten de ruhani liderin elinde. İyiye götürmeyi vadettiği ekonomi onun döneminde daha da kötüleşti” dedi.
Yeni gözde kim olacak?
Analistler Reisi’nin Hamaney’e sıkı sıkıya bağlı olduğunu ve Hamaney’in de Reisi’ye çok güvendiğini söylüyor. Ayrıca Reisi’nin 1979’daki “İslam Devrimi’nin” ruhuna bağlılığı uzun zaman sonra ülke içindeki güç odaklarının uyum içinde çalışmasını sağlamıştı. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nde İran uzmanı Ellie Geranmayeh, “Reisi İran Devrim Muhafızları’nın işine yarayan bir liderdi” diyor ve selefi Hasan Ruhani’nin aksine daha muhafazakâr olan Reisi’nin “ne iç ne de dış politikada Devrim Muhafızları’na meydan okumadığını” belirtiyor. Ölmeseydi Hamaney’in koltuğunu teslim edeceği kişi olarak görülüyordu Reisi kimilerince.
Reisi’nin ölümü dini liderlik pozisyonu için Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney’in önündeki dikenli yolu temizlemiş oldu. Dini lideri 88 kişiden oluşan “uzmanlar meclisi” seçiyor. Ancak din insanları böyle bir seçim yapılmasının İran’ın İslami devriminin ilkelerine aykırı olduğunu düşünüyor. Zira seçim öngörülemezliği de beraberinde getiriyor.
Uzmanlar Hamaney’in Reisi’yi kendisinin potansiyel halefi olarak yetiştirerek sistem içindeki öngörülmezliği azaltmaya çalıştığını ancak tüm bu planların bozulduğunu ve tekrardan başa döndüklerini söylüyor.
Seçimler nasıl olacak?
50 gün sonra seçim yapılması gerekiyor. Reisi’nin başa geçtiği 2021 seçimlerinde de mart ayında yapılan seçimde de katılımın düşüşte olduğu görülüyor. Ülke genelinde katılım oranı yüzde 41’lere kadar gerilemiş durumda. Bunun sebebi de ılımlı ve reformist siyasetçilerin iyice bastırılmış olması ve zaten istedikleri sonucu alamayacaklarını düşünen muhalefetin sandığa gitmemeyi tercih etmesi. Bu da Paydari gibi aşırı muhafazakâr grupların yükselmesi anlamına geliyor.
Reisi’nin yerine gelen Muhammed Muhbir ise geçmişte bankacılık ve Kuzistan eyaleti vali yardımcılığı yapmış bir isim. Yeni liderin sadece ülke içindeki muhalefeti değil, Batı’ya karşı sert tutumunu devam ettirmek için ülkedeki hizipleri kontrol altına alması gerekiyor. Muhbir, İran’ın nükleer ve balistik füze programlarıyla ilgili faaliyetlere karıştığı iddiasıyla 2010 yılında AB tarafından yaptırım uygulanan kişiler arasına girdi. İki yıl sonraysa listeden çıkarıldı. Muhbir’i cumhurbaşkanlığı pozisyonuna uygun gören çok fazla kişi yok. 50 gün içinde yapılacak seçimlerde Hamaney’in halefi olabilecek kalibrede birini seçmek için yeterince zaman yok.
İran Reisi döneminde her ne kadar daha katı bir politika gütmüş olsa da şimdiye kadar Gazze savaşına doğrudan dahil olmamaya çalıştı. Zaten desteklediği Direniş Ekseni (batı deyimiyle vekil güçler) İsrail ve ABD’ye sorun çıkarıyordu. İsrail kuzey sınırında Lübnan Hizbullahı’na karşı mücadele veriyor; Husiler Kızıldeniz’den İsrail’e gittiğini düşündüğü gemileri hedef alıyor; Suriye ve Irak’ta ABD’ye ait askeri üsler Hizbullah ve Husiler’den daha küçük çaplı milis gruplar tarafından vuruluyor. İran’ın ABD ile nükleer program müzakerelerine dönmeye niyetinin olmaması gibi bu alanda daha da ilerlemeyi düşünmesi İran’ın dış politikasında öne çıkacak meseleler.
Ülkenin dünyadaki yüzü olan Abdullahiyan’ın ölmesi bu politikalarda nasıl bir yol izleneceğini belirsizliğe sokabilir. Abdullahiyan Direniş Ekseni’nin en büyük destekçilerindendi ve biraz önce de bahsettiğimiz üzere Süleymani ile yakın bir isimdi. Abdullahiyan Direniş Ekseni’nin en büyük destekçilerindendi ve biraz önce de bahsettiğimiz üzere 2020’de suikastte ölen Süleymani ile yakın bir isimdi. Süleymani’nin silahlı kanatta aldığı kararların benzerlerini Abdullahiyan da diplomatik kanallarda alıyordu.. Hatta onun dış politikadaki sert tutumları Cevad Zarif döneminde görevinden uzaklaştırılmasına bile neden olacaktı. Gerçi dışişleri bakanlığı döneminde bu sert tavrından ziyade müzakereci yanıyla ortaya çıkacaktı. Gittiği ülkelerde kavgacı bir tondan ziyade ağırbaşlı bir üslup takınıyordu. Bahgeri’nin daha öncesinde ABD ile nükleer program müzakerelerinde rol oynaması daha radikal siyasetçileri tetikleyebilir.