İstanbul’un Marmara kıyılarında irili ufaklı dokuz ada bulunuyor. Genel adıyla Prens adaları olarak adlandırılan bu kara parçalarının en büyüğü Büyükada. 1930’larda adada yapılan kazılarda Büyük İskender’in babası Makedonya Kralı 2. Filip’in bastırdığı altın sikkeler bulunmuştu. Bu, adanın tarihini bilinenden çok daha eskilere yaklaşık 2.400 yıl öncesine götürüyordu. Günümüzde hem İstanbulluların hem de İstanbul’a gelen ziyaretçilerin kalabalıktan kaçış rotası olarak gördüğü adaya “şehrin yanı başındaki Ege” benzetmesi yapanlar da var. Özellikle Marmara açıklarındaki koylar ve bitki örtüsü ana karadaki gökdelenleri yok sayarsak bu duyguyu yaşatıyor. Burası Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusun yaşadığı ada bu yönüyle İstanbul’un silinmeye yüz tutmuş geçmişinin ayakta kalan son örneklerinden biri. Tıpkı Galata, Ortaköy, Kuzguncuk ve Heybeliada gibi.
Büyükada: İstanbul’a çok yakın bir o kadar da uzak
Kabataş, Kadıköy ya da Bostancı’dan kalkan vapurlarla adaya yanaşırken ziyaretçileri 1914 tarihli mimar Mihran Azaryan imzası taşıyan Büyükada iskelesi karşılar. Osmanlı neo klasik yapısı bu güzel yapıdan iner inmez adanın kalabalığına karşıyorsunuz. İskelenin sol tarafındaki meyhaneler ve sağ yanındaki sahil yürüyüş bandını arkanızda bırakıp dümdüz ilerlediğinizde adanın meydanı sizi karşıyor. Dört bir yanı renkli restoranlar, pastaneler ve hediyelik eşya satan dükkânlarla dolu bu meydan insana İstanbul’dan sanki yüzlerce kilometre uzaktaki bir tatil kasabasındaymış havası veriyor.
Adanın en iddialı restoranlar bu meydan ve hemen solundaki ana cadde üzerinde karşılıklı uzanan kaldırımlarda. Ancak bu yemeği hak etmek için önce biraz efor sarfetmek gerekiyor. Üstelik keşfedilecek çok şeyi bulunan böylesi bir yerde. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde gözden düşen hanedan üyelerinin bir nevi sürgün hayatı sürdüğü adalar fetih sonrası ağırlıklı olarak yerel halkının balıkçılıkla geçimdiği kendi halinde bir yerdi. Aya Yorgi tepesinde bulunan ve 6. yüzyılda inşa edilen aynı adlı manastır dışında 19. yüzyıla kadar bölgede anıtsal yapılar pek inşa edilmemişti. Öte yandan komşusu Heybeliada’da 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı ordusundaki modernleşmenin simgelerinden Deniz Lisesi günümüzde de önemini koruyor. Batılı hayat tarzı ve cılız da olsa ortaya çıkmaya başlayan aristokrasi adanın kaderini değiştirdi.
Büyükada meydanından sağa dönüp boyunca yürümeye başlayalım. Bu yokuş, bu mevsimde gözünüzü korkutmasın. Zira adanın temiz havası ve henüz tahammül edilemez boyutlara ulaşmamış nemin olmayışı yürüyüşü mümkün kılıyor. Bir dönem adayla özdeşleşen faytonların yerini alan elektrikli taşıtlar bu yolu gözüne kestiremeyenler için ideal bir alternatif. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ve Akbil’in geçerli olduğu bu elektrikli mini otobüsler meydanın solundan hareket ediyor. Atların yıllar boyunca yaşadığı eziyetin sona ermesi ve yerine de bu çevreci taşıtların hizmete alınmasının adaya bir artı kazandırdığını söyleyebiliriz. Pek çok kez deneme fırsatı bulduğumuz bu taşıtları adada yaşayanların kullanması bölge halkının ekonomisi açısından da önemli. Hafif yokuşlu 23 Nisan Caddesi boyunca yolculuğumuza başlıyoruz.
Yolda yürürken ellerinde fotoğraf makinesi ya da soğuk bir içeceğiyle “Ada Sahillerinde Bekliyorum’ veya başka bir nostaljik şarkıyı söyleyenlere rastlayabileceğiniz bu güzergah boyunca sağlı sollu görkemli köşkler sizi selamlıyor. Hepsi 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başında inşa edilen bu ahşap köşkler dönemin yüksek rütbeli memurları, paşaları ve zenginlerine evsahipliği yapıyordu. Pek çoğunda bulunan cihannüma, eşsiz deniz ya da İstanbul’un en yüksek noktası olan Aydos tepesine bakıyor. Cadde üzerinde yürürken sizi sadece Büyükada değil İstanbul’un da en güzel yapılarından biri karşılıyor. Karşınızda Splendid Hotel. Müşir Kazım Paşa tarafından 1908 yılında inşa edilen bu görkemli yapının yerinde daha önce Giacomo Oteli bulunuyordu.
