Şimdi önümde uçsuz bucaksız uzanan bozkıra bakıyorum. Alabildiğine bozkır. Uzakta birkaç ufak tefek ağaç gölgesi o kadar. Oysa Akdeniz sahilinden sana mektup yazacaktım. Orada gördüğüm değişik ağaçları, Ekimin başındaki sıcak havayı, içimi ısıtan güneşin sarısını anlatacaktım. Ama yine bozkırla baş başa kaldım.
“İçimizden geçse de ‘Hayatımızı çalıyorlar’ demeyeceğim”
Neyse ben sana yine mektup yazarım. Yaşadıklarımı değil de hayalimden geçenleri aktarırım. Öyle ya; yaşanamayan hayatlar ve kırık hayaller ülkesi burası. Kırılan hayalin yenisi belki gelir de yaşanamayan hayatın yerine bir şey koymak zor. Ne yapalım; bir şafaktan bir şafağa, bir akşamdan bir akşama yaşamaya devam edeceğiz biz de. Hayallerimiz kırıldıkça yerlerine yenilerini koyacağız. Hayatı bize yaşatmayanlara karşın, uzaktaki şafakları düşleyeceğiz. Sonra oturup sana mektup yazacağız. “Hayatımı çalıyorlar” demeyeceğiz. İçimizden öyle geçse de demeyeceğiz.
60. Antalya Altın Portakal Film Festivali iptal edilmiş. İçinde benim de bir belgesel filmim varmış. Adı ‘Felsefe’ymiş. Festival haftasında iki kere izleyiciyle buluşacakmış. Ama artık bunların hiçbiri olmayacakmış. Neden? Çünkü başka bir belgesel filmden çok korkuyorlar. Ya da korkmuyorlarsa da çok güzel korkmuş numarası yapıyorlar. Sonra başkalarını korkutmaya çalışıyorlar filmi göstermesinler diye. Başkaları da korkuyor ya da çok güzel korkmuş numarası yapıyor onlar da. Türlü türlü sakıncalı şeyler varmış filmde. Festivali iptal eden belediye başkanının deyişiyle ‘malum film’ imiş bu film.
Korku dağları sardığında ben de susamam
Ama korku dağları sardığında ben de susamam. İçimden susmak gelmez. Evlerinde oturup her şeyi televizyondan izleyen, gazeteden okuyan insanlar belki garip bulur bunu. Belki böyle ‘sakıncalı’ şeylere ne gerek var derler. Ama sakınca da var işte hayatın içinde. Kiminin sakıncası kiminin gerçeğidir. Kiminin yalanı örter ‘sakıncalı’ gerçeklerin üzerini. Kimi yalnız gezer soğukta, uzaktan havlar köpekler. Kimi o kadar korkar ki soğukta yalnız gezmekten, köpeklerine tasma yetiştiremez. Gerçek de soğuktur. Herkes içinde gezmek istemez.
Bir sopan ve yeterince tasmalı köpeğin varsa, korkaklığın anlaşılır diye çekinmene gerek yoktur. Doya doya korkabilirsin. Sonra sopanı bir salladın mı belki milyonlar bile eşlik ediverir korkuna. Ama yalnızsan, korkmaya da hakkın yoktur. Korku senin neyine. İşte böyle bir yalnızlıkta, işte bozkırın ortasında, şimdi oturmuş sonbahar rüzgarının uğultusunu dinliyorum. Kulaklarımı dışarıdan gelen seslere kapadım, bu mektubu sana yazıyorum.
İyisiyle kötüsüyle, saçmasıyla doğrusuyla bir şenlikti festival. Şimdi boş salonlardan ibaret. İyisiyle kötüsüyle, saçmasıyla doğrusuyla bir ülkeydi burası. Şimdi duvarları korkudan bir hapishaneye benziyor. İtiraz ettik, korktular. İyisi kötüsü, saçması doğrusu, hep birlikte festivalimi çaldılar.
Not: Bu yazı Münir Alper Doğan’ın izniyle kendi bloğu sineMAD‘dan alınmıştır