Herkesin heyecanla beklediği, RTÜK’ten ceza aldığı için üç hafta üst üste yayımlanmayan Fox tv dizisi Kızıl Goncalar’ın üçüncü bölümünü izledikten sonra oldukça kalabalık takipçili Facebook hesabımda diziyi beğendiğime dair birkaç cümle yazdım. Tam da beklediğim gibi yazdıklarım büyük etkileşim aldı, yüzlerce kişi beğendi, paylaştı. Fakat pek de beklemediğim bir başka olgu ile daha karşılaştım.
“Bizim mahalle”den bazı kişiler Kızıl Goncalar dizisine RTÜK’ten bile daha fazla kızgındı ve dizinin tarikat güzellemesi yaptığını, dincilerin yine mağdur gösterildiğini, laik kesimin rencide edildiğini düşünüyor, Kızıl Goncalar’ın bir an önce yayından kaldırılmasını istiyordu. Peki bu nasıl olmuştu? Hem mütedeyyin kesimin hem de laik kesimin bir bölümü aynı diziden tamamen aynı gerekçeyle (kendi taraflarını rencide edip küçük düşürdüğü iddiası) nasıl nefret edebilmişti? Herkes gerçekten aynı şeyi mi izlemişti? RTÜK ile bir kesimin “laikçi teyze” diye dalga geçmeye çalıştıklarını aynı hizaya getiren neydi?
Muhafazakar, mütedeyyin kesim ile seküler yaşam tarzını benimsemiş kesim arasında süre gelen ayrışma, kutuplaşma ve çatışmayı ilk kez ekrana taşıyan Netflix’te 2022 yılında yayımlanan ‘Bir Başkadır’ dizisi oldu. Herkesin bildiği, içinde yaşadığı ama “böyle bir şey yokmuş” gibi davranılan büyük sosyal yarayı toplum ilk kez ekranda görünce adeta şok geçirdi.
Bir Başkadır nedeni belirsiz bir şekilde adeta tabu muamelesi gören bu konuyu işleyince dizi kısa sürede fenomen statüsüne yükseldi. Oysa mini dizi konuya şöyle bir dokunup geçmiş, derin bir analize girişmemişti bile… Buna rağmen toplumun özellikle kendini seküler olarak tanımlayan kısmının diziye verdiği tepkinin boyutu toplumun bu konuları konuşmaya ne kadar aç olduğunun göstergesiydi.
Kızılcık Şerbeti sahneye çıkıyor
Bu açlığı hisseden Kızılcık Şerbeti ekibi seküler/muhafazakar yaşam tarzı çatışmasını oldukça da iddialı şekilde bu sefer ulusal televizyona, Show tv’ye taşıdı. Hem Kızılcık Şerbeti’nin, hem de Kızı Goncalar’ın yapımcısı Faruk Turgut röportajlarında iki dizinin fikir tohumlarının da ‘Bir Başkadır’la atıldığını onaylıyor.
Kızılcık Şerbeti ekranlara adeta bomba gibi düştü. RTÜK yine devreye girdi, cezalar kesildi, ama dizi ülkenin en çok izlenen işlerinden biri olarak yoluna devam etti. Ta ki tam da dermanı olmaya geldiği derdin bizzat kendisine, yani zenginler arası aşk skandallarını anlatan ikinci sınıf bir hikayeye dönüşene dek…
Seyirci belli ki diziye başka bir şey, “muhafazakar ve çağdaş ailelerin nasıl bir arada yaşayabileceğini izlemek için” ilgi göstermişti, konu yaşlı adam genç kadın aşkına, kaynana gelin kavgalarına evrilince dümeni başka yerlere kırdılar.
Dokunan yanar: Tarikatlar
Ve nihayet ‘Kızıl Goncalar’ dizisi Fox Tv’de açılış yaptı. Türk izleyicisinin oldukça sevdiği Özcan Deniz ve Özge Namal’ın baş rollerinde oynadığı dizi seleflerini aşıp konuyu daha önce hiç dokunulmamış bir yere, tarikat ve cemaat yapılanmalarına getirdi, üstelik o yapılardaki çocuk gelin sorununu da gündeme taşıdı. Dizinin yayına girmesiyle RTÜK’ün sansür oklarını üzerine çekip üç hafta ekran yasağı alması bir oldu.
Geldik başta sorduğumuz soruya yanıt aramaya. Diziye neden bu kadar ilgi gösterildiği çok anlaşılabilir bir durum. Ortada olduğu halde görünmesi istenmeyen, konuşulması tabu olan, gizli bir yasak barındıran bir konu işleniyor ve insan doğası gereği yasak olana bakmayı, üstü örtüleni konuşmayı çok seviyor. Peki dizi neden her iki tarafta da bazı kişilere mağduriyet hissi yaşatıyor? Tabii ki “korku” yüzünden.
