Roman müzisyen kardeşler Cem ve Can, ikizlere özgü bir yakınlıkta büyürler. Aynı evin içinde birlikte top oynarlar, müzik yaparlar, aynı odada karşılıklı yataklarda uyuyup uyanırlar. Evvel zaman olur, aylar yıllar geçer, ikizlerden biri darbukacı olur, diğeri perküsyonist. Ancak ‘masal’ bu ya, bir yerde kötüler ortaya çıkar, öcüler kahramanlara engeller çıkarır, onları ayırmaya çalışır. Bizim kahramanlarımızın da yolları 27 yıl sonra ayrılır. Cem ne yapacağını düşünürken evliliğinin de vesilesiyle Almanya’ya giderken, Can Çatalca’da yaşamaya devam eder. Sonra gökten elmalar düşer ama…
Bu hikayede öcüler ya da kötüler yok lakin Türkiye var. İkiz kardeşlerin yollarını ayıran Türkiye şartları olur. Cem ve Can bir masalın kurgusal karakterleri de değiller zaten, onlar da gitmekle kalmak arasında gidip gelen; bir karara varıp giden ama arkasında kalanları da dert eden ya da en başında hiç de gitmek istemeyen, gittiyse de dönmek için fırsat kollayan milyonlarca insanlardan yalnızca ikisi.
Ne yaşanırsa yaşansın ilk onlar mağdur oldu
Cem ve Can iki müzisyen. Türkiye’de eğlence, kültür sanat ve müzik sektörünün durumu da malum: “Bir şey mi oldu? Hop iyi akşamlar, kapatıyoruz.” Ne olursa olsun, başa gelen her felakette ipi ilk çekilen, bir şekilde en ağır bedelleri ödeyen bu sektörün emekçilerinden olan ikizler yıllarca aynı sahnelerde çalışmış.
Mesleki olarak kendi kariyerlerinin zirvesine geldikleri, işlerin tıkırında olduğu o dönem, tam da hikayenin kırılma noktası oluyor. Cem, her şeyin yolunda gitmeye başladığı anda Türkiye’nin atmosferinin değiştiğini, her hafta bombaların patladığı o karanlık dönemleri anlatıyor. O dönemde tüm aletlerini yenileyip çok iyi işler alarak iyi paralar kazanacaklarını düşünen ikizler tam her şey düzeldi derken bu kez bir başka engel çıkıyor karşılarına: 15 Temmuz darbe girişimi.
‘Çocuk bunu görüyor abi!’
O gece sahnede olan Cem, önce ne olup bittiğini anlamıyor bile. Sonra çaldıkları mekana giren askerleri gördüğünde “Eyvah” diyor ve ne olduğunu anlıyor. Can, o süreç içinde müzisyenlerin yine çok uzun dönem işsiz kaldıklarını anlatıyor. Tam toparlamaya başladıklarını sandıklarında ise bu kez de yükselen kur, yurtdışından gelen aletlerle çalışan müzisyenlerin boynunu büküyor.
Dolar ve Euro kurları durdurulamayan bir hızla yükselirken müzisyenlerin sahne ücretleri yükselmiyor tabii. Tam da o an da Can’ın deyişiyle, “Çocuk bunu görüyor abi!” ve Cem, Almanya yolculuğuna karar veriyor. O yıl kendisi gibi Roman olan eşiğiyle evlenip Almanya’da yeni bir hayata başlıyorlar.
Cem gidiyor gitmesine ama Can kalıyor. Üstelik Can’ın, kardeşinin gitme kararının ardından söyledikleri hemen hepimizin çok yakından tanıdığı, giden sevdiklerimizin arkasından bize kalan hislere tercüman oluyor: “Sevindim. Üzüldüm. Üzülürken, sevindim abi. 27 sene yatmışım kalkmışım onu görmüşüm. Evde onunla top oynamışım, müziği onunla yapmışım. Bir bakıyorsun yok, gitmiş. Benim hayatım tersine döndü.”
İkiz kardeşler artık farklı dünyaların insanları
Gidene mi zor kalana mı sorusunun doğru bir cevabı yoktur, bilirsiniz. İkizlerin hikayesinde de benzer bir durum var. Cem gidiyor gitmesine ama koşar adım, kaçarcasına değil. Burada çare bulamadığı için gidiyor. Almanya’da geçirdiği zamanda da neden bu kararı aldığını daha iyi anlıyor. Dönüp bakıyor ki şu hayattaki en yakını, kardeşi farklı bir dünyada, kendi bambaşka bir dünyada…
Cem Türkiye’de 16 yıldır müzisyenlik yaparak kazandığı parayı Almanya’da iki yılda kazandığını anlatırken; Can Türkiye’deki meslektaşlarının geçinemedikleri için birer birer garsonluk ya da fabrikada işçilik gibi diğer emekçilere katıldıklarını anlatıyor. Bir ömrü beraber geçirmiş kardeşler, aniden farklı dünyaların insanı olmuş oluyor yani.
