Dijitalleşmenin en güzel armağanlarından biri ücretsiz olarak kullanabildiğimiz dijital hizmetler. Aradığımız herhangi bir konuda birkaç saniye içinde ulaşabildiğimiz detaylı bilgi, hem iş arkadaşlarımızla hem de yakınlarımızla haberleşmek için kullanabildiğimiz mesajlaşma hizmetleri, görüşlerimizi daha geniş kitleler ile paylaşmamızı sağlayan sosyal medya platformları… Hayatımızı bu kadar kolaylaştıran bu uygulamaların hepsi ücretsiz.
Bazılarının belirli bir ücret karşılığı sağladığı ek hizmetler de var, fakat ek ücret ödemek istemezsek uygulama tarafından sağlanan ana hizmetten ücretsiz faydalanabiliyoruz. Kullandığımız bu hizmetlerin en sevmediğimiz özelliği ise kuşkusuz maruz kaldığımız reklamlar. Her ne kadar Elon Musk, Twitter platformunu satın aldıktan kısa bir süre sonra reklamların eğlendirici, öğretici ve kişilerin yeni ürün ve hizmetlere rahatlıkla ulaşmasını sağlayan kaliteli bir içerik türü olduğunu ileri sürmüş olsa da Musk gibi düşünen sayısı son derece sınırlı. Çoğumuz gördüğümüz reklam sayısının çok fazla, içeriklerin ise adeta aklımızı okumuşçasına “bize özel” olmasından rahatsızız. Bu rahatsızlığımız kaçınmamızın pek de mümkün olmadığı bir değiş tokuştan kaynaklanıyor: Dijital trampa.
Hizmet karşılığı zaman ve veri
Kullandığımız her “ücretsiz” dijital hizmet karşılığında, aslında paradan çok daha kıymetli iki şey paylaşıyoruz: Zamanımız ve verilerimiz. Sosyal medya platformları başta olmak üzere, kullandığımız çeşitli çevrimiçi uygulamalarda çok fazla zaman harcıyoruz. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre ortalama bir Amerikan vatandaşı sosyal medya platformlarında düzenli olarak harcadığı zamanın sadece yüzde 18’ini harcayarak ehliyet alabilir. Türkiye’de konuya ilişkin çarpıcı örneklerden biri ise akıllı telefonu bırakıp tuşlu telefon kullanmaya başladıkları için, günde 3-4 saat kazandıklarını ve bu sayede Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı ve benzeri sınavlarda başarılı olduklarını belirten öğrenciler.
Sosyal medya platformları ve benzer platformlarda harcadığımız zaman platformlar için düşündüğümüzden çok daha kıymetli. Öncelikle ne kadar fazla zaman harcarsak, o kadar fazla içerik üretiyor ve diğer kullanıcılarla etkileşim içerisinde oluyoruz. Üretilen içerik ve kullanıcılar arası etkileşim bir platformun “hayatta kalmasının” temel şartı. Belirli bir kullanıcı sayısına ulaşamayan ya da efektif bir etkileşim ağı kuramayan platformlar kaybolmaya mahkum.
Ayrıca bir platformda ne kadar çok zaman harcarsak o kadar çok da veri paylaşıyoruz. Dijital trampanın ana bileşenlerinden bir tanesi paylaştığımız bu veriler. Aldığımız hizmetler karşılığında, veri paylaşmak suretiyle, para ile ödeme yapmadığımız her hizmet için verilerimiz ile ödeme yapıyoruz. Bu işlemin esas niteliği ise “dijital trampa.”
Dijital trampanın varlığından ilk kez 1999 senesinde Saul Hansell tarafından yazılan ve The New York Times’ta yayınlanan bir yazıda bahsediliyor. Bu kavram 2000 senesinde akademik çalışmalarda yerini “örtülü bilgi trampası sistemi” olarak almaya başlıyor. Son senelerde kullanılan ismi ise “dijital trampa.”
Kullanıcı verileri düşünülenden çok daha değerli
“Örtülü bilgi trampası” kapsamında paylaştığımız veriler düşündüğümüzden çok daha değerli. Bu noktada sadece verilerin kullanıcı başına olan parasal değerini değil, bir ülkede ikamet eden kişilerin büyük bir bölümünden toplanan kolektif verinin değerini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Bir platformun kullanıcılarının paylaştığı verilerin “kişi başı” değerini hesaplamak kolay olmadığı gibi, aslen pek mümkün de değil. Yine de, yapılan çalışmalar kapsamında bu değerin 2012-2017 seneleri arasında yaklaşık 548 dolara eşdeğer olduğu belirtilebilir. Bir ülkede ikamet eden kişilerin büyük bir bölümünden ciddi ölçüde veri toplanması ve bu verilerin kategorize edilmesi ise (düşük gelir grubu, kalp hastası, hayvan sever, etnik azınlık vb.) son derece kıymetli olmasının yanı sıra bazı ülkeler tarafından açıkça belirtildiği üzere bir kamu güvenliği riski teşkil ediyor. Çin’in yurtdışındaki şirketlere ait sosyal medya platformlarının kullanımını yasaklamasının ve Amerika’nın bir Çin şirketine ait TikTok platformunun kullanımını sınırlandırma çabalarının altında yatan nedenlerden biri bu.
Göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus ise şüphesiz ki kullandığımız platformların bu veriler olmadan var olmalarının mümkün dahi olmadığı. Bu platformların temel gelir kaynağı farklı şirketler tarafından verilen reklamlar. Yüksek kullanıcı sayısı, platform içi etkileşimler, toplanan verinin büyüklüğü ve kalitesi, toplanan verinin kategorize edilmesindeki başarı gibi faktörler reklam veren şirketler için son derece değerli. Elon Musk’ın Twitter platformunu satın aldıktan kısa süre sonra reklamlar hakkında yaptığı olumlu açıklamanın temel nedeni de tam olarak bu. Zira o dönemde Twitter gelirinin yüzde 90’ını reklamlardan elde ediyordu.
Özetle dijitalleşme bize dijital hizmetleri “armağan” etmiyor. Biz bu hizmetleri kullanabilmek için düşüncelerimizi, duygularımızı, ruh halimizi, hastalıklarımızı, sevdiğimiz müzik türünü, tatil yapmak istediğimiz yerleri ve bunun gibi gün içinde düşündüğümüz pek çok şeyi kullandığımız dijital hizmetleri sağlayan şirketlere “armağan” ediyoruz. Bu dijital trampayı her gün düzenli aralıklarla gerçekleştiriyoruz. Bunu bilerek yapanlarımız olsa da dijital platformları hiç kullanmayan kişiler de bilmeden yapıyor. Dijital trampanın nasıl kaçınılmaz olduğu ise önümüzdeki haftanın yazısında…