Vapurla adaya yanaşırken sizi ilk selamlayan yapılardan biri olan Splendid Hotel, üç kuşaktır aynı aile tarafından yönetilen bir konaklama merkezi. Bir film setini aratmayan iç mimarisi insanda zamanı durduran bir etkiye sahip. Öte yandan yapının dış cephesiyse doğu-batı senteziyle harmanlanmış art nouveau üslubuna sahip. Otel, turistler kadar özel günlerini kutlamak isteyen İstanbulluların da tercih ettiği bir yer olmayı sürdürüyor. Cadde boyunca ilerlemeye devam ettiğimizde yolun kıvrımı bizi Çankaya Caddesi’ne yönlendiriyor. Burası adanın en geniş caddelerinden biri olmasının yanı sıra en görkemli köşklerin de sıralandığı bir rota. Kaldırımda yürürken adanın sahipleri konumundaki kedilerin bazıları size yüz verirken bazıları da hiç oralı olmayacaktır. Kendilerini sevdirme lutfunda bulunanları asla geri çevirmeyin. Yolan sağında kalan ve şu sıralar kapsamlı bir restorasyon sürecindeki Adalar Kaymakamlığı’nın ihtişamını koruma panelleri nedeniyle ne yazık ki göremeyeceksiniz.
Büyükada’nın simgelerinden Mizzi Köşkü
Büyükada’nın en büyük köşklerinden biri olan bu tarihi yapı, iskeleye yanaşırken de rahatlıkla görebileceğiniz kadar görkemli bir yapıda. Bir zamanlar adı Hacopulos Köşkü olan bu tarihi yapı, Cumhuriyet’in ilânından sonra kamunun idaresine geçerek kaymakamlık binası olarak hizmet vermeye başladı. Restorasyon tabelasındaki bilgilendirme metnine göre tarihi köşkte çalışmalar yakın gelecekte tamamlanacak. Çankaya Caddesi boyunca ilerlerken yolun karşısında tüm heybati ve kırmızı tuğlalarıyla Mizzi Köşkü bizi karşılıyor. Bir deniz feneri görüntüsüyle dikkat çeken gözlem kulesine sahip tarihi köşk 19. yüzyılın sonunda George Mizzi adlı bir İngiliz tüccar tarafından yaptırılmıştı. Astronomiye ve gözleme meraklı bu varlıklı tüccar kendiisni gökyüzüyle başbaşa bırakacak bir planla bu saray yavrusunu inşa ettirdi.
İstanbul Bienali sayesinde görebildiğimiz rotalar
1940’lara kadar San Remo Oteli olarak kullanılan tarihi köşk, yıllarca kapalı kaldıktan sonra 14. İstanbul Bienali kapsamında 2015’te kapılarını açmıştı. Günümüzde bu görkemli kapı ne yazık ki görkemini kamudan gizlemeyi tercih ediyor. Kırmızı tuğlaları nedeniyle Al Palas adıyla da anılan Mizzi Köşkü’nün önünde bol bol fotoğraf çektirirken bir yandan da bu görkemli yapıdan ayrılmak istemeyeceksiniz. Ancak adada görülecek daha çok yer var. Bunlardan biri de günümüzde harabe haldeki bir köşk. Bu köşk 20. yüzyılın en önemli siyasi figürlerinden Leon Troçki’nin İstanbul’da geçen sürgün günlerinde yaşadığı yerdi. İlk olarak İstiklal Caddesi’ndeki Narmanlı Han’da konaklayan Troçki, daha güvenli olacağı düşüncesiyle Büyükada’ya geçer. 17 Temmuz 1933’te sınırdışı edilip Fransa’ya gidene kadar yaklaşık iki yıl boyunca adadaki bu köşkte kalan Troçki gözden ırak bir hayat sürdü. Fransa’nın ardından Meksika’ya geçen Troçki 1940 yılında suikasta kurban gidecekti.