Cem ısrarla “Ülkem buradan daha güzel, çok güzel ama keşke ekonomisi buranın yarısı kadar olsa, bak burası olsun demiyorum ha yarısı kadar olsa yeter” diyor. O ama olmasa Can ile Cem de filmlerdeki o meşhur sahnelerdeki gibi yeniden bir araya gelecekler. Ama o ‘ama’ bir türlü gitmiyor…
Çatalcalı ikiz kardeşler Can ve Cem’in yaşam öyküleri, Slot Medya tarafından ‘Ayrılsak da Biraderiz: Alım Gücü’ başlığıyla bir belgesele konu oldu. Ümit Oktay Aymelek’in yönettiği belgesel, son yılların iştah açıcı konularından biri olsa da alışılagelmişin dışında anlatılıyor. Klasik bir “Türkiye’den gitmek istiyorum” ya da “Biz gittik ama burada da durum sandığınız gibi değil” klişeleriyle yoğrulmayan, yarım saatlik bir film var karşımızda.
Tanık ettiğimiz hikaye zaten çok tanıdık ve hala etkileyici ancak ‘Ayrılsak da Biraderiz’ esas gücünü ve Can ve Cem kardeşlerin samimiyetinden alıyor. Akla gelen sıkıcı ya da parmak sallayarak bir şeyler öğretmeye çalışan didaktik bir anlatı yok, birbirinden ayrılan iki kardeşin gerçek hisleri var.
Yönetmen Aymelek “Cem ve Can ile 10 sene önce tanışmıştık. Biz tanıştığımızda çok gençlerdi tabii. Aradan yıllar geçti. Bir gün Cem beni aradı. Almanya’ya taşınmıştı. Oradaki hayatının Türkiye’den ne kadar farklı olduğunu anlattı. Çok ilginç şeyler söyledi, belgesele de yansıdığı gibi çok iyi gözlemler yapmış, onu hissettirdi bana. Ben de anlattıklarını kayıt altına alıp bir belgesele dönüştürmeye karar verdim” diyerek belgeselin hikayesini anlatıyor.
Bu arada Aymelek, kardeşleri riske atmaktan da çekinmiş. En çok da Kocaeli’nde yaşayan Can için bu durumun bir sorun yaratmasından korkmuş. Bu da ülkenin vaziyeti hakkında geldiğimiz durumun bir başka göstergesi zaten. Ancak her ikisi de hiç oralı olmamış. “Yaşadıklarımızı, gördüklerimizi olduğu gibi anlatıyoruz” diyerek başlamışlar çekimlere. Yaklaşık üç gün Almanya’da, üç gün de Kocaeli’nde devam eden çekimlerin ardından geçen hafta Babylon’da bir etkinlikle izlendi ‘Ayrılsak da Biraderiz.’ Şu anda da YouTube’dan izleyicilerle buluşuyor.
‘Sonumuz hayrolsun’
Aymelek, çekimler sırasında Cem ile aralarında geçen bir diyalogu da aktarıyor: “Cem’in araba pazarı sahnelerinde, birden haberci gibi araba fiyatlarını söylemeye, arabaların özelliklerini anlatmaya başladı. Ne yapıyorsun Cem, ‘Biz televizyoncu haberci ya da haberci değiliz’ deyince ‘He, sen Roman ol’ diyorsun dedi. Ben de ‘Onu da’ demiyorum, ‘Doğal ol; kahvaltıda nasılsan öyle’ deyince hızlıca topladı. İkisi de Roman olmaktan gurur duyuyorlar, üsluplarından, ailelerinden, mahallerinden, her şeyden gurur duyuyorlar. Yani moda girememe nedenleri kamera oldu ama sonra doğala bağlayınca ortaya bu samimi dil çıktı.”
Cem’in dönmesini sağlayan koşullar gerçek olur mu, olursa da Cem sözünde durup geri döner mi, ikizler bir araya gelir mi, bir gün onları aynı sahnede izler miyiz, bilinmez. Ama Can’ın da dediği gibi: “Sonumuz hayrolsun.”