Geçen yıl Altın Koza için Uğur Vardan ile gece 02.00’de Adana yollarına düşmüşüz. Bu yıl 05.00’te çıktık yola. Kıymetlimiz Murat Özer’i anarak 970 km yola vurduk kendimizi. İstanbul’dan çıkıp Kocaeli’ne varınca ‘Afife’ oyunuyla Fenerbahçe taraftarını karşı karşıya getiren olayın haberi yazmak için mola verdik. Haberin başlığı da Uğur Abi’den geldi Afife yanlış ‘top’a mı girdi?
Daha önce börek yemiş olmamıza rağmen mola yerindeki gencin menemen ısrarını savuşturmak zor oldu. Ama zorun üstesinden gelip tekrar yola düştük. Yollar sakin. Neredeyse in cin top oynuyor. Bir biz varız bir de TIR’lar.
Yollarda Atatürk’e ve Che’ye selam var!
Ankara Niğde Otoyolu’ndaki TIR’ların arkasındaki kamyon posterlerinde değişiklik var! Geçen yıl Neşet Ertaş, Müslüm Gürses, Ahmet Kaya vardı posterlerde. Bu yıl iklim değişmiş! Önce Atatürk, sonra da Che’yi gördük. Lakin bu otoyolla ilgili şöyle bir sorun var, içinde benzin istasyonları olan dinlenme tesislerinin birçoğu hala açılmamış. Emniyet şeridinde sürekli park etmiş araçlar görmemizin sebebi meğer buymuş. Uyarı levhaları dinlenme tesislerinin açık olduğu düşünülerek konmuş. Ama tesisler açık olmadığı için benzini biten sağa çekip başının çaresine bakıyor. Biz otoyoldan çıkıp, benzin alıp öyle devam ederek çare ürettik.
Adana’ya vardığımızda sıcak bir hava karşıladı bizi. Ama her yönüyle. Karayoluyla yolculuk yapmaya karşı farklı tepkiler aldık sinema dünyasından. Bu yolculuğa katılmak isteyen de var, yaptığımızın delilik olduğunu düşünen de…
Otele yerleşip lobiye inince bizi bir sürpriz bekliyordu. Bir gün önce festivalden Yaşam Boyu Başarı Ödülü alan usta yönetmen Jerzy Skolimowski. Uğur Abi festivalin kataloguna Skolimowski ile ilgili şahane bir yazı yazmış. Yolculukta da bu yazı üstüne konuşmuştuk. Sinema tanrıları duymuş olmalı diye düşündük ve gidip Jerzy Usta ile tanıştık. Yemek yediği için tanışma faslı kısa sürdü. Baktım tabağında kebap yok, sebze ağırlıklı besleniyor. Ki o dinç vücudunun sebebi bu olsa gerek.
Festivalde Ulusal Yarışma’daki ilk film Vuslat Saraçoğlu’nun ‘Bildiğin Gibi Değil’di. Onu kaçırdık ama zaten önceden izlemiştik. Üç kardeşin hikayesini anlatan iyi bir açılış filmi. Bu memlekette kardeşler arasında örülen ve hayat boyu bir türlü yıkılmayan görünmez duvarlar üzerine çarpıcı bir filmdi ‘Bildiğin Gibi Değil’. Hazal Türesan, Serdar Orçin ve Alican Yücesoy’un performansları da gayet şahaneydi.
Biz festivali Orhan İnce’nin ‘Umut / Hevi’ filmiyle açacağız. Dile kolay, Yılmaz Güney’in ‘Umut’undan 54 yıl sonra onunla aynı adı taşıyan bir başka film gösterilecek festivalde. Ülke de, sinema da umudunu hiç kaybetmemiş, ama sorunlar baki, onu anlıyoruz. Filme giderken sosyal medya taraması yaparken karşıma Nuri Bilge Ceylan ile Şerif Gören’in birlikte göründüğü bir fotoğraf düştü.
19 yıl sonra Cannes’lılar aynı kadrajda
Bu fotoğraf beni yıllar öncesine, 2003’e götürdü. Efendim NBC ‘Uzak’ ile Cannes’da Grand Prix, oyuncuları rahmetli Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir de En İyi Oyuncu Ödülü almıştı. Büyük olay! Ama güzide Türk basını bu başarıyı pek algılayamadı o yıllarda. Ağırlıklı olarak kısa bir haberle geçiştirildi.