Korku en beşeri duygudur
Aziz Nesin “Korku en beşeri duygudur” der. İnsan tepki ve davranışlarının arkasındaki ana motivasyonlardan biri korkudur. Diziyi izleyen iki kesim de bu ortak duyguda; yaşam tarzlarına müdahale edileceğinden, istedikleri şekilde yaşayamayacaklarından, çocuklarını kendileri gibi yetiştiremeyeceklerinden ve bütün bunları onlara zorla yaptıracak olan “ötekilerden” korkuyorlar. Üstelik bu korku temelsiz de değil.
Muhafazakarlar başörtülü kızların üniversitelere alınmadığı, kamuda çalışamadığı, ikna odalı, 28 Şubat’lı geçmişin travmasını atlatamıyor. Sekülerler ise özellikle son on senedir gittikçe artan kendilerine dönük bir yaşam tarzı müdahalesinin bizzat hedefi olarak yaşıyor.
Sosyal alanları daralıyor, çocuklarını gönderebilecekleri bütün devlet okulları imam hatibe dönüşüyor, üstlerinde ağır bir siyasi baskı var, muhafazakar olmayanlar kamuda iş bulamıyor, şikayet etmeye kalkanların kafasına Silivri tehdidi iniveriyor ve bütün bunlardan dolayı genç nesiller ülkeyi terk ediyor. Onların travmaları daha taze ve güncel.
Ortadan adeta karpuz gibi ikiye ayrılmış toplumda herkes kendine benzeyen karakterler kayırılsın karşı tarafa yüklenilsin istiyor. Kimse kendini özdeşleştirdiği karakterlerinin zaaflarının, hatalarının, suçlarının, kötü yönlerinin ekrana yansımasını istemiyor. Kol kırılsın ama yen içinde kalsın isteniyor.
Oysa seküler karakterlerden biri olan Psikiyatrist Doktor Levent Alkanlı (Özcan Deniz) hastaneden çocuk çalıp kendi kızı gibi büyütmüş, yani bir çocuk hırsızı ama aynı zamanda çok iyi bir doktor, ilerici ve çağdaş bir yaşam görüşü var, hastalarına karşı çok şefkatli, ailesine düşkün.
Seküler mahallede özgürce yetişen evlat edinilmiş (çalınmış) kız çocuğu Mira (Esma Yılmaz) asi, şımarık ve sorunlu bir kız, annesinde kalan ikiz kız kardeşi Zeynep ise (Mina Demirtaş) tamahkar, çok zeki ve mücadeleci biri. Dizide anlatılan ‘Faniler Tarikatına’ yakın bir esnaf malında hile yapan fırsatçı ve sahtekar biri olarak çıkıyor karşımıza ama esnafın cezasını yine kendi cemaati kesiyor. Şeyhin torunu Cüneyd felsefi ve entelektüel yönü gelişmiş, adalet duygusu olan biri fakat çok ciddi şiddet ve intihar eğilimi var, üstelik ima edildiğine göre çocukken tacize uğramış, bu yüzden ağır psikolojik sorunları var.
Dizi kimseyi kayırmıyor
Yani dizi kimseyi kayırmıyor, derdini kimsenin siyah beyaz olmadığı, herkesin eksilerinin de artılarının da olduğu bir hikaye üzerinden anlatmaya çalışıyor. Üstelik kişilerin eksik ve yanlış yönlerinin bir bölümünün yetiştiği ortamdan kaynaklansa da büyük bir bölümünün kendi karakter özelliklerinden kaynaklandığının da altını çiziyor. Yani “Benim mahallemdeki karakterler bilerek kötü gösterilmiş” endişe ve paranoyasından kaynaklanan öfkeyi aşabilsek (çok da haksız olmayan endişeler tabii bunlar) dizinin parmak bastığı büyük sorunlara konsantre olabilecek ve daha da önemlisi öteki tarafa bakıp onları görebileceğiz.
Çünkü dizi bize ekranda ilk kez tarikatları, çocuk gelinleri, tarikatlaşma ve cemaatleşmenin asıl sebebinin derin yoksulluk, güvence arayışı, çaresizlik ve aidiyet ihtiyacı olduğunu anlatıyor ve bu durum için bir çözüm önerisini de ortaya koyuyor: Diyalog.
Kutuplaşmadan, ötekileştirmeden ve nefretten beslenen siyaset iktidarını sürdürebilmek için toplumun birbirine karşı duyduğu pompalanmış nefreti kullanıyor. Oysa birbirimize biraz daha derin bakabilsek, iyisiyle kötüsüyle içinde bulunduğumuz durumu sakince inceleyip konuşabilsek diyalog kapıları açılacak belki de…
“Kör olasın demiyorum, kör olma da gör beni” diyor ya şair…
“gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne?
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni…”
‘Hasan Hüseyin Korkmazgil’
Yapımcı Faruk Turgut açıkladı: ‘Kızıl Goncalar’ın ilham kaynağı ‘Bir Başkadır’mış