Uzun yıllardır kaderine terk edilmiş bir vaziyetteki bu tarihi köşk diğer benzerleri gibi 19. yüzyılın sonunda inşa edilmişti. Çatısı ve yan cephelerinde çökmelerin oluştuğu tarihi yapı, tıpkı Mizzi Köşkü gibi İstanbul Bienali kapsamında 2015 yılında ziyarete açılmıştı. Harabe haldeki yapıyı güünümüzde de yakınına ulaşıp görmek mümkün. Ancak bunun için Çankaya Caddesi’nin devamındaki Nizam Caddesi’nden yolun sağındaki kalan Hamlacı Sokağı’na dönmeniz gerekiyor. Yolun karşı tarafında herhangi bir tabela olmasa da Reşat Nuri Güntekin’in evine giden sokağı görmek mümkün. Keşke bir müzeye dönüştülse demeden geçemiyoruz.
Nizam Caddesi üzerinde yürümeye devam ettiğinizde bu yol sizi Dilburnu’na ulaştıracak. 1930’larda Mustafa Kemal Atatürk için bir köşk yapılması düşünülen bu bölgedeki plandan vazgeçilmiş. Yeşilçam filmlerinde aşıkların birbirine koştuğu, hayaller kurup enginlere daldığı bu tabiat parkı, piknikçilerin uğrak rotası. Gür bir ormanlık alan olan bölgede mangalın tehlikeli ve yasak olduğunu hatırlatmış olalım. Dilburnu’nun hemen yanındaki Aşıklar Tepesi üzerinden devam ederseniz dünyanın en büyük ahşap yapılarından birine ulaşabilirsiniz.
Avrupa’nın en büyük ikinci ahşap yapısı Büyükada’da
İstanbul’a çok sayıda eser kazandıran Fransız mimar Alexandre Vallaury’nin imzasını taşıyan Rum Yetimhanesi 1903 yılında tamamlanarak kullanılmaya başlanmıştı. 1964’te kapatılan yapı, Avrupa’nın en büyük ikinci ahşap yapısı olma özeliği taşıyor. 60 yıldır kullanılmayan tarihi yapıda hasarlar mevcut. Uzun yıllardır diplomatik bir sorunun parçası olarak her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan yapının akıbeti belirsizliğini koruyor.
Dilburnu’na dönüp biraz soluklanıp oradaki tesislerde bir şeyler içmeyi hakkettik gibi. Zira önümüzde daha koskoca bir tepe var. Bu tepe bizi adanın en tarihi yerine, Aya Yorgi Manastırı’na çıkaracak. 23 Nisan’da binlerce insan Aya Yorgi Yortusu nedeniyle bu yokuşu çıkıp dileklerini diliyor. Temelleri 6. yüzyıla uzanan manastır, İstanbul’daki en güzel manzaralardan birine sahip. yaklaşık 200 metrelik bu yokuşun nefes kesen manzarası ve manastırı geride bırakıp aşağıya indiğinizde Adalar Müzesi ve İBB’ye ait Beltur’un tesisleri sizi karşılıyor. Yine buraya yakın bir konumdaki Aya Nikola Mezarlığı’nda Türk futbolunun efsane ismi Lefter Küçükandonyadis’in kabri yer alıyor.
Büyükada’nın güneydoğusunda kalan Adalar Müzesi, merkeze uzak olsa da buraya gelenlerin görmesi gereken yerlerden biri. 2010 yılında İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması vesilesiyle açılan müzede yerel tarihe dair pek çok materyal sergileniyor. Yolculuğumuzun yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Adalar Müzesi’nin önündeki durakta bizleri merkeze ulaştıracak elektrikli minibüslere binebiliriz. Köşklerin yanı sıra daha yeni dönem yazlıık evleirn de bulunduğu bu güzergahı minibüslerle 10 dakikalık bir yolculuk esnasında görmek mümkün. Yolculuğun sonunda yine adanın merkezindeyiz. Artık güzel bir yemeği hak ettik. Çarşıdaki Konak Restoran zengin menüsü ve lezzetiyle yarım yüzyıla yaklaşan bir maziye sahip. Gurmelerin de tavsiye ettiği bu restoranın yanı sıra kıyı boyunca uzanan ve Rumca müziklerin yankılandığı meyhaneler de ziyaretçilerin diğer alternatifleri.
Bu günübirlik rotayı gece kalmalı bir seçeneğe dönüştürmek isteyenler için Splendid Hotel, Büyükada Glamping, Beltur gibi farklı tür ve fiyat skalasına sahip tesisleri tavsiye edebiliriz. Bunun dışında özellikle adanın merkezinde çok sayıda butik otel ziyaretçilerini ağırlıyor. Ancak özellikle bayram dönemindeki yoğunluğu göz önünde bulundurup rezervasyon yaptırmadan gitmemenizi tavsiye ederiz.