Festival dönüşü Nuri Bilge Ceylan Cannes’ın önceki şampiyonu Şerif Gören’i de yanına alarak bu ödülün ne kadar önemli olduğunu anlatmak için bir basın toplantısı düzenlemek durumunda kalmıştı. Yönettiği ‘Yol’ Cannes’da Altın Palmiye alan Şerif Gören basına Cannes’ı ve bu ödülün sinemamız için kıymetini anlatmıştı. Radikal adına basın toplantısını takip ederken yanıma bıçkın bir gazeteci oturmuştu. Tanıştık Cumhuriyet’in muhabiriymiş. Adı da Yılmaz Güney. Yılmaz Güney’in oğluymuş. Hah şimdi tablo tamamlandı demiştim içimden. İşte 2003’ten beri Nuri Bilge Ceylan ile Şerif Gören’i ilk defa yan yana gördüm. 19 yıl sonra Cannes’lılar buluşmuştu. Belki bu sefer Yılmaz Güney yoktu ama onun memleketinde buluşmuş oldular.
Festivalde salonlar arasında koşuşturanları görmek insanı mutlu ediyor. ‘Umut’un gösterileceği salonu bulup içeri süzülüyoruz. Bingöl’de bir köyde yaşayan zar zor geçinen bir aile var karşımızda. Anne bir yıl önce ölmüş. Çamaşır, bulaşık, hayvanlara bakmak, yemek yapmak, evin bütün işi genç Çetin’in namı diğer Çeto’nun üzerine kalmış. Baba sadece emir veriyor. Bir de sağır ve dilsiz küçük kızımız var. İşte onların hikayesi. Çetin’in tanıştığı bir tüccarın aileyi dolandırması ve ailenin yaşadığı zorlukların üstesinden gelmeye çalışılması anlatılıyor filmde.
‘Eee Fatih Terim ile Arda Turan da dolandırılıyor’
Bir ilk film ‘Umut’ ama yönetmeni ta 2016’dan beri uğraşmış bu filmi çekmek için. “Deprem, sel, pandemi, ekonomik kriz, yaşamadık şey kalmadı, bu arada evlendim, iki çocuğum oldu, onlar büyüdü, ancak çekebildim” diye anlattı yönetmen Orhan İnce çekim çilesini. Dolandırıcılık çok güncel bir konu. Meğer o bölgede yıllardan beri olan bir şeymiş. Hatta İnce bu olayın dayısının başına geldiğini anlatıyor. Gerçek hikaye daha sert, dolandırıcılar bulunmuş, ama sonra linç edilmiş. Filmde biraz daha yumuşatılmış. Tabii bir dolandırıcılık hikayesine dışarıdan bakınca kandırılana da içerliyor insan. Hiç mi şüphelenmedin diye. Salondan bu minvale soru gelince yönetmen Orhan İnce önce gülüyor sonra da “Eee Fatih Terim ile Arda Turan da kandırıldı” diyerek bu işlerin herkesin başına geldiğini söylüyor.
‘Umut’ bir ilk film. Naif filmlerden, dolandırılan insanın çaresizliğine ortak ediyor seyirciyi. Lakin o çaresizliğin arkasında yatan sebeplerle pek ilgilenmiyor. Ki asıl hikayenin orada olduğunu düşünüyorum.
Festivalde bugün üç film var. İlke Doğuş Algün’ün ‘Ölü Mevsim’i. Funda Eryiğit, Ece Yaşar ve Erdem Şenocak oynuyor. Oyuncularıyla akşam biraz sohbet ettik. Heyecanlıydılar. İkinci film Erkan Tahhuşoğlu’nun ‘Döngü’sü. Üçüncü film ise pek merak edilen Türker Süer’in ‘Gecenin Kıyısı’. 15 Temmuz’da iki rütbeli asker kardeşin yaşadıklarını anlatan filmin epey konuşulacağını tahmin etmek zor değil. Bakalım neler konuşulacak, yarın aktarırım.